Özgürlük Üzerine

Fikir Yazıları - Prof. Dr. Metin Becermen Hasan Güneş

Özgürlük Üzerine

H.G: Sizce özgürlük nedir?

M.B: “Özgürlük nedir?” sorusu/sorunu düşünce tarihinin en temel soru(n)larından biridir. Filozoflar bu soru ile çeşitli şekillerde hesaplaşmak durumunda kalmışlardır. Bu hesaplaşmalarda kimileri özgürlüğü insan ile evren bağında, kimileri kişiler arası ilişkilerde, kimileri de bu kişiler arası ilişkileri politik bir zeminde ele almışlardır. İlk gruptakilerden kimileri insanı evrenin bir parçası olarak, bir bütün parça ilişkisi çerçevesinde ele almışlar ve insanın özgür olabileceğine veya olamayacağına yönelik değerlendirmeler yapmışlardır. Epikürosçuları ve Stoacıları bu grup içinde düşünebiliriz. Kimileri de tür olarak insanın özgürlüğünden söz etmişlerdir. Bu değerlendirmeyi yapanların içine Platon’u, Aristoteles’i ve Sartre’ı koyabiliriz –elbette ki aralarında problemi ele alışları bakımından derin farklılıklar olmakla birlikte.

İkinci gruptakiler ise kişi olarak insanın belirli olanaklara sahip olduğundan ve bu olanakların gerçekleştiricisinin kişi olmasından dolayı problemi etik alanda çözmeye çalışmışlardır. Kant, Nietzsche ve Camus’yü bu grup içinde değerlendirebiliriz. Kant konuyu isteme ile ilişkisinde biçimsel bir çerçevede ele alırken, Nietzsche değerlerin yeniden değerlendirilmesi bağlamında ele almıştır. Camus ise eylem alanı içinde kişinin yapıp etmelerine bakarak bir değerlendirme yapmıştır.

Son gruptakiler de özgürlüğü toplumsal ilişkiler çerçevesinde politik düzlemde ele almışlardır. Burada devlet, yasalar ve anayasa politik özgürlüğün zeminini oluşturmaktadır. Anayasa ve anayasaya bağlı olarak yasalar ve bu yasalar ile ilişkisinde kurumlar ne kadar köklü ve “demokratik” bir zeminde inşa edilmişlerse özgürlük de o kadar sağlam bir temele dayanır. Dolayısıyla özgürlük veya özgürlükler yasalarla güvence altına alınır. Burada özgürlükler ile haklar arasında bir bağın olduğu görülür. Bu çerçevede kurumların sağlam bir zemin üzerine inşa edildiği yerlerde özgürlükler daha geniş bir şekilde yaşanır. Özgür kişilerin yetişmesi bu kurumsal yapıların “doğru” bir istikamette işlemesiyle gerçekleşebilir.

H.G: Bir kişinin özgürleşmesinde eğitimin yeri ve önemi nedir?

M.B: Elbette özgür kişilerin yetişmesinde bir kurum olarak eğitimin önemli bir yeri vardır. Özgür kişileri yetiştirecek eğitimcilerin yetişmesi için eğitim kurumlarının başında özgür kişilerin olması gerekir. Böylece özgür kişilerin oluşturduğu eğitim kurumlarında eğitim verecek kişilerin de özgür kişiler olması, bu kişilerin yetiştireceği kişilerin de özgür olmasını sağlar. Bu yüzden özgürlük söz konusu olduğunda eğitim sine qua nondur/olmazsa olmazdır. Bunu yapacak olan da bir kurum olarak politikadır, yani politikacılardır. Dolayısıyla politikacıların, bir ülkeyi yönetenlerin özgür (ruhlu) kişiler olması gerekmektedir. Bu da ideolojik bakış(lar)ı kırarak ülkeyi/ülkeleri inşa etmek anlamına gelmektedir. Bugün bunun hem ülkemizi hem de dünyayı, olan biteni düşündüğümüzde güç olduğu görülmektedir. Ancak önemli olan bu güçlüklerin üstesinden gelmeyi istemektir. Elbette sadece istemek yetmez, eylemek de gerekir.

H.G: Özgürlük ve sorumluluk ilişkisini açıklar mısınız?

M.B: Özgürlük ve sorumluluk arasında doğrudan bir bağ vardır. Bir kişi olarak biz başkalarının olduğu bir dünyaya geliyoruz ve onlarla birlikte yaşamak durumundayız. Başkaları/başkası ise bizden farklı, bizden başka bir konumu/konumda olmasıyla hayatın içinde var olmaktadır. Bu var olma bazen bizi huzursuz, bizi tedirgin edebilir. Elbette bu, başkasının kendine ait bir bakışının olmasından kaynaklanmaktadır. Başkasını biçimlendirme, kendi bakışımızı ona kabul ettirme gibi bir eğilimimiz olduğu veya sürdüğü sürece çatışma kaçınılmaz olur. Bunu aşabilmenin bir yolu başkasının da hayatın içinde bizim gibi konumlandığını ve kendine ait bir bakışının olduğunu kabul etmektir. Bu, giderek bizi ondan, onun bakışından sorumlu olduğumuzun bilgisini edinmeye götürür. Bu öyle bir boyut alabilir ki, bu sorumluluk ile onun yapı bütünlüğüne gelebilecek bir zararın önlenmesi noktasında bizi eyleme geçirir. Bu şekilde başkasından sorumlu olduğumuz bilgisi onun özgürlüğünün teminatının kendimiz olduğu bilgisini ortaya çıkarır. Böylece biz hem kendimizin hem de başkasının özgürlüğünün güvencesi olmaktayız. Bu “altından kolayca kalkılamayacak” bir sorumluluktur. Ancak gerçek olan da budur. Bu, başkasından sorumlu olduğumuz ve başkasının da ben’den sorumlu olduğu bir özgürlüğün pratikte, eylem alanında imkanının olduğu bilgisini bize verir.