2024’ÜN A RAPORU
2024’e de kendimize özgü ah ile vahlarla, uzun süredir tersine çevirmeyi başaramadığımız güçlü “öğrenilmiş çaresizlik” hallerimizle girdiğimizi söylemek yanlış olmaz sanırım.
Emeğiyle yaşamaya, ayakta kalmaya çalışan büyük çoğunluk olarak ekonomisinden siyasal kültürüne, yargısından etik değerlerine dek iç içe geçen çöküşün göbeğinde yaşıyoruz. Bu zeminde hızlanan çürümenin yarattığı iklimde dayanıklı kalmak başlı başına bir sanat olmalı!
Emeğiyle yaşamaya çalışan büyük çoğunluk olarak sıradan gıda ürünlerine erişimde güçlük çekerken aynı iklimin üç beş yılda bir üretip piyasaya saldıklarından kimisini saçlarına doladığı dolarlarla kimisini en yakın çevresindekileri dolandırırken görmek, patlamayacak damar ve omurga gerektiriyor. Yetişme çağındakilere rol model olan, karaparayla şımarmış azınlığın gözümüzün önünde bir gün tepeye sıçramış, ertesi gün yere çakılmış görüntüleri arasında dalıverdik 2024’e.
Ekonomi
Bizde tepedekiyle dipteki arasında süregelen alıp verme ilişkisi hiçbir zaman normal makas aralığına yaklaşmayalı çok oluyor. Ama bu kadar açılmışına da tanık olmamıştık. Alışageldiğimiz “efendi-uşak” alışverişinden “efendi-efendi” düzeyini yakalamayı amaçlarken “efendi-köle” ayarına inmiş bir alıp vermeye razı olmak zor tabii ki.
Çoktandır domates-peynir borsasında yolunu yitirmişlerin şaşkınlığıyla bitirmek üzere olduğumuz 21. yüzyılın ilk çeyreği…
Deprem
Birinci yılı dolmak üzere bulunan Maraş Depremi, üstünde yaşadığımız yüzeyin altından gelen doğal sarsıntıların yarattığı yıkımla baş edebilecek güçte olmadığımızı, her gün bölgeden aldığımız haberler yüzümüze çarpıp durur. Çadırlarda ve yapay evimsilerde süren yaşamı, içleri acılarla dolu insanlara kanıksatmak mı amaçlanıyor? Bunu yapanların kendi lükslerinden, parayla azmış görgüsüzlüklerden bir gram geri durulduğunu görsek gam değil. Yıkımları “kader planı”nın zorunlu sonucuyla “cinayet” saymak arasında bocalayıp dururken tane tane erimeye başlayan 2024!
Terör
Kış aylarında azalır, hatta durur, içimiz dinlenirdi bir parça. Şimdiyse önceki yılın bitimiyle yenisinin başlangıç günlerinde il il, köy köy dolaşan şehit acıları, aralıksız. Parası olan bir avuç tuzukurunun gençleri konuyu iban numarasıyla dakikasında sonuçlandırırken ikide bir kentlerin kıyılarıyla köylerdeki yoksul ailelerin evlerine asılan bayraklar, ateşin düştüğü yeri anlatıyor. “Vatan sağ olsun” elbette de… Kırk yılı geçti, terörün belini kırma söylemleri. Bataklığı kurutamadıktan sonra sivrisinekle cebelleşip durmanın sonu yok ki. ABD-AB-NATO üçgeninde durduğumuz sürece PKK ve türevlerinin, benzerlerinin bitmeyeceğini görmek için daha ne kadar canımız yanacak, bilen var mı?
Eğitim
“İnsan” olup “insan” kalmanın, “güruh” değil “toplum” olmanın yolunun bilimden değil de ortasının, “normal”inin ne olduğunu kimsenin bilmediği dinsel inançlardan geçtiğini sanan bir siyasal kadronun lastiğe çevirip öteye beriye sündürdüğü ciddiyet alanı, dört dörtlük çapsızlığın elinde can çekişen varlığa dönüştü. 2024’te de son kullanma tarihi 200 yıl önce dolmuş hurafelerin derin dondurucudan çıkarılmış temsilcileriyle boşa zaman harcayacağız. İşin sinir bozucu yanı, dayatmalarla, zorlamalarla bir yere varacaklarını sananlara laf anlatmaya çalışmak... “Eğitim”i “maarif”, “öğrenci”yi “talebe”, öğretmen”i “muallim”, “bilim”i “ilim”… yapma telaşıyla çırpınan zavallılık! Oysa Heraklitos aynı suda iki kez yıkanılmayacağını söyleyeli iki bin beş yüz yıl oldu. Son milli eğitim bakanı, “milli eğitim bakanı” gibi mi duruyor cidden?
Sağlık
Özel gibi görünse de geneli yansıtan bir haber, durumu somutlamak için: Bu satırları yazan yurttaş, bir cilt sorunu için yaşadığı bölgedeki devlet-üniversite hastanelerinin herhangi birinden randevu alamayalı dört ay dolmak üzere. 2023’te ülkeyi terk eden hekim sayısı dört yüzü aşmış. “Giderlerse gitsinler”, o sırada salonda bulunanlar için alkışa değer görülebilir ama hastanelerin acil ve yoğun bakım servislerinde yer bulunamadığına ilişkin günlük haberler sıradanlaşmış durumda. Gözden katarakt ameliyatı için on beş ay sonrasına, tomografi için yedi buçuk ay sonrasına gün alan hastaların bu işleri özelde gördürmeleri için gelirce ilk yüzde yirmi içinde yer alma koşulu var. Bu halde 2024’e girelim ama toplumca psikolojik durumunuzun ne olduğu konusuna hiç girmeyelim.
Hukuk
Öyle uzaklaştı ki, geldiyse bile üç kez kapıyı tıklatacak güçte değil! Mahkemelerin en yükseği bir şey diyor, aşağıdaki tınmıyor bile! Tınmaz, sırtı sağlamda. Eskiden “şeriatın kestiği parmak acımaz”dı, şimdi şeriatçının doğradığı tırnakların kanaması durmuyor. Bu durumda, üstelik ta 2024’te neye, ne kadar güvenebileceğimizi bilememek gibi bir zulüm var mıdır bir ülke için? Bunda da vardır bir hikmet!
Güvenlik
“Dünyanın bütün işçilerini birleştirme”yi beceremeyen bir kuşağın sıradan üyesi olarak dünyanın bütün mafyalarını Türkiye’de birleşmiş görmek, öteden geleniyle beriden geleninin Beyoğlu sokaklarında çarpışmasına tanık olmak da varmış kısmette. Bunu “somut koşulların somut tahlili” kapsamında ele alacak güvenlik uzmanlarına bırakıp daha yakınımızdakine, daha can yakanına ilişkin bir soru soralım: 2023 yılında Aydın’da evli olduğu Hasan Savaş tarafından bıçaklanarak öldürülen 2 çocuk annesi Gülbeyaz Savaş’ın, Osmaniye’de evli olduğu Salim Koyuncu tarafından vücudunun çeşitli yerlerinden bıçaklanarak öldürülen 7 aylık hamile Hediye Koyuncu’nun, Konya’da boşandığı Bekir Doğan tarafından ‘kıskançlık’ bahanesiyle ateşli silahla vurularak öldürülen 35 yaşındaki Ayşe Gezer’le 17 yaşındaki kızı Gözde Nur Doğan’ın da aralarında bulunduğu 315 kadının katillerinin hak ettikleri cezaya çarptırılacaklarına inanıp en az bir o kadarının da 2024’te öldürülmemesi için geceleri uykusu kaçan bir yetkili, sorumlu olacağına ilişkin bir güvencemiz var mıdır?
Uluslararası İlişkiler
Ülkemiz uluslararası ilişkilerde temel ilke olarak 1923’te yükselttiği “Tam Bağımsızlık” bayrağını çok partili yaşama geçerken yarıya indirmiş, NATO’ya girince de hepten kaldırmış ülke olarak o günden bugüne ekonomisinin, sanayi ve teknolojisinin, tarım ve hayvancılığının, eğitim ve adaletinin… belini doğrultamayan ülkeler sınıfındadır. Eskiden bizim gibilere “gelişmekte olan” sıfatı yakıştırılırdı, şimdi de “kalkınmakta olan” deniyor. Sanki ne farkı varsa… İpi ele kaptıralı beri arada bir depreşen ve kayda değer bir sonucu olmayan ufak tefek diklenmeler dışında, 2024 eşiğindeyken, dünyadaki durumuzun herhangi bir dalında net, berrak bir duruşumuz görünüyor mu? Atlantik’te yerimiz sağlam mı? NATO’da?... Şangay Beşlisi’ne bakışta? Suriye’de? Akdeniz’de? Soykırımcı İsrail konusunda?...
Sonuç
Bu durumda:
- “Tam Bağımsızlık”ın, 6 Ok’un, Atatürk mantığının içinde miyiz, dışında mıyız?
- İçinde olsaydık sonuçlar bu özetlerdeki gibi mi olurdu?
- Daha nereye dek dışından “vaziyeti idare” edeceğiz?
Yorulduk, çünkü.
Oldukça yüklü bir bagajla girdiğimiz 2024’ün A Raporu böyle.
Kısmet olur da Z Raporu’na ulaşırsak bagajımızı hafiflemiş bulmak umuduyla.