Edebiyata Sosyolojik Bir Bakış: Jack London Örneği

Edebiyat - Hamit Ölçer

Edebiyata Sosyolojik Bir Bakış: Jack London Örneği

Bu yazımızda edebiyat-sosyoloji ilişkisi Jack London’ın “Uçurum İnsanları” (2020 [1902]) adlı eseri üzerinden tartışılmaktadır. Yazar, söz konusu romanında Londra’nın Doğu Yakası’ndaki insanların yaşadığı ağır toplumsal koşulları gözlemlemiştir. Yazımızın amacı yazarın söz konusu eserinin arka planını oluşturan sosyolojik bakış açısını ana hatlarıyla açıklığa kavuşturmaktır.

Genel olarak dile getirmek istediğimizde yazar, okur, yayınevi gibi pek çok kültürel bileşeni barındıran edebiyat alanını sosyolojik açıdan değerlendirmenin anlamı ne olabilir? Açıktır ki şiir gibi en kişisel-estetik unsurları işleyen edebi eserlerden roman veya hikaye gibi daha çok toplumsal konuları işleyen eserlere kadar tüm edebi eserler ve bu eserlerin yazarları ve dahası bu edebi eserlerin okuyucuları belirli bir çağın, belirli sosyo-kültürel koşulların birer parçası olarak karşımıza çıkarlar. Bu ve buna benzer ifadelerin yine de çok yaygın ve deyim yerindeyse klişeleşmiş yargılar içerdiğini belirtmek gerekir.

Edebiyatın toplumsal hayatla iç içe geçtiği bir yerde edebiyatın sosyolojik inceleme açısından nispeten ihmal edildiğini ama yine de edebiyata ilişkin sosyolojik ilginin tamamen yok olmadığını söyleyebiliriz. Gelgelelim edebiyatın sosyolojik açıdan ele alınırken burada ne türden bir yaklaşım, yöntem veya perspektifin izlenmesi gerektiği meselesi bizim için temel öneme sahip bir husustur. Dolayısıyla edebiyatı sosyolojik açıdan ele almanın çeşitli yöntem veya yaklaşımlarından söz edebiliriz. Başka bir ifadeyle, sözgelimi “edebiyat sosyolojisi” derken böylesi bir disiplinin sanılanın aksine keyfilik düzeyinde bir entelektüel girişimi içermediğini (örneğin edebiyat ve toplum arasında kurulabilecek sınırsız yorumları düşünürsek), nihayetinde edebi bir eseri ele alma biçiminin ardında belirli bir bakış açısının olduğunu söylemek gerekir. Örneğin edebi açıdan farklı ülkelerden iki yazarın üslubu arasında muhtemel birtakım benzerlikler bulabiliriz ancak her ikisinin eserlerinde farklı konuları farklı bakış açılarıyla işlediklerini görmek mümkündür. Dolayısıyla yazarların eserlerine yönelirken bu anlamda sosyolojik açıdan farklı yöntem veya yaklaşımları kullanmak zorunda kalabiliriz.

Sosyolojik pencereden bakıldığında Jack London’ın pek çok eserinin kendi içinde son derece sıkı örülmüş, tutarlı bir düşünce dizgesini başından sonuna dek savunduğunu görüyoruz. Sanırım Jack London’ın bu anlamda “tezli roman/hikaye” denilebilecek türden bir yazın metoduna sahip olduğunu söyleyebiliriz. Zira Jack London’ın işlediği bu tez şüphesiz en başta sosyolog-düşünür Herbert Spencer’ın bakış açısının tutarlı bir savunusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla beraber Jack London’ın eserlerinde Karl Marx’ın düşüncelerinin de büyük etkisinin olduğunu belirtmek gerekir. (Şüphesiz Friedrich Nietzsche’nin de Jack London’ı etkilediğini görebiliriz ve bu anlamda örneğin, Martin Eden veya Deniz Kurdu romanlarını daha çok Nietzscheci-varoluşçu bir perspektiften ele almak mümkündür. Burada esas ilgilendiğimiz konu Jack London’ın eserlerindeki baskın sosyolojik temalar olduğu için daha çok felsefi denilebilecek konulara girilmeyecektir.)

Bilindiği üzere Jack London Amerikalı bir yazardır ve çoğu kez onun hayat hikayesi ile romanları ve düşünüş tarzı arasında müthiş bir tutarlılığın olduğunu görmekteyiz. Bu bağlamda söyleyecek olursak, her şeyden önce Jack London “maceraperest” bir kişilik ve eylem kalıbına sahiptir. Bu maceracılık yazar için yalnızca fantastik bir heves veya tutku değil, dönemin ağır ekonomik koşullarının kaçınılmaz bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ve her ne kadar romanları macera türü olarak görülse de eserlerinin çok daha derinlikli ve katmanlı bir içeriğe sahip olduğunu söylemek gerekir. Bu bakımdan onun eserlerinde çoğu kez felsefi, sosyolojik, bilim-kurgusal, distopik, ekolojik ve dahası feminist bazı öğeler bulmak mümkündür.

Jack London’ın Uçurum İnsanları adlı romanına bakıldığı vakit onun yalnızca edebiyat yapmadığını, bir çeşit toplumsal yaşama dair sosyolojik bir imgelem oluşturmaya çalıştığını görmekteyiz. Dahası bu sosyolojik imgelem son derece metodiktir, derinlikli bir araştırma ve incelemeyi barındırır. Jack London adeta saha araştırması yapan bir sosyolog gibi çeşitli gözlemlerde bulunur, nicel veriler toplar ve olaylar arasındaki neden-sonuç ilişkilerini analiz eder ve tüm bunları yaparken kendine özgü edebi üslubuyla bilim yapmanın yolunu geliştirir.

Jack London Uçurum İnsanları adlı romanında “uçurum insanları” dediği şey Londra’nın Doğu Yakası’nda, toplumun en alt katmanlarında yaşayan ve işçi statüsünde bile olamayan, korkunç bir sefaletin hüküm sürdüğü sınıfsal katmanı kasteder. Yazar kenti dolaşırken çarpıcı betimlemeler yapar.

“İnsan Londra caddelerinde yoksulluğun pek farkına varmayabilir, ama herhangi bir yerden yapılacak beş dakikalık bir yürüyüş sizi bir yoksul mahallesine çıkaracaktır. Arabacımın beni götürdüğü bölge sonu gelmeyen bir yoksul mahallesiydi. Sokaklar yeni ve değişik sayılabilecek bir ırkla dolmuştu. Boydan postan yoksun, perişan, içtikleri biradan donuklaşmış insanlardı bunlar. Kilometrelerce tuğla yapıların, bakımsızlığın ve sefaletin arasından geçtik. Her kavşakta, her yolda karşımıza tuğla yapıların ve sefaletin manzaraları çıkıyordu. Sağda solda sarhoş bir erkek ya da kadın sallanıyordu ve hava, ağza alınmaz küfürlerin, kavgaların ve bağırışların sesleriyle doluydu” (London, 2020: 13).

Jack London Londra’nın Doğu Yakası’ndaki insanların yaşadığı bölgenin son derece sorunlu-tehlikeli olduğunu bildiği kadar aynı zamanda derinlemesine gözlemde bulunmak ve bilgi toplamak için olayların ve ilişkilerin arasına karışması gerektiğini de bilir. Dahası yazar söz konusu bölgede yaşayan insanları en doğal haliyle tanımak adına formalite icabı onlardan biriymiş gibi hareket eder. Jack London böylece bir çeşit “katılımcı gözlem” dediğimiz tekniği kullanır.

“Çabucak, göz açıp kapayıncaya kadar, onlardan biri haline gelmiştim. Eski püskü ve dirsekleri incelmiş ceketim onların sınıfına ait olduğumun bir işaretiydi. Daha önce bana karşı gösterdikleri saygı yok olup gitmiş, yerini paylaşılan bir arkadaşlık almıştı. Kadife elbiseli ve boynuna kirli bir atkı sarmış olan adam artık bana “bayım” ya da “patron” diye seslenmiyordu. Artık “arkadaş”tım onun için; bu sözde bir güzellik ve içtenlik vardı, başka hiçbir kelimede olmayan bir sıcaklık ve bir yakınlık vardı. Patron! Bu sözde bir üstünlük, güç ve yüksek otorite havası vardı” (London, 2020: 18).

Yukarıdaki pasajda geçen “arkadaş” ve “patron” sözcüklerinin hiyerarşik bir anlamı çağrıştırdığını hesaba kattığımızda burada Jack London’ın en temelde Karl Marx’ın “tarihsel materyalist” yaklaşım içinden meseleye baktığını ve toplumsal sorunu “sınıfsal” bir bakış açısıyla ele aldığını görmekteyiz. Bununla beraber muhtemelen bir başka okuma tarzıyla, yazarın antropolojik anlamda “emik” bir bakış açısıyla bilgi topladığını söyleyebiliriz. “Bu yaklaşım, kültüre özgü veya “içeriden bakış” olarak da nitelendirilmektedir. Emik yaklaşım belirli bir kültürde var olan davranış ve tutumların o kültürün kavramlarıyla açıklanabileceği temeline dayanmaktadır” (Erkenekli, 2012: 223).

Jack London’ın dikkat çekici bir biçimde birtakım istatistiki denilebilecek veriler üzerinden hareketle insanların içinde bulunduğu yaşam koşullarının olumsuzluğunu açıkça ortaya koyduğunu görmekteyiz. Sözgelimi bir genç kızın haftada en fazla 5 dolar kazanabildiği bir işin ardından bu kızın masrafların ne kadarını karşılayabileceğinin hesabını yapan Jack London, ortalama denilebilecek nicel verilerle birtakım çıkarımlarda bulunur. Şu halde kira, yakacak, aydınlatma, yemek, yol parası, çamaşırhane gibi toplamda 4,50 doları bulan harcama listesini zar zor karşılayabilecek düzeyde olumsuz yaşam koşullarına dikkat çeken yazar insanların giyinmek ve eğlenmek için daha estetik ihtiyaçlara hakkının olduğunu vurgular (London, 2020: 180-181).

Jack London’ın Uçurum İnsanları adlı yapıtı “getto” ve “evsizlik” gibi kavramlar etrafında ele alındığında ayrıca onun edebi çalışmasının daha özel haliyle “kent sosyolojisi” diyebileceğimiz türden birtakım toplumsal sorunları işlediğini ve bu noktada bize fikirler sunduğunu söyleyebiliriz. Nihayetinde Jack London’ın kendine özgü edebi üslubuyla aynı zamanda modern uygarlığın dikkate değer bir eleştirisini de yaptığını görmekteyiz. Şöyle der:

“Şüpheye yer bırakmak olmaz. Günümüzde uygarlık insanın üretim gücünü yüz misli arttırdı, oysa yanlış yönetim yüzünden bu Uygarlığın insanları hayvanlardan daha kötü koşullarda, bugün buz gibi bir iklimde on bin yıl önce taş devri insanları gibi yaşayan vahşi bir Innuit’den daha az yiyeceğe, giyeceğe ve korunacak yere mahkûm yaşıyor” (London, 2020: 271).

Sonuç itibariyle edebiyat alanının pek çok formunun kendi içinde gizli bir sosyolojik bakış açısını barındırdığını söyleyebiliriz. Zira sosyolojilerde modern, postmodern veya postyapısal eğilimler olduğu kadar edebiyat alanında da klasik, modern veya postmodern edebiyat dediğimiz eğilimler mevcuttur ve dolayısıyla edebiyat-sosyoloji ilişkisinin de bu açıdan belirli yaklaşımlar etrafında ele alınması gerektiği açıkça karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda her yazarın içinde yaşadığı çağ ve toplumsal koşullar aynı zamanda edebi imgelemin sosyolojik bir imgelem olarak ele alınmasını mümkün kılabilir.

Hamit Ölçer[1]

[1] Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Sosyoloji Bölümü, Doktora Öğrencisi.

Kaynakça

Erkenekli, M. (2012). Kültürel Değer Çalışmalarında Yöntem ve Sosyolojik Araştırmalar İçin Bir Model Önerisi. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 33, 221-230.

London, J. (2020). Uçurum İnsanları (Çev: Osman Çakmakçı). İstanbul. Alfa Yayınları.

[*] Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Sosyoloji Bölümü, Doktora Öğrencisi.