Kuru Otlar Üstüne Filmi Ve Gittiğimiz Her Yere Götürdüğümüz Benliğimiz

Sinema - Hatice Erdem

Kuru Otlar Üstüne Filmi Ve Gittiğimiz Her Yere Götürdüğümüz Benliğimiz

Gösterime giriş tarihi: 29 Eylül 2023

Süre: 3 saat 17 dakika

Konu: Dram

Yönetmen: Nuri Bilge CEYLAN

Ülke: Türkiye

Sıradanın sıra dışılığını ortaya koyan, sade ama oldukça derin, kısacası bizden bir parça taşıyan harika bir filme daha imza atmış Nuri Bilge Ceylan. Doğu Anadolu'da, karların hüküm sürdüğü bir köy okulunda öğretmen olmak...

Üç buçuk saate yakın uzun soluklu bir festival filmi var karşımızda. Merve Dizdar’ın Cannes film festivalinde aldığı ödülle daha çok gündeme oturan film, verdiği mesajlar açısından kesinlikle izlenmeye değer.

Eğer Nuri Bilge CEYLAN filmlerinin takipçisiyseniz çok iyi bir gözlemci olduğunu, onun basit gibi görünenin altındaki karmaşayı çözümleme şeklini de zihnimizde asılı bıraktığı soru işaretlerini de bilirsiniz. Üç Maymun, Ahlat Ağacı, Kış Uykusu, Bir zamanlar Anadolu’da ve diğer filmleriyle birlikte Kuru Otlar Üstüne yine bize toplumsal gerçekçilik izinde, insan psikolojisinin derinliğini günlük hayatın basitliği içerisinde vermektedir.

Hepimizin bildiği gibi sanat, bilim gibi nesnel bir bakış açısını gerektirmez. Benim bir eserde gördüklerimi bir başkası mutlaka çok farklı yorumlayacaktır. Önemli olan herkesin penceresinden ne gördüğü ve diğerlerinin bu farklı görüntülerden beslenebilmesi ve birbirinin bakış açısına saygı duyabilmesidir.

Batılı bir resim öğretmeni, zorunlu görevini bir köy okulunda yapmaktadır. Görev süresini bitirip tekrar memleketine dönmek için gün saymaktadır. Bu süre zarfında ise köy kültürünün o sessiz sakin ama içsel olarak fırtınaların koptuğu ruh haline uyum sağlamış gibi görünmektedir.

Beyaz karların altına gizlenen bahar ise bir türlü gelmemektedir. Bir süreden sonra insanları da doğanın ruh haline bürünmektedir. Her gün aynı işlerle uğraşmak, aynı sohbetleri yapmak, yeni dedikodular peşinde koşmak dışında heyecan verici bir şey olmamaktadır burada. En büyük aktivite ise ilçeye inip para çekmek, alışveriş yapmak ve börek almaktır.

Öyle ki zamanla resim yeteneği ya da isteği körelen öğretmenin tek yaptığı aktivite fotoğraf çekmektir. Ama hiçbir zaman kadrajda kendi görüntüsünü görememekteyiz. Çünkü kendisini oraya ait hissetmemektedir. Sadece ev arkadaşı olan öğretmenin isteği üzerine bir fotoğraf karesinde yer alır. Bu ise diğer doğulu öğretmenin onu sahiplenmesinden kaynaklanmaktadır.

Diğer yandan yeni tanıştığı bir kadın öğretmene duygusal olarak yakınlaşma eğilimindedir. Aslında tek renkten ibaret olarak gördüğü hayatına bir nebze renk getirmeye çalışmaktadır. Ancak bir patlamada bacağını kaybeden idealist ve kendini oldukça geliştirmiş olan kadının ilgisini bir yere kadar çekse de kadının ise diğer doğulu öğretmenin gizemi ve saflığı ilgisini çekmektedir.

Üçlü bir arkadaşlık adı altında iki erkekte kadının dikkatini çekmek için birbiriyle yarış içine girerler. Doğulu olan erkek öğretmen daha mahremiyet çerçevesi altında, kültürel öğelerini ön planda tutarak bunu yaparken, batılı olan erkek ise bu konuda daha cesur ve sınır tanımaz bir şekilde bunu yapma düşüncesindedir. Kar örten, gizleyen, saflığı, mahremiyeti dillendirendir. Bana göre bir yandan kar ile birlikte kültüründen ödün vermeyen, çok renkli ama aynı zamanda tek renkli doğu kültürüne atıfta bulunulmaktadır.

Diğer taraftan ise işveli bir kız öğrencisi tarafından ilgi görmektedir batılı resim öğretmeni. Bu ise öğretmenin hoşuna gitmektedir. Belki bazı izleyiciler bu yakınlığı pedofili olarak görecektir. Ama bana göre bu ilgi, kendini ait hissetmediği bir yerde aitsizliğini bertaraf edip kendini değerli hissetmesini sağlamaktadır. Hem de kızın cesur hareketleri ve şivesiz konuşma tarzıyla kendi kültürünü bütünleştirmektedir. Diğer yandan otorite kurabildiği birisine karşı kendini daha rahat ifade etme egosunun tatmini gibi bir şeydir bu yakınlık.

Bu ilgi ise daha sonra beklenmedik bir düşmanlığa sebep olacak ve eğitim camiasının makus kaderi olan olumsuz olaylara gebe bırakıp başlarına dert açacaktır.

Bana göre öğretmenlik, nereye gidersen git ideallerini daima heybende taşıyıp benliğinden kopmasına izin vermediğin, tohumları yeşerten, filizleri büyüten kutsal bir meslektir. İzlediğim karakter ise etrafında sürekli gördüğü karı ve soğuğu o bölgeyle bütünleştirerek bunun zihnini de örtmesine izin vermiştir. Hâlbuki işine sımsıkı sarılıp kör olan gözleri ve yürekleri açmak için var gücüyle çalışabilirdi. Belki bir ressam çıkmayacaktı o öğrencilerden ama sanatın besleyiciliğini, sınırsız yaratıcılığını ve klasik bakış açısını aşmayı öğrencilerine aşılayabilirdi. Kara ve soğuğa rağmen tüm öğretmenler bir araya gelip kendilerinin, o çocukların ve toplumun gelişimi için bambaşka etkinlikler planlayabilirlerdi.

Ben daha çok bu öğretmeni kendini gerçekleştirememiş bir karakter olarak gördüm filmde. Yeteneklerinin körelmesine göz yuman, ortamın rehavetine uyum sağlayıp hayallerinden vazgeçen, yakaladığı umut kırıntılarından medet uman, bencil ve kibirli, dikkat çekip ilgi odağı olmaya çalışan, bunun için hırs yapan silik bir karakter... Oradan kaçma derdindedir ama nereye giderse gitsin kendi kayıp özünü de gittiği yere taşıyacak ve tanışamadığı özünün sancısıyla mutluluğu yakalayamayacak ve hayattan zevk alamayacaktır. “Ama bana öyle geliyor ki, dünyada güzel olan her şey, daha insana ulaşamadan, insanın kendi ördüğü ağlara takılıp kalıyor.” Repliği ise karakterin kendine ördüğü ağları kanıtlar niteliktedir.

Kendisi de yaşadığı coğrafya gibi direk kıştan yaza geçip baharını göremez. İsmini bile bilmediği üstüne bastığı kuru otlar kendi deyimiyle doğudaki hayatına benzese de aslında kendi ruhunda yeşermeyi umut ettiği ismi konulmamış kuru otları simgelemektedir.

Doğuda, özellikle soğuğun hakim olduğu şehirlerimizde hele de köylerinde öğretmen olmak kolay bir şey değil. Soba yakmak, marketten istediğini alamamak, veliden yeterince maddi ve manevi destek görememek, okulun imkânsızlıkları, küçük yerin dar zihniyet yapısından çekinip dedikoduya maruz kalabilme ihtimali vb gibi uzayıp giden bir liste çıkarabiliriz. Ama doğuda çalışan bir çok öğretmenimiz maalesef bir an önce görev süresini doldurup gitme düşüncesinde. Kolay olan kaçmak, kolay olan aydınlanmış zihne eğitim vermektir. Ancak zor ama geleceğe iz bırakacak olan ise kalmak ya da en azından gidene kadar o zihniyetleri bir nebze aydınlatabilmek için özveriyle elini taşın altına koyabilmektir. Öğretmenlik, eğitim, rehberlik bunu gerektirir diye düşünüyorum.

Kendini bir yere ait hissetmiyorsan, oranın insanıyla, iklimiyle, kültürüyle empati kuramıyorsan, yaşadığın yerin küçük dünyasını tanımaya gayret göstermiyorsan, sırf işini iş olsun para kazanayım diye yapıyorsan zaten pek söylenecek söz yok bu konuda.

Filmde geçen bir replikte de buna benzer bir ifade vardı. Sen ben gidersek bunu kim yapacak? Taşın altına elini kim koyacak?

Doğu zihniyet olarak neden gelişmiyor diyoruz. Ya da ne yaparsan yap doğu gelişmez sözüne ve doğunun üvey evlat gibi görülmesi düşüncesine katılmıyorum. Oraları gezip görmeden, kültürüne ortak olmadan, insanını tanımadan okunanlar ya da medyada izlenenler yeterli değil oralara yorum yapmak için bence.

Peki eğitimde üst kademeden alt kademeye kadar oraları geliştirmek için neler yapıyoruz? Eğitim sisteminin bürokratik ilişkilerinde, müfredatın sınırlılığı ve maddi yatırımların yönü konusunda nelere takılıp tökezliyoruz ve çoğu zaman neden düşüyoruz? Özellikle dedikodulara neden pirim veriyoruz. Filmdeki bilge rolü üstlenen kişi bu konuya açıklık getirmiş gibi. Madem birileri yanında dedikodu yapıyorsa onlara katılmak yerine onları susturmasını bileceksin. Sen ben onları susturursak dinleyici bulamayan dedikoducularda bir süreden sonra pes edip birçok şeyi normalleştirmeye başlayacaktır. Peki ahlâk nedir? Bunun bir kriteri var mıdır? Hangi davranışa ahlâklı deriz hangisine ahlâksız. Bu uzun uzun konuşulacak başka bir yazının konusu olsa da ahlâklı olma kriterlerinin değişim ve gelişimi uzun bir süreci kapsar ve birkaç günde olacak bir şey değildir elbet.

Burada doğu ya da batı savunuculuğu yaptığım düşünülmesin. Ben her konuda ortada olmayı ve dengeli olmayı savunanlardanım. Belli bir noktaya kadar kendi kültürümüze sahip çıkıp onu gelecek nesillere aktarmalıyız. Ama aynı zamanda da batılı görünmek adına aşırı uçları hayatımıza direk geçirmek yerine kültürümüze yakışır şekilde batı kültürünün iyi yönlerini kendi kültürümüze uyarlayarak daha esnek bir bakış açısından yana olma düşüncesindeyim.

Çevremize, ideallerimize, hayallerimize yabancılaştığımız gibi kendimize de yabancılaşmış olabilir miyiz? Biz kimiz? Hayattan ne istiyoruz? İdeallerimiz için neler yapıyoruz? Hayallerimize sahip çıkıyor muyuz? Ruhumuzun sesine kulak veriyor muyuz? Özümüzün tohumlarını besliyor muyuz? Bencilliğimizden ve kibrimizden kör olan zihnimizin rehberliğiyle mi hayat yolunda yürüyoruz? Kendimize ördüğümüz ağların farkında mıyız? Çevremize ve kendimize ne katıyoruz? Ahlâklı mıyız?

Peki birçoğumuz da kıştan bahara geçmeden direk yaza geçiyor olabilir miyiz? Kuşların, baharın renkleri ve kokularıyla mest olup şakıyışlarını kendi içimizde de göremiyor olabilir miyiz?

Bu soruların cevabını bulabilmek ve başkalarını günah keçisi yapmak, eksikliğimizi yaşadığımız yere yıkmak yerine kendimizle birlikte gittiğimiz her yere taşıdığımız benliğimizin dehlizlerine inip onu tanımak ve kendimize ördüğümüz ağlardan kurtulmak dileğiyle...

Filmlerle, kitaplarla ve felsefeyle kalın...