AFŞAR TİMUÇİN’İN FELSEFE AÇISINDAN EDEBİYATA BAKIŞI
Bu yazıda Afşar Timuçin’in felsefe açısından Nazım Hikmet, Sabahattin Ali ve Sait Faik okumalarına değinmek istiyorum. Hem bir düşünür hem de bir edebiyatçı olan Timuçin’in çalışmaları, felsefe-edebiyat ilişkisi bağlamında geniş biçimde irdelenmesi gereken yönler içermektedir.
Timuçin’in felsefe-edebiyat ilişkisine bakışı
Edebiyat ile felsefenin tarihten bu yana evrensel insan düşüncesini birlikte dokuduğunu, birlikte ördüğünü, birlikte işlemiş olduğunu belirten Timuçin’e göre, “Edebiyatta felsefeyi felsefede edebiyatı bulduğumuzda uygar insanın gerekli bütünlüğüne kavuştuğunu, bütünsel insana yaklaştığımızı duyarız.” Timuçin, edebiyattaki felsefenin kendine özgü yönlerini şöyle açıklar: “ Edebiyattaki felsefenin ve felsefedeki edebiyatın anlamını iyi kavrayamayanlar edebiyat yapmak ya da felsefe yapmak adına edebiyatı edebiyat olmaktan ve felsefeyi felsefe olmaktan çıkarırlar. Düşünen edebiyat başkadır, içine felsefe konmuş edebiyat başkadır.”
Timuçin’in felsefe-edebiyat ilişkisi bağlamında Nazım Hikmet’e bakışı
Timuçin, Nazım Hikmet’i bir “deha” olarak tanımlar ve şairin, kendini nasıl bir dünyada bulduğunu ortaya koyarak onun şiirinin gelişme evrelerini irdeler. Yaratmanın dış ve iç dünyanın verilerini fikre dönüştürmek olduğunu vurgulayan Timuçin, Nazım Hikmet’in şiirini ele alırken, şiiri ve mücadelesi arasındaki bağıntıları da ortaya koyar. Şairin kavgasını sanatının, sanatını ise kavgasının ürünü olarak değerlendirir. (s.14)
Her şeyiyle kendine özgü olan bir şiiri kurmuş olan Nazım Hikmet’in “bir yaşam felsefesi” geliştirdiğini de belirten Timuçin, bunu şöyle açıklar: “Yaşamak hem bireyselliğimizi gerçekleştirmek, hem kendimizi en büyük evrenselliğe bağlamak anlamını taşır. Nazım Hikmet’in yaşam felsefesi şu iki dizede en yetkin anlatımını bulur: Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/ve bir orman gibi kardeşçesine…”(s. 65)
Nazım Hikmet’in şiirinde işlevsellikle güzelliğinin birbirini tümleyen şeyler olduğunu vurgulayan Timuçin’e göre, “dıştan baktığımızda açık, sağlam, yeni, sıcak ve bütünlüklü, içten baktığımızda tutkulu, kavgacı, sevecen, düşünceli ve bilgili. Bunca niteliği bir araya getiren yapıtlar üstün yapıtlardır. Şiirini bu niteliklerle donatan sanatçılar üstün sanatçılardır. Böyle bir üstünlük dehanın öngörüsüyle savaşçının direnişi yan yana geldiği zaman gerçekleşebilir ancak .” (s. 128)
Timuçin’in felsefe-edebiyat ilişkisi bağlamında Sabahattin Ali’ye bakışı
Sabahattin Ali’nin sanatının toplumcu bir yalnızın sanatı olarak tanımlanabileceğini söyleyen Timuçin’e göre,. “Tüm ideolojik kaygılarına karşın Sabahattin Ali uzlaşmaz kişiliğiyle hep ayrı bir yerde durur. Bu anlamda birçoklarından, örneğin Nazım Hikmet’den daha başka bir kişilik örneği ortaya koyar. (…) Nazım Hikmet varoluşunun anlamını her zaman başkalarıyla ve giderek kalabalıklarla yaşanan bir ortaklaşmada bulurdu. Sabahattin Ali dünyayı bir kişilik pencereden gözler. (…) Toplumda kendini pek de dingin bulmayan bir toplumcudur.”(s. 11)
Ali’nin Dağlar ve Rüzgar kitabındaki şiirlerinin sanat değeri açısından tartışma götürür olduğunu ileri süren Timuçin, bu şiirlerin niteliği hakkında şunları söyler: “İçtenlikli hatta içli şiirlerdir bunlar, düz ve kalıplı bir anlatımla bu sevimli şiirler duvarlar arasına kapatılmış bir yalnızın ruhsal durumunu yansıtırlar.” (s. 14)
Sabahattin Ali’nin kişiliğinin çeşitli özelliklerini kahramanlarına yansıttığına dikkat çeken Timuçin, Onun başlıca kişilerinde pekçok ortak özellikle karşılaştığımızı belirtir. “Bu kişilikler deyim uygun düşerse hep içe doğru geliştirilmiş kişiliklerdir, büyük ölçüde uyumsuz görünen uzlaşmaz kişiliklerdir: gerçekçi olmaktan çok aşırı duygusaldırlar, ussallığın çizeceği yoldan gidecek yerde hep gönül yoluna gitme eğilimindedirler ve her şeyden önce çok kötü yalnızdırlar.”(s. 18) Söz konusu kişiliklerin belirgin bir özelliği de güçsüz olmalarıdır.
Timuçin, Sabahattin Ali’nin öykülerinde gerilimli bir toplumsal bakışın her zaman belirleyici olduğunu belirtir ve yazarın dışa ve içe yönelimlerini şöyle değerlendirir: “Onun dış dünyaya dingin bir gözlemci olmaktan çok kızgın bir öngörülü olarak yöneldiğini görürüz. İçe döndüğünde aşırı duygulu ve son derece hoşgörülü görünen yazar, dıştaki bütün olumsuzluklara karşı tam anlamında kavgacıdır. Enine boyuna düşünülmüş ideolojik bir yönelim olsa da bu, her zaman ideolojik olanı bulandırmaya hazır bir tedirginlik öne geçer.”(s. 99)
Timuçin’in felsefe-edebiyat ilişkisi bağlamında Sait Faik’e bakışı
Sait Faik’in dünyasını bir duygulunun hatta bir duygucunun dünyası olduğunu söyleyen Timuçin’e göre, “Duygusallık Sait Faik’in hemen hemen tüm öykülerinde belirleyicidir. Ancak bu duygusallık insan gerçeğini bozan gölgeleyen çarpıtan silikleştiren bir duygusallık değildir.”(s. 11-12)
Timuçin’e göre, Sait Faik de her insancı gibi sevgiye ağırlık verir. O dünyanın derinlerine ve insanın gizlerine kadar inen bir bakış genişliğine ve keskinliğine sahip bir yazardır.(s. 13) Timuçin, Sait Faik’te yalnızlık ve sevgi arasındaki gerilime ya da farklı iki yöne de işaret ederek, bu iki yönün onun eserinde birlikte göründüğünü ifade eder.(s. 28)
İnsan kadar doğa da Sait Faik’in öykülerinde bütün boyutlarıyla yer alır. Onun eserinde doğanın yeri göz ardı edilemez. “Sait Faik doğaya çok zaman bir duygucu duyarlığıyla yönelir. Onun insanı tam anlamında doğadaki insandır.”(s. 65) Sait Faik, insanı doğayla, doğayı insanla birlikte dile getirir.
İnsanlığa giden yolun toplumun içinden geçtiğini ve bireyin toplumu atlayarak evrensel insan değerlerine ulaşmasının olası olmadığını savunan Timuçin, Sait Faik’in özellikle insanın insanı kullanmasına duyduğu öfkeye işaret eder. Bu bağlamda Sait Faik’in toplumculuğunun, insan sevgisi üzerine, insancı bakış açısına göre kurulmuş bir toplumculuk olduğunu söyleyen Timuçin’e göre, Bu toplumcu kavrayış zorunlu olarak anlatımını siyasetin karmaşık dünyasında bulmaya çalışan bir toplumculuk değildir. Orada durur Sait Faik, siyasetin kapısına kadar gitmez. Her şey daha yetkin bir insanı, geleceğin insanını yaratabilmek içindir. Siyasetin böyle bir savı ve böyle bir yatkınlığı yoktur.”(s. 37)
Bir öykücü olmakla birlikte Sait Faik’in aynı zamanda bir düşünür yönünden söz edilebilir. “Sait Faik’in öykülerinde aynı zamanda bir düşünürdür. Onun öyküleri çok yerde düşünce yoğunluklarıyla ilgimizi çekerler. Hatta düşüncenin öyküye biraz ağır geldiği duygusuna kapıldığımız olur. Bunda belki de onun yalnızca öykü yazarlığında karar kılmış olması, makale yazarlığıyla pek ilgilenmemiş olması belirleyicidir: bu durumda görüşlerini öykülerinde açıklayabilecekti. O yüzden öykülerinde uyguladığı gerçekçilik bir olay gerçekçiliğinden çok düşünce planında bir gerçekçiliktir, insanı iç ve dış yüzleriyle ortaya koymaya çalışan bir tartışmacı gerçekçiliktir.” (s. 65)
Sonuç
Afşar Timuçin’in üç şair-yazar hakkındaki çalışmaları, felsefe açısından edebiyata yaklaşım yollarını ve olanaklarını ortaya koyması ve eleştirel bir anlayışa dayanması açısından da önemlidir. Yalnızca övgüye, olumlu değerlendirmelere değil, aynı zamanda eleştirel değerlendirmelere de gerektiğinde yer vermesi dikkat çeken bir özelliktir.
Son olarak söylemek istediğim, felsefecilerimiz yalnızca edebiyatın/sanatın neliği üstüne düşünceler ileri sürmemeli, aynı zamanda edebiyat eserlerinin felsefi okumasını ve yorumlamasını da ortaya koymalıdırlar. Bu noktada edebiyatımızın felsefe açısından ele alınıp işlenmesi gereken büyük bir birikime sahip olduğu söylenebilir. Timuçin’in bazı yönlerine değindiğimiz üç kitabı, felsefe ve edebiyat arasındaki ilişkileri anlama ve değerlendirme doğrultusunda yol gösterici çalışmalar olarak önem taşımaktadır.
Kaynakça
Afşar Timuçin, “Felsefesiz Edebiyat Edebiyatsız Felsefe Olur mu ya da Olmalı mı?” Felsefelogos, sayı:17-18, 2002/1-2.
Afşar Timuçin, Nazım Hikmet’in Şiiri, Bulut Yayınları, (5. Baskı).
Afşar Timuçin, Öykü ve Romanlarıyla Sabahattin Ali, Bulut Yayınları.
Afşar Timuçin, Sait Faik’in Dünyası, Bulut Yayınları.