ATATÜRK’LE BAŞLAYAN
1881 doğumlu Selanik Türk’ü, Osmanlı ordusunun askeri (Manastır Askerî İdadisi, Harbiye–Kara Harp Okulu, Harp Akademisi ve subaylık yılları), tam bağımsızlıkçı-antiemperyalist-yurtsever (Trablusgarp, Çanakkale, Kurtuluş Savaşı, Lozan…), komutan, başkomutan (Yıldırım Orduları, Trablusgarp, Balkan ve Çanakkale Savaşları, Şark Cephesi, Kurtuluş Savaşı), yetkin bir savaş kuramcısı ve uygulayıcısı (Filistin Cephesi, Yıldırım Orduları, Trablusgarp, Çanakkale, Kurtuluş Savaşı) olduğu kadar iyi bir barışçı (“Millet hayatı tehlikeye maruz kalmıyorsa savaş cinayettir.” “Yurtta sulh, cihanda sulh”…), örgütçü (Şam’da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti, İttihat ve Terakki üyeliği, Kurtuluş Savaşı sürecindeki müdafaayı hukuk cemiyetleri, Kuvayı Milliye, kongreler, CHF/CHP, TTK, TDK, Halkevleri…), Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu ve başkanı, diplomasi uzmanı (Lozan, Cumhuriyet sonrası uluslararası ilişkiler…), başöğretmen (Yazı Devrimi, Millet Mektepleri, Köy Enstitüleri…), aydın/aydınlanmacı (yine TDK, TTK, Üniversite Reformu; sağlık, bilim ve sanat kurumları…), toplumsal yararcı (pragmatist, “işe göre adam” arayıp bulması, uzmanlardan yararlanması, farklı görüşlerden -sofra buluşmaları- yararlanması)…
Özetle Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Laik, Devletçi ve Devrimci bir önder.
- yüzyılın bitimiyle 20. yüzyılın başlarında; artık bitmeye yüz tutmuş imparatorluklar çağının içinden çıkıp ulus devletler çağının önemli bir coğrafyasında buna öncülük etme yetisine sahip sınırlı sayıdaki önderden biri, Mustafa Kemal Atatürk.
Ayrıntısına inildiğinde başka birçok niteliği sayılabilecek Atatürk, yıkılış aşamasındaki bir imparatorluğun altı yüzyılı aşkın tarihsel, siyasal ve kültürel birikiminin en ileri uçtaki en seçkin örneği, aynı zamanda. O’nda geçmiş yüzyılların en başarılı askerinden, en zeki komutanından, en becerikli örgütçüsünden, en güçlü yurtseverinden, en aydın bilim insanından… 20. yüzyıla ulaşmış parçaların uyumlu bileşimi görülür.
Az da olsa, yetişkinlik yıllarının –yuvarlak hesapla- ilk 15 yılı dolu dolu askerî savaşlarla, son 15 yılı da dolu dolu siyasal-ekonomik-kültürel savaşlarla geçmiş; dünyadaki tarihsel süreçlerin en yoğun, en sıkışık bir döneminde çabuk karar verip hızla uygulamayı gerektiren koşullarında öyle bir öncüden daha ötede ne beklenebilir?
Bilimin kör topal, sanatın karınca hızıyla, teknolojinin düşe kalka yol aldığı bir coğrafyada, O’nun düşünüp yaptıklarından daha ileride işler tasarlayıp yapabilecek bir “Önder” görme beklentisi içinde olmanın bir anlamı olabilir mi?
Önderliğiyle sahip olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti’nde, dünden bugüne karşıdevrim kampının bekçiliği rolünü üstlenenler için gereksiz, anlamsız, bir yararı olmayacak yargıda bulunmak elbette boşuna bir iştir. Ama devrim cephesinde durup (ya da durduğunu sanıp) her anlamda ileriye dönük bir büyük kırılmanın öznesi olan(lar) için 50, 80, 100, 200… yıl sonrasının koşullarında kendi niyetlerimize uyan pencerelerden bakıp kestirimlerde bulunmak, gerçekçiliğin değil, hayalciliğin ürünü olmalı. Böyle bir yerde konumlanmak, yanıtlanması gereken kimi kritik sorulara içtenlikli bir empatiyle karşılık verebilmeyi gerektirir.
Örneğin;
* 1919’un kan ve barut kokan Anadolu’sunda kurtuluşu örgütlemek için Samsun’dan Havza’ya, oradan Amasya’ya, Erzurum’a, Sivas yollarına boynunda saltanatın ölüm fermanıyla gitmek, nasıl bir bilincin ürünü olan cesaretle olasıdır?
* İçinde Avrupa’nın en dişli temsilcilerinin varlığını en iyi bilen asker-birey olarak halkıyla nasıl bir ateş çemberinden geçeceğini bile bile yedi düvele “Hodri meydan!” demenin arkasında yatan bilinçli inancı, iradeyi görmek gerekmez mi?
* Kurtuluş’tan Kuruluş’a geçerken dünyanın önündekilerle en az 200 yıllık eğitsel, bilimsel, ekonomik ve teknolojik arayı –topraklarının ötesinde berisinde ikide bir patlayıp duran karşıdevrimci başkaldırılar arasında- hızla kapatmayı amaçlayan tasarımları yaşama geçirebilmek, sorunu ulusal bilince işleyebilmek kolay bir iş midir?
Ve daha sorulabileceklerin nicesi…
Atatürk, yaptıklarının tümünü ulusun başarısı olarak gören bir toplumcudur aynı zamanda. O’nun dilinde “ben” sözcüğü yok denecek kadar yoktur. Bilinen o koşullar içinde bir “önder”liğin boyutlarını her açıdan göz önünde bulundurmakta yarar vardır. Ancak o zaman ‘Atatürk’le başlayan’ın ne, neler olduğu anlaşılabilir: umut, onur, bilim, özgüven, özsaygı, uyanış, eğitim, üretim, aydınlanma, yaşama sevinci…
Bunların kaynaşmasıyla yola koyulan devrim. Cumhuriyet Devrimleri.
***
Nirvana’da sözün kapısını böyle aralayalım da...
Sonrası, bir ülkenin (yukarıda çok çok özetle sunulan) böyle bir önderlik aracılığıyla başlayan yoldan kısa süre sonra ardı ardına gelen geri dönüşlere ilişkin olacak.
16 Aralık 2023