Dr. Onur Uzer ile Kent Sosyolojisi Üzerine I

Sosyoloji - Dr. Öğretim Üyesi Onur Uzer Hasan Güneş

Dr. Onur Uzer ile Kent Sosylojisi Üzerine I

1- M:Ö 6000-3000 bin yılları arasında, uygarlığın gelişmesine yardım eden gelişmeler nelerdir?

İnsanlık tarihi boyunca farklı medeniyetler dünya üzerinde yer etmiş, uygarlık kavramının ortaya çıkmasında da kentsel yerleşim alanlarının etkili olduğu görülmektedir. Uygarlığın gelişmesinde insan topluluklarının oluşturduğu medeniyet sürecinde, avcılık, toplayıcılıktan, tarımsal üretime geçinceye kadar farklı üretim teknikleri gelişmiştir. Uzmanlaşma, sosyal beceriler, yeni üretilen fikirler yerleşik hayatın unsurlarını doğurmuştur. Kent yaşamı yeni ve gelişmiş aletleri ortaya çıkarmıştır. Bu teknik bilginin gelişimi de uygarlığın gelişiminde etkili olmuştur.

İlk uygarlıklar, taşkın ovaların zengin topraklar içerdiği ve akarsuların da bitkiler için sulama ve ulaşıma yardımcı olduğu geniş akarsu vadilerinde ortaya çıktı.Başlangıç uygarlıkları, dışarıdan gelen bir etki olmadan ve daha önceki bir uygarlığın gelişmelerinden yararlanmadan şehirleşmişler ve karmaşık yapılar kurmuşlardır, ancak tabi ki bunların hepsi aynı anda olmamıştır. Bundan sonra gelen pek çok uygarlık ya daha önceki unsurları ödünç almış, ya bunların üzerine bir şeyler koyarak kendi uygarlığını kurmuş ya da diğer uygarlıkları fetih yoluyla kendi bünyesine katmıştır.Fırat-Dicle, Nil, İndus vadileri ve Huang Nehri dâhil dünyanın farklı bölgelerinde daha geniş ve yoğun nüfuslu yerleşimler ortaya çıkmaya başlamıştı.Karmaşık toplumlarya dauygarlıklarolarak adlandırılan bu yoğun nüfuslu insan toplulukları, yoğun nüfus, tarıma dayalı ekonomi, sosyal hiyerarşi, iş bölümü ve uzmanlaşma, merkezi hükümet, anıtlar, kayıt tutma ve yazı ve karmaşık inanç sistemleri gibi birçok ortak özelliğe sahiplerdir. Bu özellikler uygarlığın gelişiminde de etkili olmuştur. İlk kurulan şehirler güç, üretim, kültür ve yeniliğin bağlantı noktalarıydı. Ancak bu şehirleri ayakta tutmak kolay değildi. Yiyecek ve su gibi kaynaklar bulmak, bina yapımında kullanılan taş gibi maddelere erişmek ve ateş yakarak enerji elde edebilmek için çevrenin büyük ölçüde ve genellikle geri dönüşü olmayacak şekilde işlenmesi gerekmekteydi. Bu nedenle söz konusu şehirler, hava koşullarına ve iklimdeki dalgalanmalara karşı çok duyarlıydılar. Örneğin bir sel, tüm arpa stoğunun yok olmasına, kuraklık ise su kaynaklarının endişe verici ölçüde azalmasına neden olabilirdi. Bu toplumların nüfusça yoğun olması nedeniyle hastalıklar, çatışmalar ve kıtlığın etkileri daha da fazla hissedilmekteydi. Bir hastalığın baş göstermesi hızlıca salgına dönüşebiliyordu. Bu zafiyetlere karşı söz konusu topluluklar, doğal ortamlarındaki değişimlere hazırlıklı olabilmek için su ve yiyecek depolama gibi yöntemler geliştirmişlerdir. Mezopotamya (bugünkü Irak) uygarlıkların ortaya çıktığı ilk yer olmuş, onu Mısır izlemiştir. M.Ö. 2500'lerde Çin gelişen bir medeniyete sahipken, Orta Amerika (bugünkü Meksika) yaklaşık M.Ö. 1200'lerde bir medeniyete sahipti. Antarktika hariç, her kıtada uygarlığın geliştiği görülmüştür. Uygarlığın gelişiminde yazılı kanunların önemli etkisi vardır. İlkkanunlar, veya yazılı kanun koleksiyonları, Sümerlere ait olan ve M.Ö. 2100 ile 2050 arası yazılmış Ur-Nammu Kanunları ile Babillere ait olan ve M.Ö. 1760 civarında yazılmış Hammurabi Kanunları'dır. Bu kanunlar neticesinde kurulan devletler uygarlık gelişimini yazılı kurallara bağlı bir şekilde sürdürmüşlerdir.

2- İlk şehirlerin kuruluşunda dinin ekonomik sistemin ve özel mülkiyetin rolünü açıklar mısınız?

İlk şehirlerin kuruluşunda dinin etki alanına girmesiyle ekonomik sistemler etkili olmuştur. Özellikle yazının bulunuşu ile birlikte bu süreç tarihi yapılar, dini inanışa göre yeniden üretilmiş, ticari faaliyetler bu yapıların etrafında şekillenmiştir. Kentleşmenin en önemli bileşenlerinden olan toplumsal sınıflaşma, Mezopotamya’da ilk kez MÖ 5. binyılda belirginleşerek, mal denetiminin belli bireylerin ya da ailelerin tekeline geçtiği bir düzene dönüşmüş gibi görünmektedir (Frangipane, 2016). Ticaretin gelişimi ile birlikte özel mülkiyetin özellikle Mezopotamya şehirlerinde görünürlüğü etkili olmuştur. İlk yazı dönemi sırasında Mezopotamya şehirlerinde tapınak; sosyal, ekonomik ve siyasî açıdan büyük bir rol oynamıştı. Tapınak, toprak mülkiyetini kontrol etmiş, işçileri ve zanaat ustalarını çalıştırmış, uzun mesafeli ticareti yönetmiş, şehir ve çevresi üzerinde siyasî otorite oluşturmuştu (Nemet-Nejat, 1998: 19). Aşağı Mezopotamya’da şehrin odak noktası, kült merkezleriydi. Bu kült merkezlerinin zaman ve mekân bakımından oldukça sabit kaldığı arkeolojik kayıtlardan bilinmektedir. Örneğin, Eridu şehrinde gerçekleştirilen arkeolojik araştırmalarda, M.Ö. VI. binyılın sonlarından, Fırat Nehri’nin akışında meydana gelen değişim nedeniyle şehrin terk edildiği M.Ö. III. binyılın sonuna kadar devam eden süre boyunca aynı yerde inşa edilen on altı tapınak dizisi tespit edilmiştir. Bu süre içinde, tapınak bir odadan, şehir ve çevresindeki ova üzerinde yükselen yüksek ve büyük bir ziggurata dönüşmüştür (Garfinkle, 2013: 106). Bu konuyla ilgili olarak Oates görüşlerini şu şekilde açıklamaktadır: "Bilinen en eski şehir merkezlerinin odak noktası bir tapınak veya tapınaklar kompleksidir ve bu modelin kökeni, erken Ubeyd Dönemi yerleşmelerine kadar izlenebilir. Yine de, bu merkezleri teokratik toplumlar olarak nitelemek veya sıkça yapıldığı gibi, gelişimlerini hızlandıran tek öğenin din olduğunu düşünmek her şeyi çok basite indirgemek olur. Çünkü Mezopotamya'da herhangi bir yerleşimin daha önce orada bulunan bir tapınma yeri çevresinde büyüdüğüne dair bir kanıt yoktur. Tapınak varlığını topluma borçludur, onun tarafından yönetilmektedir ve en erken dönemlerinde karmaşık ve temelde dünyevi olan toplum bünyesinin bir öğesidir" (Oates, 2004: 25). Huot, Thalmann ve Valbelle’ye göre ise, "Mezopotamya şehirlerini teokratik şehirler olarak düşünmekten sakınmak gerekiyorsa da, bu şehirlerin her şeyden önce tanrıların ikametgâhı oldukları düşüncesi bir gerçektir. Şehirlerin kuruluşu her ne kadar kralların eseri ise de, kökenlerinin tanrılara uzandığını gösteren metinler çok sayıdadır" (Huot, Thalmann, Valbelle, 2000: 251). Bu bağlamda, Eski Yakın Doğu edebiyatında tanrıların şehirleri inşa ettiği fikri ile karşılaşılır. Nitekim M.Ö. II. binyıl’da bölgesel krallık haline gelen Babil’de, Yaratılış Destanı’nda Babil şehrinin üstünlüğünü vurgulamak amacıyla, bu şehrin tanrıların yeni taç giymiş kralı olan Marduk’un evi olarak tanrılar tarafından inşa edildiği anlatılır. Dolayısı ile tapınak, tanrının gerçek ikamet yeri olarak görüldü ve bu yüzden şehir ile tanrısı arasında güçlü bir bağ doğdu. Bu fikir, Yakın Doğu’daki şehir devleti kültürlerinde ortak bir düşünce şekliydi. Bu düşüncenin yansıması olarak şehir içindeki tüm faaliyetler, sakinleri tarafından istikrarın desteklenmesi ve ilahi bir düzeni sürdürme olarak görülürdü. Sistem, gerekli tarımsal işlerin çoğunu gerçekleştiren ve surları inşa etme, kanal bakımı ve hatta askeri faaliyet için çağrılabilen bağımlı geniş bir emekçi kesim tarafından ayakta tutuluyordu. Bunlar, "uzmanlaşmış sınıflar" olarak adlandırılabilir. Bir meslek sahibi olarak metinlerde tespit edilen bu kişiler, en iyi bilgi sahibi olunan ve şehir toplumuna ait ayrıcalıkların tümüne sahip, büyük ölçüde özgür bireyler topluluğu olarak karşımıza çıkar (Garfinkle, 2013: 107). İlk şehirlerin oluşumunda dinin özellikle tapınak ve ibadet yerleri çevresinde ekonomik ilişkilerin gelişmesinden dolayı önemli etkisi vardır. Dini inanışa göre birçok toplum bu süreçte ekonomik temelli iletişim ağları kurarak ticaretle ilgilenmiştir. Hindistan’daki kast sistemi Brahmanizm’in yarattığı sınıfsal farklılıklar da dinle özel mülkiyet ilişkisini birebir bu coğrafyada yaşandığını göstermektedir.