KÖY ENSTİTÜLERİ YENİDEN AÇILABİLİR Mİ?
Uzun yıllardır 17 Nisan günü, ülkenin birçok yerinde Köy Enstitülerini anma toplantıları düzenleniyor. Özellikle eğitimci aydınlar bu vesile ile Türkiye’nin eğitim sistemini eleştiriyor ve istedikleri eğitim sistemi hakkında görüşlerini dile getiriyorlar. Bu toplantılarda, sayıları gitgide azalan enstitü mezunları da anılarını anlatıyor.
Köy Enstitüleri, Türkiye eğitim tarihi ve felsefesinde derin bir iz bırakmıştır. Bu kurumlar hakkında araştırma, belge ve mezunlarının anılarını içeren 300’den çok kitap basılmıştır. Enstitü fikriyatını yaşatmak için dernekler ve vakıflar kurulmuştur.
TÜRK EĞİTİMCİLERİNİN BULUŞU
Köy Enstitülerinin amacı, eğitimi köye götürmek, köyün ihtiyacına göre elemanlar yetiştirerek köyü içten canlandırmaktır. Daha İkinci Meşrutiyet yıllarında bu arayışlar başlamıştır. Kastamonu mebusu İsmail Mahir Efendi, 1914’te Meclis- Mebusanda yaptığı bir konuşmada köylerden alınan kız ve erkek çocuklarının köyün ihtiyacına göre yetiştirilip evlendirilerek köyde görevlendirilmelerini önermiştir.
Tanzimat’la başlayan yenileşme döneminde eğitim modeli olarak Avrupa’da uygulanan sistem alınmıştır. Sanayi toplumları haline gelen Avrupa eğitim sisteminin Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu öğretmen tipolojisine uymadığı oldukça genç anlaşıldı. 1930’lu yıllarda bile Türkiye nüfusunun yüzde seksenden fazlası köylerde oturuyor, tarım ve hayvancılıkla geçiniyor, kapalı ekonomi koşullarında yaşıyordu. Eğitimin insan kaynağı esas olarak kentlerdi. Köylerin yüzde yetmiş beşinde okul olmadığını, var olan okulların da perişan durumda olduğunu ve üç yıllık eğitim yaptığını söylersek durum daha iyi anlaşılır. Kent nüfusu içinde eğitimden yararlanamayanlar ise yalnızca yüzde 25 idi.
Cumhuriyetin eğitim politikası, rejime sıkı sıkıya bağlı, eskiden beri olduğu gibi malumat sahibi insan yetiştirmekti. Köy çocuklarını da eğitim içine alma gibi düşünceler bu dönemde de var olmuş, 1926’da iki merkezde Köy Öğretmen Okulları açılmışsa da bunların ömrü uzun sürmemiştir. Cumhuriyet hükümetleri, köyü eğitme konusunda ne yapması gerektiği konusunda ikna olmamış gibidir.
TONGUÇ BABA
Köyü eğitim çemberi içine katma, hem de ona yeni bir biçim verme işi Resim İş öğretmeni İsmail Hakkı Tonguç’un 1935 yılında İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne vekâleten atanmasıyla başlamıştır. Bulgaristan’dan 1914’te Türkiye’ye gelen ve Maarif Nazırına çıkıp okumak istediğini söyleyen bu genç, Kastamonu Öğretmen Okulu’na yerleştirilmiş, öğretmenliği sırasında Avrupa’ya inceleme için gönderilmiş, Mektep Müzesi ve Gaz Eğitim Enstitüsü müdürlüğü de yapmıştı. Köyler için yeni bir eğitim modelinin işaretlerini, incelediği iş okullarından edinmiş olabilir. Türkiye’de köy gerçeğini gören ve köylüler için bambaşka bir eğitime ihtiyacı olduğunu Tonguç’a düşündüren şüphesiz ki Türkiye sosyolojisini doğru okuma yeteneğidir.
Tonguç, Türk köyünü tanımak için on bin köy gezmiştir. 1939’da basılan Canlandırılacak Köy kitabında köyü canlandırmak için eğitim yoluyla yapılabilecek olanları sıralamıştır.
Kendisi de bir eğitimci ve çok yönlü bir aydın olan Hasan Ali Yücel’in 1939’da Maarif Vekilliğine getirilmesi, Tonguç’un önünü açmıştır. Yücel Türk tarihinde Köy Enstitülerinden başka, İlk Maarif Kongresi, Neşriyat Kongresi, Dünya Klasiklerinin Türkçeye çevrilmesi, Üniversiteye özerklik kazandırması gibi birçok konunun yapıcısı olarak yer etmiştir. Fakat enstitülerin mimarı Tonguç’tur.
KÖYÜ İÇİNDEN CANLANDIRMAK
Tonguç’un daha önceki denemelerden yola çıkarak sistemleştirdiği Köy Enstitüleri sisteminin esası, köylü çocuklarını, köyün ihtiyaçlarına göre eğitip yine köye göndererek, köyü içten canlandırmaktır. Köy öğretmeni, yalnız öğrencileri okutmayacak, köylülere modern tarımı da öğretecek, köyün sağlığı ile de ilgilenecektir.
Onun hazırladığı Köy Enstitüleri Kanun Tasarısı, 17 Nisan 1940’ta Hasan Ali Yücel tarafından Meclis’e getirilmiş, o zamanın Meclis çalışmalarında görüldüğü gibi ufak tefek tartışmalar sonucunda aynen kabul ederek yasalaşmış, o gün, yani 17 Nisan Köy Enstitüleri Bayramı olarak da kabul edilmiştir.
Meclis görüşmelerinde Bakana sorulan ve ondan istenen birkaç madde de ilginçtir. Bunlardan birini Kâzım Karabekir yapmıştır. Karabekir, köy çocuklarının kent kültürüyle temas etmeden eğitilip köye gönderilmesinin onlarda bir “zümre şuuru” doğuracağından kuşkuludur. Bunun tercümesi, Karabekir’in köy çocuklarında bir sınıf bilincinin uyanacağı korkusudur. Yücel, bütün okullarda öğrencilerin aynı ideoloji ile yetiştirildiklerini söyleyerek onun yüreğine su serpmeye çalışmıştır.
Tek Parti yönetimi, nüfusun sınıflardan oluştuğunu reddetmektedir. Komünizm, görüldüğü her yerde ezilmesi gereken Türk âleminin en büyük düşmanıdır. Dolayısıyla Köy Enstitülerini açanlar ve bu kurumlarda görev alanların öğrencileri komünist yapmak gibi bir amaçları olduğu söylenemez. Kanun görüşmeleri sırasında Eskişehirli toprak ağası Emin Sazak da Kanunu desteklemiştir. Gerekçesi, kentli öğretmenlerin köylülerin kültürlerine ters düşmesi ve onların ahlakını bozmasıdır. Sazak, saf köylü çocuklarının toprak ağalarına sorun yaşatmayacağını ummuş olmalıdır.
Tek Parti Döneminde kanun tasarıları Mecliste Hükümetten geldiği gibi kabul edilirdi. Bu nedenle mebusların bir kısmı Meclis çalışmalarına katılma ihtiyacı duymazlardı. Zaten mebusluk görevine atanarak getirilmişlerdi. Muhaliflik yapmaları mümkün değildi. Kanunun görüşüldüğü oturumlara bir kısım mebusları katılmayışı (Tutanaklarda adları yazılıyor), günümüzde enstitülere daha baştan bir kısım gericinin katılmadığı gibi tevatürlere sebep olmuştur. Meclis’te ağa, bey, paşa, eşraf temsilcileri, hükümetin sözcüsü gazeteciler vardır ama bunların köyün canlandırılmasına bir itirazları yoktur ve olamazdı.
BOZKIRI CANLANDIRMA ÇALIŞMALARI
1940 yılından başlayarak ülkenin çeşitli bilgelerinde enstitüler açılmaya başlandı. 1947 yılında Van’da açılan son enstitü ile birlikte sayıları 21’i bulacaktı. Tonguç bunların başına en güvendiği eğitimcileri atadı.
Enstitülerde öğrenciler çoğu binalarını kendileri yaptılar. Enstitüye ayrılan geniş arazilerde ihtiyaçları olan ürünleri yetiştirdiler. Derslerinin yarısı kültür, diğer yarısı tarım ve iş konularına ayrılmıştı. Kız erkek karma eğitim alıyorlardı. Ankara Hasanoğlan Köy Enstitüsü, Enstitülerin vitrini gibiydi ve Ankara’yı ziyaret eden yabancılara gezdirilirdi. Enstitülerin ilki, 1937’de açılan Çifteler’deki Köy Öğretmen Okulu’nun üstüne iki yıl eklenmesiyle kurulduğundan ilk mezunlar da 1942’de orada verildi.
Mezunlara o zaman kentlerde çalışan emsallerinin aldığı maaşın yarısı olan 20 lira maaş, bir defaya mahsus olmak üzere 60 lira donatım, örnek üretim yapacağı bir tarla, iş aletleri devlet tarafından bedava veriliyordu.
Enstitüler daha ilk yıllarda haklı bir ün yaptı. Enstitüler hakkında ilk kitaplardan biri olan ve 1944’te yayımlanan Ahmet Emin Yalman’ın “Yarının Türkiyesine Seyahat” bunun kanıtıdır.
NEDEN KAPATILDILAR?
İçerde ve yabancı eğitimciler arasında haklı bir ün yapan Enstitüler neden kapatıldı? Bunun yanıtını Enstitülerle ilgili 1945’lerde başlayan tartışmalar bize veriyor. Enstitüler komünist yetiştirdiği gerekçesi ile kapatılmışlardır. Bu kapatma okulların kapısına kilit vurma biçiminde olmamış, önce müdürleri değiştirilmiş, sonra programlarıyla oynanmış, Karma eğitim son verilerek kızlar Kızılçullu ve Beşikdüzü’ne taşınmış, 1954’te de adları İlköğretmen Okulu’na çevrilerek 6 yıllık klasik öğretmen okulu haline getirilmiştir. Gene de öğrencilerinin yüzde yetmiş beşinin köy okulu mezunu olması, döner sermayeli bir işletmeye sahip olması gibi özellikleri korunmuştur. Ben de 1958’de girdiğim böyle bir okulun Lâdik Akpınar İlköğretmen Okulu’nun mezunlarındanım.
Enstitülerin niçin ve kimler tarafından kapatıldığına ilişkin tevatürler vardır. Bazıları, onu ağaların kapattırdığını ileri sürmektedir. Enstitüleri ABD’nin kapattırdığını ileri sürenler de vardır. Köy Enstitüleri hakkında kitap ve makale yazanların nerdeyse tamamı enstitülerin komünist yetiştirdiği gibi bir görüşü iftira olarak kabul etmektedirler. Çünkü komünizm tehlikeli ve gayrimeşrudur. Enstitülerin komünist yetiştirdiği kabul edilirse sanki kapanması haklılık kazanacaktır.
Her ne kadar adları 1954 yılı başına kadar korunduysa da Enstitüleri enstitü olmaktan çıkaran CHP’dir. 1940’lı yıllarda, devletin resmi görüşü olan Kemalizm dışında Türkiye’de iki akım yayılıyordu. Bunlardan biri Alman kaynaklı Turancılık ki daha çok üniversite öğrencileri arasında taraftar buluyordu; ikincisi ise bazı aydınları etkileyen Komünizm idi. Köy Enstitü öğrencilerinin büyük çoğunluğunun köye hizmet amacı taşıyan Kemalistler olduğu açıktır. Fakat bu okullarda sayısı az da olsa komünizmden etkilenenler de vardı. Talip Apaydın’ın Çifteler Köy Enstitünde geçen anılarında, Fakir Baykurt’un Göl Köy Enstitüsü yıllarını anlattığı “Köy Enstitülü Delikanlı” kitabında buna ilişkin bilgiler vardır. Bunun yanında köylünün yoksul bırakıldığı, ezildiği gibi düşünceler de komünizm propagandası sayılıyordu. Antikomünizm bayraktarlığı iktidar partisi CHP’nin elindeydi. 1945’te Tan Matbaası’nın tahribini CHP örgütlemiş, solcu üniversite mensuplarını görevden CHP almış, halkın yoksul düştüğünü propaganda eden Demokrat Partiyi bile komünistlikle suçlamıştı. Buna karşılık ülkedeki sol birikim de 1946’da çok partili hayata geçilirken Türkiye Emekçi Köylü Partisi ve Türkiye Sosyalist Partisi adlı iki partinin kurulması su yüzüne çıkmış, ancak İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından ikisi de kapatılmıştır.
ENSTİTÜLERE ÖCÜ MUAMELESİ YAPILIYOR
Siyasi iktidarların temel anayasalarının birinci maddesini oluşturan antikomünizmin başta gelen temsilcisi CHP yönetimi Enstitüler hakkında bir cadı kazanı kaynatmaya başlamıştır. Enstitü mezunları yedek subaylık hakları ellerinden alınarak askerde çavuş çıkarılmış ve sakıncalı sayılmıştır. Hasan Ali Yücel’in yerine atanan Reşat Şemsettin Sirer, enstitüleri komünistlerden temizleme adı altında bir “ıslah” hareketine başlamıştır. 1946’dan sonra enstitü sözcüğünü ağza almak nerdeyse yasaktır. CHP’nin sağ kanadının bu tutumunu Demokrat Parti miras olarak almış ve sürdürmüştür.
ENSTİTÜLERİN YENİDEN HATIRLANMASI
Köy Enstitülerinin yeniden hatırlanması 1960 İhtilalinden sonradır. Enstitü mezunları bu kez çıkış yazısını İsmet İnönü’ye yazdırdıkları İmece adlı bir dergi çıkarmaya başlamışlar, enstitülerle ilgili yazılar ve kitaplar yayımlanmaya başlamıştır. Bu kitaplar içinde en bilimsel olanı Kanadalı bir araştırmacı olan Fy Kırby’nin Türkiye’de Köy Enstitüleri adlı doktora tezidir. Gene de enstitü aleyhinde şartlanmış olan “Milliyetçi” çevreler enstitülerle ilgili panelleri basmaktan geri durmamışlardır. Zamanla enstitülerin Türkiye’nin ihtiyacına göre kurulmuş okullar olduğu, ufak tefek eleştirilerle birlikte genel kabul görmüştür. 1980’lerde artık enstitülere düşman bir çevrenin kalmadığını yaptığımız anketlerden biliyoruz.
ÖĞRETMEN KURULUŞLARININ TUTUMLARI
1946’da Dernekler Yasasına göre kurulan Bölge Köy Öğretmen Derneklerini çoğunlukla enstitü mezunu öğretmenler kurmuşladır. Türkiye Öğretmen Dernekleri Millî Federasyonu ise sağcı bir kuruluştur ve Demokrat Parti taraftarıdır. Türkiye Öğretmenler Sendikası, zaten Fakir Baykurt gibi enstitü mezunları tarafından kurulduğu için Enstitülere sahip çıkmışlardır. TÖS’ün 1971’de kapatılmasıyla aynı yıl onun yerine kurulan TÖB-DER’in yayınlarında da 1975’e kadar enstitüleri öven yazılar vardır. Bu tarihten sonra TÖB-DER’de yönetici kadroları oluşturanlar enstitüleri anmaz olmuş, onun yerine eğitim modeli olarak Sovyetler Birliğinde uygulanan biz de “Çok Programlı Lise”ye benzeyen Politekni eğitimi savunmuşlardır. 1980-1990 yılları öğretmenlerin örgütsüz kaldığı yıllardır. 1990’da TÖB-DER’in mirası üzerine Eğitim-İş ve Eğitim-Sen kurulunca Enstitüler hakkında da bir ayrışma yaşanmıştır. Eğitim-İş enstitülere sahip çıkarken Eğitim-Sen, Kemalist eğitim kurumu olarak gördüğü enstitülere ilgisiz kalmıştır. Son yıllarda Eğitim-Sen’in de Köy Enstitülere sahip çıktığını görüyoruz.
ENSTİTÜLER YENİDEN AÇILABİLİR Mİ?
Günümüzde Enstitülerle ilgili yazı ve konuşmalarda bu kurumların yeniden açılmasını isteyenlere rastlanıyor. Oysa Köy Enstitülere hayat veren koşullar bütünüyle ortadan kalkmış bulunuyor. Köy nüfuzumuz artık yüzde 20’lerin altına inmiştir. Nüfusun bu bölümü için olsun Köy Enstitüleri yeniden açılmaya değerdi, eğer köyler eskisi gibi kapalı bir ekonomi içinde bulunsaydı. Köyler artık kentlerin birer uzantısı durumundadır. Bu köylerin büyük çoğunluğunda doğum oranı azalmış, bir okulu dolduracak çocuk yoktur. Bu çocuklar taşımalı eğitimle kasaba veya merkezî köylere götürülüp getirilerek eğitilmektedir. Köy Enstitülü öğretmene kazandırılmaya çalışılan eğitim, hayvancılık, tarım ve teknik işleri görecek elemanlar farklı eğitim kurumlarında eğitilmektedir. Artık bir öğretmenin hem öğretmenlik hem örnek çiftçilik ve hayvancılık yapması, iş atölyesi kurması köyün sağlık işleriyle ilgilenmesi gerekmiyor. Zaten köy okullarında görev yapan öğretmenler köyde de oturmuyor. Otomobiliyle derse gelip, paydos edince köyü terk ediyor. Öğretmen artık 1940’lardaki gibi köyün tek okumuşu değildir.
Köy Enstitülerinin yeniden açılmasını isteyen aydınlar, derya içre olup deryayı bilmeyen balıklar gibidirler. Türkiye’deki sosyo-ekonomik değişimi okuyamıyorlar. Köy nostaljisine takılıp kalmışlardır. Köy Enstitüsü mezunu olup öğretmen kuruluşlarında yöneticilik yapmış olanların Tayyip Erdoğan’dan Enstitüleri yeniden açmasını isteyene bile rastladık.
Bu vesile ile bir olayı nakletmem gerekecek. Ankara’da kurulu Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı’nın kongresinde enstitü mezunu bir arkadaş, enstitülerin yeniden açılmasını isteyince genç bir mimarın ona verdiği yanıtı hatırlıyorum. Bu akademisyen doktora tezi olarak köy enstitülerinin mimarisi üzerinde çalışırken bu kurumları da incelemişti. “Hocalarım, dedi. Siz bu okullarda okudunuz, ben ise sizin öğrenciniz yaşındayım. Nasıl olur da Enstitülerin yeniden açılmasını istersiniz? Koşulların tamamen değiştiğini fark etmiyor musunuz?”
Çifteler Köy Enstitüsü, Hasanoğlan Köy Enstitüsü ve Yüksek Köy Enstitüsünde müdürlük yapmış, 1946’da ilk görevden alınan müdürlerden biri olan M. Rauf İnan, 1994’te, kendisi için yaptığımız saygı gününde konuşmasını yapıp sahneden inerken ona birlikte refakat ettiğimiz iktidar ortağı SHP Genel Başkanı Erdal İnönü’ye duyulur duyulmaz bir sesle “Köy Enstitülerini yeniden açınız” ricasında bulundu. İnönü, bu isteği sessizlikle geçiştirdi. Geçen yüzyılın en büyük birkaç eğitimcisinden biri olan İnan, Enstitülerin hayaliyle yaşarken, Erdal İnönü, tek başlarına da iktidar olsalar bunun mümkün olmadığını görüyor olmalıydı.
Türkiye sosyolojisinin geçirdiği büyük değişimi, Türkiye’nin kentlileştiğini kabul eden bazı aydınlar gene de enstitü nostaljisinden vazgeçemiyorlar. Bu kez “Kent Enstitüleri açılsın” demeye başladılar, bu önerilerini kitaplaştırdılar da. Sanki “Enstitü” sözünde kutsal bir sihir vardır! Oysa kent nüfusunun ihtiyaçları ile 1940’lardaki köyün ihtiyaçları çok farklıdır ve kentlerde halk eğitimiyle uğraşan gerek Millî Eğitim Bakanlığının, gerek belediyelerin birçok kurumu vardır.
SON SÖZ
Köy Enstitüleri yeniden açılamayacaksa, her 17 Nisan günü onu anmanın, birbirimize anlatmanın anlamı nedir? Her 19 Mayıs’ta Mustafa Kemal Paşa bir daha Samsun’a çıkmayacağı halde her 19 Mayıs’ta onu anmanın veya 23 Nisan, 30 Ağustos, 29 Ekim’de toplantılar, yürüyüşler yapmamızın anlamı neyse, 17 Nisan Köy Enstitüleri Bayramı’nın anlamı da odur.
Enstitü düşüncesi, bize bünyemize uymayan kurumları dışarıdan almak yerine, ülkenin ve halkın koşullarına ve ihtiyaçlarına uygun kurumlar yaratmamızı hatırlatıyor. Ezberci değil yaratıcı olmamızı söylüyor. Her hareketimizde geniş halk kitlelerini düşünmemizi, halka hizmet edenleri örnek almamızı telkin ediyor. Enstitüler, karma ve laik okul için de örnek kurumlardır.