KENDİNİ YAŞAMAK
Bazı insanlar, kendini yaşamak isteyen birinin mutlaka topluma karşı çıkmak gerekeceğine ve böyle bir durumun insanın topumdan soyutlanması sonucunu doğuracağına inanırlar. Oysa, kendini yaşamak insan, süreci toplumdan değil kendinden başlatır.
İnsan, dış etmenler tarafından engellenmedikçe kendi yönünü seçebilme yeteneğine sahip bir varlıktır. Burada anlatılmak istenen, insanının, çocukluğundan bu yana geliştirdiği koşullanmalar doğrultusunda yaptığı seçimlerden farklı ve kendi içsel gerçeklerden haberdar olabilmesi sonucu yapabildiği seçimlerdir. İnsanın içsel dünyasını tanıyabilmesi için dış dünyasını tehlikeli bir alan olarak algılamaması gerekir. Böyle bir durum insanın içinde bulunduğu koşullara en uygun ve etkin olabileceği türde tepkileri gösterebilmesini gerektirmektedir.
İnsanın içinde bulunduğu koşullar deyimiyle çevreden gelebilecek düşmanca tepkileri ya da toplumun çevreyi kısıtlayıcı nitelikteki değer yargılarını da içermektedir. Çevresinde etkin olabileceği türde tepki ile bireyin kendi dünyası içinde gerekli değişikleri sağduyuya uygun bir biçimde gerçekleştirebilmesini ifade edilmektedir.
Günümüzde birey varoluşunu ve dış dünya gerçeklerini karşılıklı etkileşim durumunda olan bir süreç olarak kabul edebilmiş olmayı içerir. Oysa pek çok insan suçlulukla sonuçlanacak çevredeki değişmeleri yapar; ve bunu savunurlar. Bu insanlar kendilerini değil çevrelerini değiştirmekle işe başladıkları için gerekli ruhsal doyumu sağlayamazlar. Ruhsa tatmin insanın sonucunda zararlı çıkacağı kahramanca eylemleri değil, kendisinin ve inançları doğrultusunda davranmayı içerir.
Diğer insanların gerçeklerini anlamaya çalışacağımız yerde onları yalnız kendi gerçeklerimiz varmışçasına yargılamak etkin olabilmemizi engeller ve bizi yalnızlığa iter büyük olasılıkla.
Kendi benliğine yabancılaşmış bir insanın değerleri ve inançları tehlikeye karşı savunma niteliğinde olduğundan davranışları katı inatçı ve esneklikten yoksundur.