AFŞAR TİMUÇİN’İN EDEBİYAT ESTETİĞİ ÜSTÜNE
Afşar Timuçin hem felsefe hem de edebiyat alanında ortaya koyduğu eserleriyle önemli bir düşünce ve kültür insanıdır. Öykü, roman ve şiir alanında kendine özgü çizgisini sürdürürken, aynı zamanda yalnızca edebi eserler vermekle kalmayıp, edebiyat ve edebiyat estetiği üstüne düşünceler de üretmektedir. Hiç şüphesiz estetik, onun felsefe çalışmalarının da odağında yer almaktadır. Timuçin’in Edebiyat Estetiği-Konusunda Kendimle Konuşmalar adlı kitabı; romanın, öykünün, şiirin ve denemenin estetik boyutlarını ele alıp irdeleyen konuşmalardan oluşuyor. Timuçin bu kitabında, kendine sorup cevapladığı konular ve sorunlar bağlamında edebiyata yönelik bir bilincin eleştirel çözümlerini dile getirmektedir.
Timuçin, edebiyatın ve edebiyat insanının toplumla ve kültürle olan ilişkilerine önem verir ve bu bağlamda karşımıza çıkan bazı sorunları da irdeler. Tarihsel açıdan bakıldığında edebiyatın felsefenin kaynağı olduğunu söyleyen Timuçin, bununla birlikte edebiyat ve felsefenin farklılığını da vurgular. “Sanat yapmak duygu ve düşünce düzeyinde insanı araştırmaktır.”(s. 9) Ona göre, “Güzel her zaman duygusalla düşünselin birlikteliğini duyurur bize. Sanat yapmak estetik değer oluşturmaktır.”(s. 10)
Edebiyat, siyaset, özgürlük ve değerler sorunu
Timuçin’e göre, “Kültürün üç kardeş alanı, bilim sanat felsefe kendi açılarından ya da kendi yöntemleriyle insanı araştırırlar.”(s. 10) İnsan araştırması denildiğinde, bundan, bilgiye dayalı geniş çerçeveli bir araştırmayı anladığını belirten Timuçin, bu bağlamda sanat yapıtlarının nitelikleri bakımından farklılık gösterdiğini şöyle açıklar: “Bir yanda gerçek anlamda insan araştırması diyebileceğimiz yetkin güçlü değerli sanat ürünleri vardır, bir yanda da gündelik bilinçle oluşturulmuş ama gene de insan sorunlarına dokunan sıradan sanat yapıtları vardır.”(s. 11) Ona göre, “insan değişen ve değişirken değiştiren bir varlıktır.(…) Her insan araştırması insana bir yaklaşımdır.”(s. 13)
Timuçin, edebiyatın siyaset yapma aracı olarak kullanılmaması gerektiğini söylerken, yine de edebiyatın siyasallığı içerdiğini şöyle açıklar: “Edebiyatın kendisi bir bakıma zorunlu olarak siyasettir: kendinde toplumu dönüştürücü güçler taşır. Edebiyatın kendinde taşıdığı dönüştürücü güç düşünsel yetkinlikle ilgilidir: edebiyat sanatı yaşamımızı daha çok düşünsel ağırlığıyla etkiliyor. Özgürlük sorunu gibi yaşamsal sorunlar felsefede ve edebiyatta anlatımını buluyor.”(s. 48) Özgürlük sorununun bilinç düzeyiyle ilgili bir sorun olduğunu belirten Timuçin’e göre, “İnsan kendini özgür kılabilen ya da kılması gereken bir düşünce varlığıdır. Bilincin gelişim süreçleri toplumsal anlamda da bireysel anlamda da özgürleşme süreçleridir.”(s. 49) Ancak bu noktada özgürlük bilinci konusunda farklı durumlarla karşılaşmamız söz konusudur. Timuçin’e göre, “Bilinç açısından yeterince yetkinleşememiş sürü toplumları için özgürlük sorunu karanlık belirsiz korkulası hatta yapay bir sorundur.”(s. 50)
Timuçin’e göre, “Toplumların kültür üretimini uğraş edinmiş kesimleri özgür düşünceye ve özgür eyleme daha çok gereksinim duyarlar.”(s. 50) Edebiyat insanının hem yetkin bir bilince ulaşmış olarak kendini özgür kılma zorunluluğu vardır hem de özgür ortamlara ihtiyaç duyar. “Özgürlükte toplumsal ve siyasal kısıtlamaların acısını en çok düşünen insanlar özellikle de düşünürler çeker.(…) Yaratıcıyla yönetici arasında bir kavga konusu gibi görünen karşıtlık özünde yaratıcıyla toplumu arasındaki çelişkilerin bir sonucudur.”(s. 50) Burada hiç şüphesiz değerlerle de ilgili bir çatışma karşımıza çıkar. “Evrensel bilincin bir temsilcisi olması gereken edebiyat adamı insanlığın üst düzeydeki değerlerini yaşama geçirmek için toplumun hatta insanlığın eskimiş köhneleşmiş ve çoktan yürürlükten kaldırılması gereken değerleriyle savaşırken yeni değerlerin bildiricisi olur.(…) özgürlüğü bu ikili düzende anlamak yanlış olmaz.”(s. 50-51)
Kültürle ve sanatla uğraşanların belli bir gelecek düşüncesi ve kaygısıyla dönüştürücü bir nitelik taşıdıkları söylenebilir. Bu noktada Timuçin, kültür insanlarının geleceği biçimlendirmedeki rollerini şöyle dile getirir: “Kültür adamı gününü gün etmeyi değil de insanlığın geleceğine katkılarda bulunmayı istediği ve bunun için çaba gösterdiği zaman kültür adamıdır. Gerçek insanla gerçek olmayan insanı birbirinden ayırmak gerekir. (…)Nerede yarın varsa orada dönüşüm ruhu vardır. İnsanın gerçeğiyle sahtesini tarih nasıl olsa önünde sonunda birbirinden ayırıyor, ama daha önce bu ayırma işini biz yapabilmeliyiz.”(s. 52)
Romanın kültürel gelişmelerle ve yaşamla ilişkisi
Romanın ortaya çıkışının ve gelişiminin Batıdaki toplumsal ve kültürel yaşamdaki ilerlemelerle ilişkili olduğunu söyleyen Timuçin’e göre, roman sanatı, insan ilişkilerinin karmaşıklaşmasıyla da ilgilidir. “Roman sanatı yeni insanın ya da modern insanın sanatı oldu. (…) XVIII. yüzyıla doğru, klasiklikten duyguculuğa doğru bir gelişim oldu. Klasikliğin anlatım aracı tiyatroydu, duyguculuğun anlatım aracı roman oldu.”(s. 57)
Yaşam ve roman arasında ilişkinin önemine değinen Timuçin şöyle demektedir: “Yaşam romancının bildiği gibi eğip bükebileceği bir şey değildir. Nasıl yaşamda her şeyi gönlümüze göre düzenleyemiyorsak romanda da o kadar rahat olmamalıyız.”(s. 69)
İyi bir romanın özelliklerini estetik bağlamda ele alan Timuçin’e göre, gerçekliği zorlayıp inandırıcılığını yitiren ve uzun betimlemelerle sözü fazla uzatan romancılar da vardır. Bunlar karşısında kendi tutumunu şöyle açıklar: “Güzel bir sanat yapıtı benim gözümde atılacak yanları yani fazlalıkları olmayan tutarlı bir bütündür.”(s. 73) Elbette de dil de önemlidir. Timuçin’e göre, “Güçlü bir romanın sağlam bir dil yapısı vardır.”(s. 73)
Sanat-ahlak ilişkisi, güzel ve iyi’nin birlikteliği
Sanat ve ahlak arasındaki ilişkiler bugüne kadar birçok tartışmaları ve farklı yorumları içermiştir. Sanatçılar ve eserleri ahlak ve gelenek adına suçlanmış ve çeşitli yasaklamalarla karşı karşıya kalmıştır. Timuçin’e göre, “Her sanat yapıtı bir ahlak kitabıdır. Ama romandaki ahlak deyim yerindeyse örtülü ahlaktır, kör kör parmağım gözüne ahlakı değildir. Romancı ahlaklı olmalıdır ama o bir ahlak kuramcısı değildir. Ahlakçılık romanı roman olmaktan çıkarır. (…) Ahlak romancının dilinde değil de daha çok kahramanların yapıp ettiklerinde belirmelidir. Ayrıca romancı kimsenin ahlakından sorumlu değildir. Kahramanlarını birer ahlak kuklası durumuna getiren romancı kuklaya döndürür kendini.”(s. 75)
Sanat ve ahlak ilişkisi bağlamında ister istemez iyi ve güzel kavramlarına değinmek ve aralarındaki bağıntıyı da açıklamak gerekir. Bu konuda kendi anlayışını Timuçin şöyle açıklar: “Gerçek sanatçı iyi’yi güzel’de ya da güzel’in koşulları içinde duyurabilen kişidir. Romancı iyi’yi ve doğru’yu çokça sorun etmeden doğruca güzel’i gerçekleştirmekle yükümlüdür. O arada iyi kendini alttan alta sezdirecektir.”(s. 75)
Ne anlatıldığı kadar nasıl anlatıldığı da önemlidir
Her yazar yazdıklarının değerini, anlam ve değerinin ne olduğunu düşünür, sanatsal uğraşısı hakkında sorular sorabilir. Bu bağlamda Timuçin, yazarlık uğraşısıyla ilgili olarak şunları söyler: “Roman yazmaya her girişmemde bir şeye baştan başladığım duygusunu yaşıyorum.” (…) Romanda önemli olan nedir? Gerçekliğe bir pencere daha açmış olmaktır. Dünyayı yeniden yaratmak ya da gerçekliği yeni baştan oluşturmak gibi bir savımız yok. Bizler büyük hevesleri olmayan gönül insanlarıyız. Romanlarımızda şiirlerimizde öykülerimizde birilerine hoş gelen bir şeyler varsa onları kanımızla canımızla yazdığımız içindir.”(s. 78-79)
Roman ve öykü arasındaki farklılıkların ne olduğu da bir tartışma konusudur. Kimileri romana öyküden daha çok önem/değer verir, öyküyü edebiyat yolculuğunun bir hazırlık ya da giriş evresi olarak görebilir. Timuçin, roman ile öykü arasında bir ayrım yapmaya çalışırken şunları söyler: “Romanda bir şeyleri uzun uzun anlatırken öyküde yalnızca bazı durumları saptarız. ‘Durum’ sözcüğü öykü için en uygun sözcüktür bence: öykücü sanki bazı durumların fotoğrafını çeker.”(s. 81)
Edebiyatta ne anlattığımız kadar nasıl anlattığımız da önemlidir. Ama bazen bu hususun gözardı edilmesi söz konusudur. Bu durum gençler için olduğun kadar bazen yaşlı ve usta denilene edebiyatçılar için de söz konusudur. Bu konuda Timuçin şunları söyler: “Bazen yazarlar anlattıklarını çokça önemserken neyi nasıl anlatmaları gerektiğini hiç önemsememiş görünürler. Bunu da doğrudan doğruya edebiyat bilincinin eksikliğine bağlayabiliriz.”(s. 85)
Kültür dünyamıza yönelik saptama ve eleştirileri
Timuçin, roman öykü şiir ve denemenin estetik boyutlarını ele alıp kendisiyle konuşmalar yaparken aynı zamanda kültür dünyasına ilişkin bazı saptamalarını ve eleştirilerini de ortaya koyar. Burada belli kişileri hedef alan eleştiri ve saptamalar değil daha çok belli anlayış, tutum ve olgulara yönelik bir eleştiri söz konusudur. Ancak Timuçin’in adlarını ve eserlerini anarak değerlendirdiği ve eleştirdiği örnekler de vardır. Sait Faik, Osman Cemal Kaygılı vb. Sait Faik’in önemini/değerini şöyle açıklar: “Sait Faik kendini anlatırken bile insanı anlatırdı, birçok genç öykücü insanı anlatmaya çalışırken bile yapamayıp kendini anlatıyor. Artık edebiyat sevgisinin yerini edebiyat gösterisi aldı.”(s. 88)
Timuçin’e göre, “İnsan kendini merkeze koydu mu ve kendinden başka bir şeyi önemsemedi mi yaşamın her alanında verimsizleşir, bu arada sanat yapmakta kısırlaşır. Bugün roman yazmaya öykü yazmaya davranan genç insanlar kendilerinden başka önemli hiçbir şey yokmuş gibi kendilerini anlatıyorlar hem de çok kötü anlatıyorlar. (…) Bu arada düşünce tarihinden habersiz oldukları için insanı da tanımıyorlar.”(s. 89) Başka bir saptaması ve eleştirisi de daha çok gençlere, yolun başındakilere yöneliktir: “Yazdıklarının değerini tartışmıyorlar ama onları nasıl bastıracaklarını sorun ediyorlar.”(s. 89)
Timuçin, dünya kültürüyle ilişkimiz konusunda ise şunu söyler: “Bizim kültür dünyamızın dünya kültüründen etkilenme oranı çok düşük diye düşünürüm. Bize görü sağlayacak kaynakları yeteri kadar incelemedik sanırım.”(s. 86)
Şiirin kültürle ve aşkla ilişkisi
Kültür kaynaklarının incelenmesi yalnızca dünya kültürü bakımından değil kendi edebiyat tarihimiz bakımından da gereklidir. Bu bağlamda divan şiiri ve halk şiiri gibi edebiyat geleneklerinin eleştirel bir değerlendirmeyle ele alınmasının ve bunlardan yararlanılmasının önemini vurgulayan Timuçin şöyle der: “Toplumunun şiir geçmişini bilmeyen birinin gerçek anlamda şair olabileceğini düşünmüyorum.”(s. 114)
Timuçin şiirin doğuşuyla ilgili şöyle der: “Şiir doğrudan doğruya gönülden gelmelidir, doğrudan doğruya kafadan gelen şiir şiir değildir.”(s. 120) Ona göre şiirin başlıca kaynaklarından biri de aşktır. “Şiirse söz konusu olan aşk başta gelir. Aşk şiir için itici hatta yaratıcı etkendir. Şiir için aşk ve aşk için şiir gerçeğini unutmamalıyız.”(s. 121) Timuçin, bazen aşklar tasarlayıp şiire gereçler sağladığından söz eder. Burada söz konusu olan “düşsel aşklar”dır. İster gerçek isterse düşsel olsun, aşk şiirin varlık koşulu durumundadır.
Şiir yazmayan kimse yok gibidir ya da en azından herkes yaşamının bir döneminde şiir yazmıştır. Ancak şiir diye yazılan her şey şiir midir ve şiir yazan herkese şair diyebilir miyiz? Bu noktada Timuçin bir ayrım yapar: “Şiir yazanlarla şairleri birbirine karıştırmamak gerekir. Bütün sanatlar gibi şiir sanatı da içtenlik ister.”(s. 122)
Yazarlığa yönelenlere bazı öneriler/koşullar ve ilkeler
Kitabın son bölümünde denemenin edebi ve düşünsel özelliklerini ele alan Timuçin, deneme yazarlığına ve genel olarak yazarlığa niyetlenmiş gençlerin göz önünde tutmaları gereken bazı koşullardan söz eder. Bu koşullar şöyle sıralanmaktadır: 1)Yazarlığa yönelen kişi önce kendini iyi yetiştirmelidir, 2)İkinci koşul dil konusunda kılı kırk yararcasına özenli olmaktır, 3)Üçüncü koşul gerçek anlamda ahlaklı insan olma koşuludur. 4)Dördüncü koşul seçtiğimiz alanda ortaya konulmuş olan başarılı örneklerle ilgilenmek ve bu örneklerin niteliklerini kılı kırk yararcasına araştırmaktır. 5)Beşinci koşul hayranlıklardan kaçınmaktır. 6)Altıncı koşul esini kendi bilincinin dışında aramamaktır.(s. 134-137)
Timuçin, yaşama deneyimlerinin ve okuma serüvenlerinin izlerini taşıyan kitabında başkalarına öğüt vermeyi ya da ustalık sergilemeyi değil, felsefeden beslenen bir anlayış ve tavırla; sanatla, edebiyatla uğraşanlara ve okurlara belli bir estetik bilinç/edebiyat bilinci sunmayı önemsemektedir. Onun söyleminde alçakgönüllü bir tavrın, sorumlu bir aydın yaklaşımının bulunduğu saptanabilir. Bazı yargılarına ve değerlendirmelerine katılmayabilir, benimsemeyebilirsiniz, ama roman, öykü, şiir ve deneme hakkında kendince dile getirdikleri üstüne düşünme gereği duyacağınızı düşünüyorum. Özellikle de edebiyatla uğraşanların, yazarlık yolunda yürümeye çalışanların kitapta yer alan söyleşilerden öğrenecekleri ve düşünüp tartışacakları çok şeyler bulabileceklerini umuyorum.
…………………………
Afşar Timuçin, Edebiyat Estetiği-Konusunda Kendimle Konuşmalar, Bulut Yayınları, s. 144.