Varoluşçuluk Psikolojisi II
Hasan Güneş: Kaygı ve varoluşçuluk arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?
Prof. Dr. İbrahim Keklik:
Öteden beri insan yaşamına şu veya bu seviyede varoluşçu bir gözlükle bakan herkes, insanın bu dünyada sınırlı bir süreliğine var olduğu (yani varlığının geçici olduğu) ve bu sınırlı sürenin baş sorumlusunun bireyin kendisinin olduğunu fark etmesinden ötürü kaygı duyacağı düşünülür. Yani, söz konusu kaygı bu vahim yükümlülüğün getirdiği bir kaygıdır. Bu gözle bakıldığında, esasında bu kaygı “kötü” bir şey değildir. Bilakis, bireylerin var oluşlarının gereği olan anlam ve amaç arama, sorumluluk alma gibi bir çok sürecin itici gücüdür esasında. Bu şekilde dile getirildiğinde, sanki birey bir defaya mahsus böyle bir farkındalığa erişir gibi düşünülebilir. Bu katiyen doğru değildir. İnsan nefes aldıkça an-be-an bu farkındalık işler durumdadır. Böyle olunca da söz konusu kaygı da ömrümüze yol arkadaşlığı edecek bir duygudur.
Hasan Güneş: Bir insan varoluşunu baskılamamak adına neler yapabilir?
Prof. Dr: İbrahim Keklik:
Sorunuzdan “insan var oluşundan kaçmak” için neler yapar’ı anlıyorum. Akla ilk gelen yanıt, bizim etrafımızda hergün gördüğümüz şeyler! Yani herşeyi yapar. Varoluşçu kaynaklara göre ölümün gerçekliğinin farkında olmak ve bundan korkmanın (ve de kaçmanın) yolları olarak ahiret inancına sahip olmak; dünyadan hiç gitmeyecekmiş gibi dünya malına güç veya diğer dünyevi unsurlara bağlanmak; çocuk yapmak; bir şekilde derinden kendini “oyalayıcı” birşeylerle kendini meşgul tutmak gibi binbir türlü yola başvurur insana. Öte yandan eğer sorunuz “var oluşunun farkında olmanın getirdiği kaygı ile baş etmek için insan ne yapmalı”yı kast ediyorsa, onun yanıtı da bir sonraki sorudadır.
Hasan Güneş Kendi kendisinin farkında olma ile varoluşçuluk arasında nasıl bir bağ vardır?
Prof. Dr: İbrahim Keklik:
Kendinin farkında olmak da dahil, gündeliğin ötesinde önem ve anlamı olan her ne yapıyorsak ölümlü olduğumuzu bilmemizden kaynaklanır. Yani, kendi başına yavan olabilecek “kısa” sayılır bir hayata değer katmaya çalışıyoruz ki buradaki geçiciliğimiz sineye çekebilelim. Böyle bakınca, ölümlü olduğumuzu fark etmek ile mecburen bu ölümlülük karşısında neler yapabiliriz ki bu ağır vebalin yükü hafiflesin? Bunun yanıtı, sadece basit bir şekilde yaşayıp giden ve ömrünü dolduran varlıklar olmadığımızı gösteren her türlü uygarlık ürünü de esasında bir anlam arayışının ürünüdürler. Dolayısıyla da hayata anlam katmanın çabasıdırlar. Sorunuzun en öz yanıtı şudur: var olduğumuz ve bunun geçici oluşunu bilmek bizim öz-farkındalık da dahil derinlikli bir içsel yolculukla yaşamamızı sağlar. Belirttiğim üzere, bu yolculuğun gayesi de anlam inşa etmektir.