APATEİZM/DİNİ İLGİSİZLİK BAĞLAMINDA GENÇLİK VE DİN: FELSEFİ BİR SORUŞURMA
GİRİŞ
Tarih boyunca insanların dine karşı olan tutumları, inanma veya inanmama şeklinde iki temel başlık altında ele alınabilir. Fakat söz konusu tutumlar derinlemesine incelendiğinde her birinin değişik aşama ve dışavurumlara, bir başka deyişle pratiklere sahip olduğu görülecektir. apateizm Türkçe karşılığı “tanrı umursamazlık” olan apateizm, “pragmatik ateizm” veya “pratik ateizm” olarak da biliniyor. Ahlâk değerleri olmadan yaşanabileceği düşüncesi “ahlâkî apateizm” olarak adlandırılır. Türkçe karşılığı “tanrı umursamazlık” olan apateizm, “pragmatik ateizm” veya “pratik ateizm” olarak da biliniyor. Dünya genelinde herhangi bir dini ilgisi olmayan, bir dine mensup olup da inandığı dinin gerekliliği yerine getirmeyen insanların apateist olabileceği ileri sürülüyor. Bu sebeple dünya genelinde milyonlarca apateist olabileceği belirtiliyor.
Son dönemde ülkemizde de benzer yaklaşımlara sahip insan sayısında, özellikle gençlerimiz arasında, önemli bir artışın olduğu sıklıkla dile getirilen konular arasında. Bu bildiride söz konusu tutumun mahiyeti, niçin ilgi gördüğü ve özellikle de nasıl temellendirildiği felsefi bakış açısıyla ele alınıp sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde soruna çözüm bulunmaya çalışılacaktır.
1- Dine Temel Yaklaşımlar
Toplumsal yapıyı oluşturan en önemli kurumlardan birisi olan din, insan düşüncesinin odak noktası olmuş ve her dönem için pek çok araştırma ve incelemeye konu edilmiştir. Dinin, fert ve toplumlar üzerindeki etkilerini ortaya koymak amacıyla “halkın dini hayatı”ya da “dindarlık anlayışı” ile ilgili araştırmaları da bu bağlamda zikretmemiz mümkündür. Bu bağlamda, değişen ve modernleşen dünya koşulları içerisinde geleneksellikten modernliğe hızlı bir dönüşümün yaşandığı ülkemizde, dini hayatın ölçülmesi ve bu konuda karşılaşılan problemlerin ortaya konulabilmesi için öncelikle dinin geçmişte ve günümüzdeki konumunun tespit edilmesi gerekir. Bildiğimiz gibi geleneksel toplumlarda hayatı tümüyle kuşatmış olan din, biricik meşruiyyet kaynağı olmayı elinde bulunduran bir güçtür.
Modern yaklaşımda ise bu alan, daraltılmış ve hatta yaratılan bu sınır içerisinde din tamamıyla vicdanlara hasredilerek uhrevi bir alana itilmeye çalışılmıştır. Bu nedenle modern olanın tahakkümü içerisinde din de yeniden tanımlanarak biçimlendirilmeye çalışılmış, dolayısıyla “din” in birey ve toplum düzeyindeki tezahürleri de gözden geçirilmek durumunda kalmıştır. Burada hem dinin hem de toplumsal yapının karşılıklı olarak değişim ve farklılaşmaya maruz kaldığını söylememiz mümkündür.
İnsan ve din arasındaki ilişkinin tarihinin çok eskilere hatta ilk insana kadar uzandığı kabul edilmektedir. Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi ilahî dinlerde Hz. Adem’in ilk peygamber olarak kabul edildiği düşünüldüğünde, dinin tarihini ilk insanla başlatmak bu açıdan mümkündür. İnsanlık tarihini kategorize ederken elverişli birer araç olarak sıkça kullanılan İlk, Orta ve Yakın Çağ gibi adlandırmalar göz önüne alındığında,İlk ve Orta Çağların dinle çok fazla içli dışlı olduğu bilinir. Ancak bu, oldukça yanıltıcı bir genellemedir. Çünkü çok köklü bir geçmişi olmakla birlikte insan ve din arasındaki ilişkinin, tarihî süreçte sorunsuz olduğunu söylemek neredeyse imkansızdır. Tam aksine sürekli bir mücadeleyi barındıran bu ilişkinin inişli-çıkışlı bir seyir izlediği bilinmektedir. Genelde dinler, kendilerini, bireyle Tanrı arasında gerçekleşen karşılıklı bir ilişkiyi koordine eden hiyerarşi, teoloji ve davranış çerçevesinde tarif ederler. Din, sadece bir inanç alanı değildir. Kişilerin inançları, davranışlarına doğrudan etki etmekte ve bu şekilde de din yalnızca bireysel düzeyde kalmayıp topluma da yansımaktadır.
Gündelik hayat içerisinde de din, kişilerin güvenliğini sağlayan bir ortam oluşturmakta ve toplumsal yaşamın ahlaki ve pratik yollarını sağlayarak kişilere huzur vermektedir. Ancak din algılamalarındaki değişiklikler ve çeşitliliklerin, sadece İslam medeniyetlerinde değil, diğer medeniyetlerde bir problem teşkil ettiği, söz konusu huzuru zedelediği de bir gerçektir. Daha ziyade ahlakî çözülmelerin yaşandığı dönemlerde ortaya çıkan peygamberlerin vermiş olduğu mücadeleler dinin inanmaya yaptığı vurgunun en açık örnekleri konumundadır. Zira Tanrı tarafından vahiyle desteklenen peygamberlerin dahi herkesi ‘inananlar’ kategorisine dâhil edemedikleri hatırlandığında, insan ve din arasındaki ilişkinin son derece çetin olduğu anlaşılır. Bir diğer ifadeyle insanların çoğu bir dine inanırken, önemli bir kesimin de dini ve Tanrı’yı farklı yorumladığı, dine karşı bir şekilde ilgisiz kalabildiği, hatta dini reddettiği bilinmektedir. Bunun neticesi olarak da teizm, deizm, ateizm, panteizm gibi bir takım dine yaklaşım türleri ortaya çıkmıştır. Tüm bu yaklaşım içimlerinin tek tek ele alınması elbette bu çalışmanın boyutlarını aşacaktır. Bizim burada yapmak istediğimiz, ateizmin bir alt dalı olarak yorumlayabileceğimiz apateizm/dini ilgisizlik kavramını konu edinmek ve özellikle Türk gençliği üzerindeki etkilerini sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde ortaya koymaya çalışmak olacaktır.
- Apateizm/Dini İlgisizlik: Kavramsal Çerçeve
Ateizm, Tanrı inancı karşısında olumsuz tepkisel bir düşünceyi dile getiren dünya görüşünün felsefi ifadesidir. Çok yaygın olmamakla birlikte tarih boyunca varlığını hemen her dönemde sürdüren, en azından problem olarak tartışılan önemli bir felsefi tartışma konusudur. Yirminci yüzyılın ortalarından itibaren de tarihte hiçbir zaman olmadığı kadar kendine taraftar bulan bir düşünce akımıdır. Son zamanlarda ise eski gücünü kaybetmiş ve fikrî dayanaklarını da tek tek yitirmiş ideolojik bir tavır görünümü ortaya koymaktadır.
Ateizm kelimesi Yunanca da “Tanrı” anlamına gelen “Theos”tan türemiştir. Bu kelimeden de “Tanrı inancına sahip olmak” ya da “Tanrı’ya inanmak” anlamına gelen theism anlayışı ortaya çıkmıştır. Ateizm kelimesi de İngilizce “theism” kelimesinin başına “a” ön takısının eklenmiş hali olup Türkçe’de “tanrıtanımazlık” anlamına gelmektedir. Bu bölümde konu işlenirken tanrıtanımazlık ya da inançsızlık terimleri kullanılmakla birlikte dilimizde yaygınlık kazandığı için ateizm kelimesinin aynen kullanılması tercih edilmiştir.
Ateizm kavramı felsefî bir bakış açısını ifade etmenin yanında günlük dilde de belli bir yaşam tarzını ve davranış biçimini dile getirmektedir. Nitekim günlük dilde de benzeri bir düşünüşü dile getiren ya da ima eden kelimeler bulunmaktadır. Meselâ kültürümüzdeki “inançsız” veya “inkârcı” gibi kelimeler de bu terimin karşılığında kullanılmaktadır. Ayrıca bu kelime dinî literatürümüzdeki “kâfir, müşrik, zındık” ve özellikle “mülhid” gibi sözcüklerle de ifade edilebilmektedir. Bu da problemin pratik boyutunun da olduğunu ve sıradan insanların dahi böyle bir düşünüş ve inanış biçimine karşı yabancı olmadıklarını ortaya koymaktadır.
Ateizmle ilgili yapılan araştırmalar, çoğunlukla inançsızlık (nonbelief, unbelief, disbelief) başlığı altında bulunmaktadır. İnançsızlık, dini veya spiritüel bir inanca sahip olmamak ve doğaüstü bir gerçeğin varlığını kabul etmemek anlamına gelmektedir ve inançsızlık kavramı çoğunlukla ateizm, agnostisizm, apateizm gibi yaklaşımların genel adı olarak kullanılmaktadır. Literatürde inançsızlıkla ilgili kullanılan çok sayıda kavram vardır. imansız (faithless), din karşıtı (anti-religious), teizm karşıtı (anti-theist), dinsiz (non-religious), ateist (atheist), mürted (apostate, deconvert), kilisesiz (unchurched), bağlı olmayan (unaffiliated), agnostik (agnostic), seküler (secularist), hümanist (hümanist), natüralist (natüralist), bilimci (scientist), septik (skeptic), hür düşünceli (freethought) ve benzerleri. Fakat yapılan çok sayıda araştırma bu kavramlar arasında benzerlikler olmakla birlikte bazı anlam farklılıkları olduğunu da göstermiştir.
Tanrı inancını kabul etmeyen ateistler de dindarlar gibi kendi aralarında farklı gruplara ayrılmışlar ya da en azından ateizmi farklı yorumlamışlardır. Dolayısıyla bir tek ateizm tanımından söz etmek de doğru olmayacaktır. Ana hatlarıyla da olsa ateistlerin kendi görüşlerinden hareket ederek onları; Mutlak Ateizm, Teorik Ateizm, Pratik Ateizm, İdeolojik (Materyalist) Ateizm, Agnostizm ve İlgisizlerin Ateizmi şeklinde gibi gruplandırmak mümkündür.
Lügat anlamı yönüyle apateizm ise; (apati ve teizm/ateizm kelimelerinin birleşimi) tanrı umursamazlık, pragmatik ateizm veya (eleştirel olarak) pratik ateizm; herhangi bir inanca veya inançsızlığa karşı ilgisizliktir. Apateizm tanrı (lar) ın varlığına veya yokluğuna yönelik bir tutumu tanımladığından hem teizmde, hem ateizmde görülebilir. Apateistler aynı zamanda tanrı(lar)ın var olup olmadık(lar)ına dair herhangi bir yargıya katılıp katılmamakla ilgilenmemektedirler.
Diğer bir deyişle bir apateist, tanrı(lar)ın varlığı ile ilgili soru sormanın anlamsız ve hayatıyla ilgisiz olduğu görüşündedir. Apatetik agnostisizm veya pragmatik agnostisizm, herhangi bir tartışmanın tanrı(lar)ın varlığını destekleyen veya desteklemeyen kanıtlar sunamayacağını ve bir tanrının var olması durumunda insanların kaderi ile ilişkisi olmadığını, dolayısıyla varlık veya yokluğunun insan hayatı üzerinde etkisi olmayacağını savunur. Tanrı varlığının/yokluğu hakkında kesin bir bilgi edinilebilmesi ihtimalinde dahi apateistlerin bu tutumu değişmez.
Bu kişileri tanımlamak için literatürde farklı kavramlar kullanılmaktadır; ılımlı (moderate), sözde (nominally), ismen (in name only), sembolik, sahte (token) ateistler. Fakat genel olarak bu tipe pasif ateistler diyebiliriz. Pasif ateistler oldukça geniş bir yelpazede farklı alt tiplere ayrılmaktadır: Ateist olduğunu söyleyen ama Tanrı’nın varlığı ve yokluğu meselesine tamamen kayıtsız olan “öylesine ateistler”, dine ve Tanrı’nın varlığı meselesine tamamen ilgisiz olan tutumsuzlar, dine ve Tanrı’nın varlığı meselesine ilgisizliği bir tutum olarak benimseyen apateistler, Tanrı’ya inandığını söylediği halde tamamen Tanrı yokmuş gibi yaşayan dini ilgisizler. Kısacası apateizmde Tanrı inancına ve dine tam bir kayıtsızlık ve ilgisizlik durumu söz konusudur. Bu duruma “kayıtsızcılık” da denmektedir.
Ateizm tipleri arasında, tespit edilmesi oldukça güç olanlardan bir tanesi süphesiz dini ilgisizliktir (religious indifference). İnsan hayatında bazı sorular vardır ki bunlar bilim ve felsefeyle cevaplandırılabilecek sorular değildir. Bu sorular inançla ancak cevap bulur. Bu sorulara cevap verip vermeme konusunda muktedir olunamaması durumunda bazı tutumlar ortaya çıkar. Bir kişi cevap verme konusunda henüz belirsiz (uncertain) olabilir. Bir başkası ise bu soruya karşı ilgisiz (indifferent) olabilir. Bazı kişiler Tanrı’nın varlığına inandığını veya inanmadığını söylerken, bazıları bu konuya tamamen ilgisiz kalarak hayatlarını sürdürmektedir. Bu ilgisizlik, agnostisizmden farklıdır.
Agnostisizmde, Tanrı’nın varlığı ve yokluğu meselesine ciddi bir entelektüel ilgi vardır ve bu meselenin rasyonel zeminde tartışılamayacağına dair bir felsefi duruş sergilenir. Dini ilgisizlikte ise Tanrı’nın varlığı veya yokluğu meselesi kişinin gündeminde değildir. İnanç ve inançsızlık birer tutumdur. Ancak bunun yanında, Tanrı’ya inanç konusunda “tutumsuzluk” (nonattitude) diyebileceğimiz bir tavır söz konusudur. Bu kişilere inançlı veya inançsız demek oldukça zordur. Genel kanaate göre ise, dini ilgisizlik inançtan ziyade inançsızlığa yakındır.
Dini ilgisizlik, Tanrı’nın varlığı veya yokluğu meselesinde “tutumsuzluk” (nonattitude) diyebileceğimiz bir tavrın adıdır. Bu tavır bazen meseleye tamamen kayıtsız kalmanın bir ürünü olduğu gibi, bazen bu tavır bilinçli bir tercih şeklinde karşımıza çıkabilmektedir. Bu durumda buna apateizm denilmektedir. Apateizm, dini ilgisizlikten veya pasif ateizmden farklı olarak, Tanrı’nın varlığı veya yokluğu meselesine bilinçli olarak kayıtsız kalmaktır. Apateizm kavramı, kişinin dine karşı ilgisizliğini, bilinçli olarak tercih etmesini ifade ettiğinden ötürü, belli bir entelektüel duruşu göstermektedir. Ama her dini ilgisizlikte apateist bir tavır söz konusu değildir. Çoğunlukla dine ilgisiz bireyler öylece “Tanrı yokmuş” gibi yaşamına devam eder ve Tanrı’nın varlığı meselesiyle ilgilenmez.
Agnostikler Tanrı’nın varlığı veya yokluğunun bilinemeyeceğini söylerken bu meseleye oldukça ilgi gösterirler. Bu yönüyle de apateizm ve agnostisizm arasında bir ayrım olduğu görülmektedir. Bu kişiler entelektüel açıdan aktif değillerdir ama din, bu kişilerin hayatında herhangi bir rol oynamaz. Bu kişiler dine karşı kayıtsızdırlar. Bu kişiler de dini ilgisizler diye isimlendirilmektedir. Dine ilgisiz bireylerin genellikle, geleneksel dindarlık anlayışının güçlü olmadığı veya diğer bir ifadeyle seküler yaşantının hâkim olduğu çevrelerde yaşadıkları dikkate alınmalıdır. Toplumsal hayatın dinden tamamen izole edildiği çevrelerde, bireylerin dine karşı ilgisiz olmaları daha muhtemeldir. Girardi’ye göre, dini ilgisizlik ateizmin davranış boyutu olarak isimlendirilebilecek pratik ateizmin, yani Tanrı’nın varlığı veya yokluğu üzerine bir tartışma yapmaksızın sadece o yokmuş gibi yaşamak şeklindeki tutumun bir adıdır.
Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, kendini inançsız olarak tanımlayanların yaklaşık %70’i hayatlarının bir döneminde Tanrı’ya inanmış kişilerdir fakat daha sonra çeşitli faktörlerin etkisiyle dini/spiritüel inançlarından vazgeçerek inançsızlığa veya en hafif ifadesiyle ilgisizliğe yönelmişlerdir. Bireylerin hangi faktörlerin etkisiyle ilgisiz olduklarına ilişkin literatür incelendiğinde, inançsızlığın veya ilgisizliğin nedenlerine dair geniş bir yelpazenin mevcut olduğu görülmektedir. Fakat tüm bu nedenleri/faktörleri, tutum bileşenlerini dikkate alarak çevresel, psişik/duygusal ve entelektüel/ bilişsel faktörler şeklinde üç ana başlık altında toplamak mümkün gözükmektedir.
Bu anlamda din eğitimi ve öğretimi de, eğitimin genel amaçları doğrultusundaki istendik davranışları öğrenciye kazandırmayı hedefler. Kişi din eğitimi alıp kendisi için gerekli bilgileri öğrenirken, aynı zamanda kendisi için gerekli duygusal, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını da geliştirebilecektir. Ancak bu noktada tartışma, hangi faktör grubunun ilgisizliğe yönelmede daha etkili olduğu sorusu etrafında yürütülmelidir. Birçok araştırma, eğitim düzeyi ile inançsızlık arasında pozitif anlamlı bir ilişki olduğunu göstermektedir. Eğitimin, kitap okumanın, gelir düzeyinin yüksek olmasının dini inkârda önemli faktörler olduğu düşünülmektedir. Tüm bu bulgulardan hareketle, eğitim düzeyinin artmasıyla birlikte bireyin entelektüel olarak geliştiği ve böylece daha eleştirel düşündüğü, temelsiz inançlardan vazgeçtiği, bilimsel bilgiye daha fazla önem ve değer verdiği ve nihayetinde de Tanrı inancından vazgeçtiği veya gerek duymadığı düşünülmektedir.
Bu yaklaşım, inançsızlığa yönelmede entelektüel faktörlerin başrol oynadığını, yani inanç konusundaki tutum değişiminin bilişsel (cognitive) olduğunu, kişinin düşüncelerinin değişmesiyle tutumunun değiştiğini iddia etmektedir. Eğitim düzeyi arttıkça, yeni fikirler edindikçe, muhakeme gücü geliştikçe, farklı fikirlere maruz kaldıkça ve eleştirel düşünmeye başladıkça kişi inancından vazgeçecektir. Bu şekilde inançsız olan birey daha sonra yeni tutumuna uygun davranışlar geliştirecek ve artık “Tanrı yokmuş gibi” yaşayacaktır.
- Sebepler Açısından Dini İlgisizlik
En genel anlamıyla baktığımızda dini ilgisizlik söz konusu olduğunda kişileri ve de özellikle ülkemiz gençliğini bu düşünceye iten sebepleri kaynak merkezli ve hedef merkezli olarak iki kısımda incelememiz mümkündür.
3.1. Kaynak Merkezli Sorunlar
“Kaynak merkezli sorunlar” derken, burada problemin bizzat dinin veya dini metinlerin kendisinden kaynaklandığını ifade etmek istemediğimizi, kastımızın dine karşı ilgisiz kişilerin bu tutumlarının kaynağı olarak hatayı dinin veya dini metinlerin kendisinde bulmalarını kastettiğimizi belirtelim. Kendilerini dini anlamda ilgisiz olarak gören veya bunu açıkça ifade etmese de ilgisiz davranan kişilerin ilk ve belki de en önemli iddiası, dinin artık içinde bulunulan modern çağda yetersiz olduğunu düşünmeleridir. Daha bilimsel bir açıdan bakan ve koşulsuz inançlılığı eleştiren bu argümanın temel iddiası “her şeye gücü yeten tanrı(lar)ın, gerçekten insanların kendisine inanmasını istiyor olsalardı, insanların yorumlamasına bırakmayacağı işaretler göndererek insanlık hakkındaki planlarını (veya planlarının olmadığını) açıklayabileceklerini öne sürerdi” şeklinde formüle edilebilir. Başta tanrı(lar)’nın kendisi insanların kendilerine inanıp inanmamaları umurunda değil gibi göründüğü için, apateistler de iyi bir sebep bulmadıkları –ve muhtemelen öyle bir olay gerçekleşmediği sürece- onlara inanıp inanmamayı umursamayacaklarını söylemektedirler. Bu düşünce büyük ölçüde batı dünyasında görülse bile İslam dünyasında ve ülkemizde de benzer durumlar söz konusudur.
İslam dünyasının Batı kültürü ile temasa geçtiği XIX. Yüzyıl felsefede büyük değişiklerin meydana geldiği dönem olmuştur. Pozitif ilimlerin büyük ilerleme kaydettiği, Batı toplumlarının dünyevileşme sürecine girdiği bu dönemde materyalizm, evrimcilik, pozitivizm ve Freudizm gibi “kutsal”ı bir bakıma inkâr eden, en azından görmezden gelen akımlar ortaya çıkmıştır. Bu akımlarca dine yönelik olmak üzere bazı telakkilerden beslenen felsefî, biyolojik, psikolojik ve sosyolojik eleştiriler üretilmiştir.
Avrupa ve Latin Amerika’yı şiddetli bir şekilde sarsan bu yaklaşımlar Batı’da eğitim gören aydınların yaptıkları tercüme ve yazdıkları kitaplar aracılığıyla İslam dünyasına da taşınmıştır. İslam dünyası, pozitif bilimlerin teknoloji alanına aktarılmasıyla elde edilen güçlü teknoloji karşısında afallamış durumda iken sözü edilen akım ve anlayışlara kapsamlı ve güçlü cevap üretme konusunda:
- a) Ciddi bir gecikme yaşamış,
- b) özgün, dirayetli ve kapsamlı mukabelede yetersiz kalmış,
- c) adeta zorunlu olarak girdiği edilgen psikoloji karşısında kendisini ortaya koyma yerine “savunmacı” bir tutum izlemeye çalışmış,
- d) yer yer, en azından bazı muhitler, metin merkezli teknik açıklamalara dayalı denemelerle ya anlamsız tartışmalara girmiş
- e) ya da iç bünyede yeni tartışma konuları meydana getirmiştir.
Böylece İslam dünyasında, inanç alanında boşluklar, türlü zafiyetler ve sıkıntılar meydana gelmiştir. Son üç yüzyıllık süreçte dini olarak kabul edilenler ile yeni gelen arasında büyük bir değişiklik yaşanmıştır. Gök, insan tasavvuru, bilgi ve ahlak anlayışı değişmiştir. Fizikte toprak, hava, su ve ateşin yerini atomlar almıştır. “Doğal yer” kavramının yerine “yer çekimi” geçmiştir. Aile içi roller, toplum içi sınıflar ve yaşanılan muhit değişmiştir. Müslümanın zihni bu değişimle yüzleşmiştir. Müslüman düşünürler ve alimler ilkinde olduğu gibi değişim sonrası süreçte de ayet ve hadisleri yorum geleneklerini takip ederek tekrar anlamlandırarak dini anlayışı güncellemeye ve bir uyum inşa etmeye çalışmaktadırlar. Mesela kadının eğitim ve çalışma hayatına başlamasıyla aile içi roller, eşlerin birbirlerine karşı sorumlulukları, mahrem ile iffet kavramları olumlu ve olumsuz yaşanan tecrübeler değerlendirilerek yeni toplumsal gerçeklikte yeniden anlamlandırılmaktadır.
Bugün medya organlarında din adına konuşan bazı Müslümanların sundukları şey “selefi”, “ehl-i hadis” yöntem ve tavrıdır. Elbette bireylerin veya grupların bu tavrı tercih etme hakları vardır. İnsanoğlunun farklı doğalara sahip olması veya aile gelenekleri bakımından böylesi bir tavır toplumsal olgu olarak da kabul edilip saygı duyulmalıdır. Ama tüm toplumu bağlayacak, günceli yönetebilecek, geleceği inşa edebilecek ve devletin akışını düzenleyecek bir anlam, yorum ve zihniyetin dini metinlerin zahiri yorumları üzerinden “selefi” ve “ehl-i hadis” tavrıyla üretilebilmesi mümkün değildir. İslam toplumunda farklı fikir, yaklaşım, tavır, meşrep, zihniyet ve okulların olması tehdit değil aksine zenginlik ve büyük bir güçtür.
Din yöntem, içerik, kavram, kurum ve uygulamalar bakımından içinde var olduğu toplumun akli birikimleri, tecrübe ve yaşanmışlığıyla halleşerek zaman içinde akar. Metin sabit kalır ama anlam değişime ve yoruma açıktır. Sabit metnin dinamik hayata uygun bir şekilde, insanların zorunlu ihtiyaçları gözetilerek yeni bir dini anlayışın ortaya konarak İslam’ın bu “çağ dışı!” görünümden kurtarılması en hayati meselemiz olmalıdır.
3.2. Hedef Merkezli Sorunlar
Tüm dinlerin insanlara yönelik söylemlerini genel karakteri itibariyle iki noktada toplamak mümkündür. Birincisi, dinlerin insanlara hakikat taşıdığını iddia etmesi ve kurtuluş vaat etmesidir. Hakikat ya da kurtuluşun nasıl ifade edildiği bir tarafa, tüm dinler insanları hak olmaları itibariyle kurtarma iddiası taşımaktadır. Bu az önce sözünü ettiğimiz kaynak merkezli yaklaşımın konusuydu. İkinci olarak dinler insanlara huzur ve mutluluk sunmayı hedeflemiştir. Dinler, huzur ve mutluluğun hedefi olarak vazgeçilmez değer olarak adalet, doğruluk, dürüstlük, güven, itimat, yardımlaşma, kötülükten uzak durma ve sevgi gibi nitelikleri tesis etmeyi ve sağlamayı vaat eder. Kısacası dinlerin sadece metafizik değil, ahlaki olarak da ciddi iddiaları vardır. Ancak modernite ile birlikte bazı insanlar, ahlakın toplum içinde toplumun ürünü olarak var olduğunu ve insan yaşamının ahlaki bir parçası olmak için din ile ahlaki bağlantısının olması gerekmediğini savunmaktadır. Apateistler dinin dünyadaki çoğu insan için “konfor” sağladığını kabul etmekte fakat ahlak değerlerinin yeterliliği sebebiyle dine ihtiyaç kalmadığını, onsuz yaşanabileceğini düşünmektedirler. Bu durum “ahlaki apateizm” olarak da bilinir. Burada asıl sorun modern olma ya da olmama ile de ilişkilendirilir ve kabul görme açısından dine karşı ilgisiz bir yaklaşım sergilenir. Elde edilen bulgular, ilgisizlerin inançsızlık nedenleri olarak entelektüel sebepleri görme/gösterme eğiliminde olduklarını, bazılarının daha sonra inançsızlıklarını rasyonel olarak gerekçelendirdiklerini göstermektedir. Bu kişiler birkaç nedenden ötürü entelektüel sebepleri ön plana çıkarmaktadırlar.
Bunlardan belki de en önde geleni, inançsız veya dine ilgisiz olmakla gelişmiş olmak arasında bir bağ olduğuna dair oluşturulmuş suni toplumsal kodlardır. Özellikle Türkiye’de seküler, şehirli, entelektüel, eğitimli ve modern olmak aynı çevrenin sahip olacağı özelliklerken, karşısında dindar, kırsal, cahil, eğitimsiz ve geri kalmış bir blok olduğu algısı vardır. Bu anlamda birçok kişi için dindar olup olmadıklarına verdikleri “dindar değilim” cevabı aslında “ben modernim, liberalim, sekülerim, aydınım” demektir. Yani dine ilgisiz veya “Tanrı yokmuş gibi yaşayan” bireylerin zamanla Tanrı’nın varlığını reddetmeleri, aslında düşünceyi davranışa uygun hale getirmektir. Kişi, yeni tutumunu neye göre değiştirdiği sorulduğunda eylemsel değil bilişsel faktörleri ön plana çıkarmaktadır. Ayrıca yeni tutumunu rasyonel olarak gerekçelendirme gereksinimi duyduğu için bu yönde söylemde ve faaliyette bulunması gayet olasıdır.
İlgisiz kişilerin ahlaki tutumları önceleri teorik olarak başlayıp sonradan pratiğe dönüşürken ne yazık ki dindar olduğunu iddia eden kesimlerde görülen bazı ahlaki sorunlar da bu pratiği tetikler bir mahiyete bürünebilmektedir. Dindar kesim şanlı geçmişiyle, atasıyla/ecdadıyla, Avrupalılara tuvaleti öğretmesiyle övünürken ne yazık ki yukarıda sıkça bahsi geçen sekülerizm dindar kesimi de etkisi altına almış görünmektedir. Artık dindar olduğunu iddia eden kesimler de “Allah rızası” söyleminden ziyade “modern hayatın gereği, ticaretin kuralı, kapitalizm gerçeği vb.” söylemlerle, aslında ilgisizlere dayanak olmaktadırlar.
Dindarların bu “tanrı yokmuş gibi” yaşamaları, aslında bir bakıma ahiretin varlığını yok saymaya yönelik yaşam tarzıyla başlamaktadır. Bu nedenle, materyal bakış açısının son derece etkili olduğu dini ilgisizlik konusunu ele alırken ahiret inancı önem taşımaktadır. Dine ait diğer değerlerle birlikte insanlığın bilinçaltından yavaşça çekilen ölümden sonraki hayatı bilinç alanına tekrar çekmek için, Âhirete iman konusunu yeniden, incelikli olarak ele almak gerekmektedir. İnanmayanlar bir yana, dini hassasiyete sahip olanların hayatından bile konjonktürün etkisiyle çekilen ölüm ve sonrası fikrinin, eski ve tüketilmiş, sadece duyguları okşayan vaazlara yaraşır bir konu olmaktan çok, hala insanlığa söyleyeceği çok şeyi olan bir değer olduğunu yeniden keşfetmeye ihtiyaç vardır.
Son olarak da insanların, özellikle de gençlerin dine olan ilgilerinin arttırılması noktasında dinin söz söylediği toplumlarda dinin sözünü ettiği bir toplumsal yapının hakim olması gerekliliği baştan kabullenilmelidir. Müslümanların yer altı ve yer üstü kaynaklarının sömürüldüğü, açlıkların ve yoksulluklarımızın iç parçaladığı, her bir müslüman beldesinin savaş arenası haline getirilerek hem can, hem mal hem de muhabbet ve huzurlarımızı kaybettiğimiz bir dönemde teorik mükemmellik sadece kuru bir metinden başka bir şey olmayacaktır.
Bugün ateizmin ve dolayısıyla onun alt dallarının elindeki en güçlü argüman kötülük problemidir. Buna göre “teolojilerin iddia ettikleri gibi iyi bir tanrı varsa, evrende kötülük olmamalıdır, evrende kötülük olduğuna göre tanrı yoktur” şeklinde bir kanaat teolojiler tarafından henüz günümüz insanına yeterince anlatılamamıştır.
Hakikatte ateist veya ilgisiz Tanrı’yı yok saymakla veya ilgilenmemekle kötülükten kurtulmuş ve onun varlığını ortadan kaldırma imkânı bulmuş değildir. Aksine onu daha da anlamsızlaştırmıştır. Tanrı yok sayıldığı takdirde sadece kötülükler değil, hayatın bütünü anlamını yitirmektedir. O halde, özellikle metafiziksel kötülük problemine kaynağı açısından değil, maksadı, anlam ve önemi açısından bakmak daha akıllıca bir iş olarak gözükmektedir. Aslında ateistin, Tanrı’nın yokluğuna ilişkin olarak ileri sürdüğü argümanların tümünü var oluşun kaynağı açısından kritik etmek de mümkündür. Ateist ile teist arasındaki en önemli fark, teistin Tanrı’ya özgü kıldığı nitelikleri, ateistin maddeye özgü kılmasıdır. Bunlardan hangisinin söz konusu niteliklere daha uygun olduğunun tespiti ise yalnızca akıl ve vicdanın işidir. Akıllar ve vicdanlar bu konuda farklı kararlar verebildiğine göre, asıl sorunun, akıl ve vicdanla ilgili değil, onları kullanma yöntemleriyle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Bu noktada sadece akla değil vicdanlara hitap etmenin de zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
KAYNAKLAR
- Aydın, Mehmet, Din Felsefesi, İlahiyat Vakfı Yayınları, İzmir, 2012,
- Aşkit, Mirpenç, İbn Rüşd’de Siyaset ve Ahlak İlişkisi, Iğd Üniv Sos Bil Der / Igd Univ Jour Soc SciSayı / No. 16, Ekim / October 2018, Makale / Article:47-65, Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Sayı: 16, Ekim 2018
- Bahcıvan, S., Güneş, K., Kaplan, D. (ed.), Uluslararası Günümüz İslam Toplumlarında İnanç
- Problemleri Sempozyumu, 06–07 Mayıs 2011 Konya-Türkiye, 1. Baskı: Şubat 2013, Konya
- Başkaya, Şafak, New Age Hareketi; Modern Bir Dinsellik Biçiminin Sosyokültürel Analizi, (Yüksek Lisans Tezi) MÜ.SBE., İstanbul 2006,
- Berkes, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul 1988,.
- BEŞER, Vehbi (). Modernizm ve Potmodernizm Arasında Kutsalın Yitirilişi, İslamiyat, 3, Ankara, 2001, ss. 59-79.
- Çayabatmaz, Emine, Kur’an-ı Kerim Bağlamında İslami Dindarlık Ölçeği Denemesi (EÜ. SBE.,Yüksek Lisans Tezi), Kayseri, 2016
- Gıddens, Anthony, Modernliğin Sonuçları, çev.: Ersin Kuşdil, İstanbul,1994,
- Hoffer, Eric, Kesin İnançlılar, çev:, Erkil Günur, İst. 1980.
- Hökelekli, Hayati, Ergenlik Çağı Gençlerinin Dinî Gelişimi, (Yayınlanmamış doktora tezi), Bursa, 1983.
- İşcan, Mehmet Zeki, “Selefiliğin İhyacılığı ve Dini Düşüncede Yenilik”, Marife, c. 9, ss. 9-20, Konya, 2009.
- Jonathan Rouch, “Let it Be”, Atlantic Monthly, May, 2003, vol. 291, Issue 4,
- Keith E. Yandell, Philosophy of Religion, London, 1999,
- Kirman, M. Ali, Din ve Sekülerleşme, Karahan Yay., Adana, 2005
- Köse, Ali, Sekülerleşme Teorileri Bağlamında Türkiye’de Din Ve Modernleşme, Laik Ama Kutsal, ed. by Ali Köse, Etkileşim Yayınları, İstanbul, 2006
- Köylü, M., ‘Dinsel Dışlayıcılık (Ekslusivism)’, İslam ve Öteki Dinlerin Doğruluk, Kurtarıcılık ve Bir Arada Yaşama Sorunu, (Ed.) Cafer Sadık Yaran, Kaknüs Yayınları, İst. 2001
- Mehmedoğlu, Ulvi, İnanç Psikolojisine Giriş, İstanbul, 2013,
- Sevinç, Kenan, Ateizmin Boyutları ve Tipleri, İslâmî İlimler Dergisi, Yıl 12, Cilt 12, Sayı 3, Güz 2017 (101/132)
- Topaloğlu, Aydın, Ateizm ve Eleştirisi, DİB Yay., Ankara, 2000,
- Uysal, Veysel, İslami Dindarlık Ölçeği Üzerine Bir Pilot Çalışma, Journal Of Islamic Research Vol: 8, No: 3-4, Summary-Autumn, 1995.
- Yapıcı, Asım, Yeni Bir Dindarlık Ölçeği ve Üniversiteli Gençlerin Dinin Etkisini Hissetme Düzeyi: Çukurova Üniversitesi Örneği, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 2006 Cilt: 6 Sayı: 1