Toplumsala Gömülü Kişisel Özbenlik: Kavramlar
Toplumsal olanla kişisellik[1] arasındaki eşik her daim için iç içe geçmiş bir bütün olarak tezahür eder. Ancak hangisinin ne derecede belirleyici olduğunun anlaşılabilmesi somut bir belirlenimden ziyade yaşanılan, tecrübe edilen veya öğrenile gelen pratiklere bağlı olarak gerçekleşir. Toplumsal ilişkilerin bu boyutu, kişi ömrünün her aşamasında bir gerçeklik olarak yanı başında bulunur. Bunun fark edilebilirliği tartışmalı olmakla birlikte, uygulama da gerçeklik olduğu belirtilen; tavra, davranışa ve söyleme dökülen her türden bilgi tarzı; hiç kuşkusuz kişi, toplum ve kişi-toplum eksenindeki etkileşim bağlamında somutlaşarak günlük hayatın pratiğine yansımaktadır. Bunun en belirgin olduğu mecra dildir. Çünkü, kişisel benliği şekillendiren ve toplumsal kültürün idamesini temin eden tarihsel sürekliliğin yeniden üretilmesi, kullanılan kavramalara içkinlik barındırır.
Genelde kelimeler özelde kavramlar; tavır, davranış ve takınılan üslupla birlikte günlük hayatın işleyişinde belirli algı tarzlarının yaşatılmasında ya da sürdürülmesinde başvurulan temel referanslardır. Kişilerin, kişiliklerinin ve algıladıkları hayatın siyasal, iktisadî, ideolojik, sosyal ve kültürel olarak nasıl bir çevrenin ürünü olduklarının birer göstergesi olan kavramlar, aynı zamanda, sosyolojik anlamda, hangi toplumsal kesimle temas edildiği ve etkilenildiğinin bir şablonudur. Bu nedenle de belirli bir etkileşime açık olmakla birlikte her bir kavram belirli bir toplumsal grubun hayatı algılama, onu anlamlandırma ve yeniden üretmesinin güçlü araçlarıdır. Keza, kavramlar aynı zamanda, kişinin aidiyet duygusu kadar bulunduğu sosyokültürel bağlamın zihinsel belleğini kültür denilen olgu bağlamında belirli bir kabul, reddediş ve/veya olumlama-olumsuzlama eşiğini belirleyen bir başlangıç-sonuç çizgisidir.
Bir eşik olarak kavram, kişi ve toplum açısından hem kişisel hem de toplumsal ilişkilerde sınır temin eden psikolojik bir aşamadır. Özellikle bir başlangıç ve/veya sonuç olma bağlamıyla psikolojik sınır olması karakter ve kişiliğin inşasında maruz kalınan her türden fiziksel ve psikolojik durumun bellekteki yansımasına tekabül eder. Bu açıdan kavramlar, kişiden topluma ve toplumdan kişiye aktarılan tavır, davranış ve bir şeyi anlamlandırmadaki tanımlamayı ve bunun aracılığıyla bir benlik oluşturmayı sağlar. Ancak kodlama durumu alışılmış bir çaresizlik tarzına dayanır. Çünkü, belirli bir tavrın, davranışın ve/veya söylemin belirli bir bilgi bağlamında yorumlanıyor olması; onun yorumlandığı ya da anlamlandırıldığı gibi olduğu anlamı çıkarılamaz. Hiç kuşkusuz öyle de olabilir ancak algıların yerleşik bir kabul taşıdığı ve "normal-doğal" sınırı içinde kaldığı sürece hiçbir sorun oluşturmadığı toplumsal ilişki ve bellekte, hiç de aşıldığı gibi olmayabilir. Buna karşın, kişiler söz konusu farklılığı idrak etmez; bilakis öğrenilmiş bir çaresizlik dahilinde belirli bir şablona oturtur. Daha önemlisi bu şablon "ötekinin" özelliği olarak kabul edilir. Ancak, ötekine atfedilen şey, ötekiyle ilgili olmayabileceği gibi ilgili tavrın, davranışın veya söylemin özde kendi zihnimizde nereye/neye tekabül ettiğiyle daha yakın ilişki barındırır. Yani, ilgili tavır, davranış veya söylem bizlerin bilgi ve birikimimizde nasıl kodlanmış ve algılanıyorsa onun bir yansımasıdır.
Böylesi bir gerçekliğin en önemli çıktısı belirli bir değer ve bakış tarzına yüklenmiş olan anlamın zaman içinde değişmesidir. Bu açıdan günlük hayatın içinde belirli bir kavramlar dizisinin rıza üreten ve algıya, belleğe ket vuran sonuçları vardır. Bu bağlamda, onlarca örneklem vermek mümkündür ancak günlük hayatın akışında belirgin bir kullanım içermeleri nedeniyle normallik, tecrübe, empati ve pişmanlık kavramları referans alınmıştır.
Normallik, bir kabul ve rıza normu olarak belirli bir durumun geçerliliğini onaylamanın ölçütüdür. Ancak toplumun sınıflı bir bütün olduğu ve her bir toplumsal birimin siyasal, iktisadî, ideolojik, sosyal ve kültürel bakımından bir değer yargısı olduğu dikkate alındığında her bir toplumsal birime mensup olanın maruz kaldığı tavır, davranış ve söylemin normalliği de değişecektir. Dolayısıyla belirli bir gruba mensup olan için doğal olan bir şey, başka toplumsal kesimin değerleriyle hayatı algılamış olan için siyaseten veya genel anlamda ahlaken kabul edilebilir olmayabilir. Dahası normallik, bir derece sorunudur. Tıpkı bir bardağa koyulan suyun taşmasını belirleyen şeyin suyun miktarı ve bardağın kapasitesi olması gibi. Daha önemlisi, toplumsal normları zımni olarak kabullendiren, yani, rıza üreten bir şey olması itibariyle aslında kişi-toplum ilişkisinde karşılıklı bir kontrole imkân tanımaktadır. Toplumun kişiyi, kişinin ise toplumu belirli derecelerde kontrol edip değişime sevk ettiği bir ilişkisellikte normallik, belli bir değer yargısının, o yargıyı benimsemiş olan genel kitlenin azami çoğunluk olduğu sürece yaşamasına imkân tanıyan psikolojik zor gücüdür.
Normallik gibi tecrübe de, içinde bulunulan ve/veya farklı toplumsal kesimlerle yaşanılan etkileşime göre yaşanılan, gözlenen, hissedilene göre bir anlam ifade etmektedir. Özellikle karakter ve kişiliği güçlendiren ya da onun zafiyetini daha da derinleştirecek şekilde etki eden yaşanmışlık; yaşanacak olana yönelik tavrı, davranışı ve söylemin üzerinde olumlu veya olumsuz etki etmektedir. Sonucu ne olursa olsun, toplum veya genelde kişi özelinde olumlu bir şey olarak algılanan tecrübe, temelde bir muhafazakârlaşmadır. Kişilik ve karakterdeki zaafiyetin bir iyileşme durumu olan tecrübe, aynı zamanda, savunma mekanizmasıdır. Bu boyutuyla olumsuzluk hissedilen şeyle yüzleşmekten kaçınılmasına, öncesinde maruz kanılan ya da olumsuz olarak idrak edilmiş bir durumun üstesinden gelinmesine ket vurmaktadır. Dolayısıyla hep olumlu olmuş bir durumun bir gün olumsuz olabileceği ama hep olumsuz sonuçlar alınmış bir yaşanmışlığın da olumlu olabileceği ihtimalini ortadan kaldırarak kişilik ve karakterdeki bir körlüğün günlük hayatın işleyişinde hep yanı başımızda yaşamasının panzehiri olmaktadır.
Bir başka kavram örneği empatidir. Günlük hayatın akışı içinde kişinin kendisini karşısındakinin yerine koyarak duygu, düşünce ve hissiyat açısından bir anlam özdeşleşmesini güdülemeyi amaçlar. Ancak, bu amacın aksine, benzer şeylere maruz kalınsa bile, hiç kimsenin hiç kimsenin duygusunu, hissiyatını ya da ruh halinin ne durumda olduğunu kestiremez. Dahası her kişi benzer şeyler yaşasa bile bu yaşanmışlığın herkesin karakter ve kişiliği üzerindeki etki farkı, doğal olarak bir şeye atfedilen hassasiyetin derecesini de belirleyecektir. Bu nedenle de empati bilinç ve/veya farkındalık olarak düşünülse de, böyle bir şeyin gerçekliği yoktur. Çünkü, her kişinin karakter ve kişiliğindeki eksiklik ve etkilenme eşiği bir değildir. Dahası, böyle olmadığı gibi yaşanmayan, hissedilmeyen ya da hissedilse de hissiyatın karşılığı olan duygusal-hissi boşluğun durumuyla sınırlı olacağından böylesi bir ikame durumu sağlanabilir değildir. Çünkü, duygusal ve hissi boyutun ön plana çıkarak anlaşılmayı amaçlayan empati, somut, görülen, hissedilen bir maddeye dokunmak gibi değildir. Bu nedenle de toplumda ciddi bir karşılığı olan empati beyanatının hayatın gerçekliği içinde salt psikolojik bir tatminkarlık aracıdır.
Toplumsal ve kişisel ilişkilerde ciddi bir kullanım alanı bulan ancak oluru da bir o kadar tartışmalı olan bir başka kavram pişmanlıktır. Kişinin daha çok belirli bir anda verdiği kararlarının sonuçlarından belirli bir zaman sonunda haz etmemesinin bir olumsuz duygusudur. İlgili kararın verildiği durumda sanki başka bir tercih yapabilecek bir psikolojik imkân varmış gibi beyan edilir. Buradaki hatanın temelinde verilen kararın rasyonel bir sonuç olduğunun reddi vardır. Oysa belirli bir anda ortaya çıkan tavır, hareket ve/veya söylem ilgili anda idrak edilen tüm etmenler dahilinde ön plana çıkmış bir tercihtir. Bunun nasıl bir duygu ile yapıldığının bir önemi yoktur, çünkü, ilgili tercihin ortaya çıkmasını belirleyen salt bir faktör yoktur. Birden fazla etmenin içinde bir ya da birkaçının daha belirleyici olduğu bir yansıma vardır. Toplumsal ve kişisel ilişkilerde tamda bu belirgin olan tabloyu referans aldıklarından etkili olan ya da dışarı da bırakılanların neden dışlandıklarını görmezden gelerek değerlendirir. Söz konusu değerlendirmenin böyle olması, son kertede verilen kararın rasyonel değil, baskın olan durumdan kaynaklı olarak değerlendirilmesine ve sanki diğer seçeneklerin tercih edilebilirliği olabilirmiş gibi bir yok hükmündeki kanaate varmaktadır. Çünkü, kişi(ler) zaten ilgili bilinç veya farkındalık durumunu taşımış olsalar, sonradan yapmasaydım dedikleri şeyleri yapma gereksinimi duymazlardı. Ancak kişiler belirli bir an itibariyle belirli bir karar eşiğinde yer alırlar. İlgili andaki karar duruma göre en makul olan tercih olması itibariyle rasyoneldir. Bu nedenle de geri dönüş söz konusu değildir. Daha önemlisi, kişi veya kişilerin hayatın her anındaki algı açıklığı, olayları, durumları idrak etmedeki psikolojik ve fiziksel etmenleri aynı olmadığından belirli bir andaki kararın rasyonelliğinin mahiyetini de etkilemektedir.
Bu gerçeklik nedeniyle hayatın belirli bir anını yargılamak söz konusu olamaz. Kararların muhakemeden geçirilerek yargılanması mümkün değildir. Ancak yapılacak şey, gelecekte maruz kalınacak benzer durumlarda nasıl bir tutum takınılabileceğine ilişkin bir rehber olarak düşünülebilir…
Sosyal bir varlık olan kişi, kişilik ve karakterinin malzemesini zorunlu olarak özellikle içinde bulunduğu toplumsal grup; sonrasında ise etkileşim yaşadığı çevrelerden devşirerek inşa ettiğinde tatmin edilen olduğu kadar açlığı çekilen psikolojik, duygusal ve fiziksel şartlardan temin eder. Ayrıca, toplum içinde psikolojik bir kontrol gücü olan toplum aracılığıyla "normallik" adı altında kodlanmış olan ve toplumsal açıdan sürekli maruz kalınan kavramsal kullanımlar bir yanda düşünsel olanın muhafazakârlaşmasıyla diğer yandan herkesin neredeyse herkes gibi düşünmesine, algılamasına ve yaşamasına vesile olan birer bağdır…
[1] Kişisel kavramı, liberal ideolojinin birey kavramının yerine kullanılmaktadır. Ancak bireyin ikamesi değildir. Daha ziyade toplumun geneline alışılagelen birey olmakla özgür, rasyonel, kararlarını alabilen, kişilik ve karakter olarak kendini gerçekleştirmiş olarak algılanır. Ancak buradaki kişi kavramı, liberal birey merkezli kullanımın ifade edilen kullanımın aksine, kişinin kendi başına bir anlam ifade etmediğini, sosyal bir varlık olması nedeniyle dahil olunan toplumsal grup ile etkileşim kurulanlar neticesinde belirli bir eşiğe kadar gelebilen bir tercih neticesinde yaptığı tercihin veya makullüğün sonucu olarak "benim fikrim" dediği şeye ulaştığını ifade eder. Dahası bu kavramsal kullanım, bir bağımsızlığı değil, bilakis kişiler ve sonrasında toplumun düzeyinde belirli bir etkileşimi ve karşılıklı olarak birbirini beslediğini var sayar. Bu nedenle öz itibariyle rasyonel bireyden ziyade herkes bulunan ancak oranları ve kullanım tercihleri değişen bir değerler bütünlüğü içeren sosyal varlıktan bahsedilebileceğini ve bunun da en makul şekilde kişi olarak karşılık bulabileceğini ifade ediyoruz…