Ekonomik İlişkilendirme Mantığının Gerekçesi: İnsanda Olmayan Bilinebilir mi?

Felsefe-Mantık - Doç. Dr. Muhammet Özdemir

Ekonomik İlişkilendirme Mantığının Gerekçesi: İnsanda Olmayan Bilinebilir mi?

Yaşadığımız dünyada dijitalleşmenin arkasında kapsamlı felsefi ve mantıksal bir analiz bulunmaktadır. Burada Antik Yunan felsefesi ve mantığı yine işbaşındadır, ama içeriği ve işlevi epeyce farklılaşmıştır. Açıkça söylendiğinde günümüzde bilgi insanda olanla sınırlı kalmak ve ekonomi de insanla ilgili olana yatırımla kendini sınırlandırmak konusunda kararlı görünmektedir. Bunun için depolanmış bilgi verilerinin ilişkilendirme mantığı yoluyla matematik ve ekonomiye tercüme edildiği, spekülatif cümleler de dâhil insani her şeyin ilişkilendirme mantığına dayalı ekonomik çözümlemeler yoluyla değerlendirildiği fark edilebilmektedir. İlişkilendirme mantığı modern mantığın matematik ve ekonomiyle evliliğinin ürünü gibi görünmektedir, ama dijital dünyadaki bileşenleri bunlarla sınırlı değildir.[1]

Burada bilgi sorunsalı ve ilişkilendirme mantığı çerçevesinin biraz açıklanmasında yarar vardır. İnsan neyi bilebilir ve nasıl bilebilir? Bu sorunun çağdaş dönemdeki yanıtı insanın sadece deneyimlerini bilebileceğidir. İnsan, deneyimleri üzerine sonuçları bakımından düşünme yoluyla önce kişisel, sonra genel geçer bilgilere ulaşabilir. Pragmatizmin açıkça ve postmodernizmin de çok dolaylı yollardan kabul ettiği bu hükümler birçok insan ve özellikle de profesyonel felsefecilerden bazıları tarafından şiddetle reddedilebilmektedir. Akılcı evrenselciliğin ve idealist evrenselciliğin bunları kabul etmesi mümkün değildir. Çünkü onlara göre kendi deneyimleri yaşam boyu tutarlı bir tekrardan başka bir şey içememektedir. Bu insanlara göre bilgi deneyime indirgenemeyecek kadar ulvi ve hakikatle ilgili bir sorunsaldır. Fakat söz konusu insanlar da yaşadığımız dünyanın bireyselleşme ve bireysel farklılıkları tanıma dünyası olduğunu kabul etmektedirler. Bireysel farklılıkların oluşturduğu mekânsal ve zamansal yoğunlukların getirdiği bölünme ve genellenemezlik vakıaları her insanın kendini bilme içeriğine saygıyı zorunlu kılmaktadır. Bu durumda genel geçer bilgi nasıl mümkün olabilecektir ve bu bilgi nasıl hakikatle özdeşleşebilecektir? Daha kolay ve olguya uygun olan yanıt, bilginin toplumsal ve hakikatin kişisel kalabileceği; ortak deneyimler yoluyla toplumsal bilginin, kişisel deneyimler yoluyla da hakikatin bilinebileceği değil midir? İnanç ile bilgi arasındaki ikilemin geride kaldığı ve gerici kabul edildiği bir popüler Amerikan kültüründe örneğin vejeteryanlığın sağlığa uygunluğu ve büyükbaş hayvan yemenin canlılığa karşı işlenmiş bir cinayet suçu olduğu gerçekten de genel geçer bilginin ve özellikle de hakikatin konusu olabilir mi? Vejeteryanlar neden vahşi hayvanları da vejeteryan yapmaya çalışmamaktadırlar? İnsanın doğaya empatiyle yaklaşmasını öneren doğa severler ve hayvanseverler hedef kitlesi olarak neden sadece insanlara yönelmektedirler? Her iki sorunun da yanıtı, vejeteryanliğin kişisel bir mesele olmaktan çıkıp da toplumsallaştığında artık ekonomik bir yatırım konusu olmaya başladığı ve her halükarda bilmenin de hakikatin de insanla sınırlı kaldığını herkesin peşinen kabul ediyor olmasıdır. Yani insan sadece insanla ilgilenmeye isteklidir ve onun bütün konuşmaları sadece insana yöneliktir. Dolayısıyla insanda olmayan bilinemez. İnsanda olan da onun deneyimleridir. İnsan kendisinde olmayan deneyimleri kabul ediyor görünebilir, ama gerçekten öğrenmiş veya bilmiş olmayacaktır. Bu bağlamda vejeteryanliği kabul veya reddetme nasıl deneyimlerle ilgili ise evreni yarattığı kabul edilen bir Tanrı’nın varlığı veya bütün insanların uymak zorunda oldukları evrensel iyilik yasası da deneyimlerle ilgilidir. İnsan her ne olursa deneyimleriyle olur ve her neyi bilirse sadece deneyimleriyle bilebilir. Her insanın hakikati farklı olmakla birlikte deneyimlerin kendileri veya bu deneyimlerin yöneldikleri kişisel amaçlara hakikat denilebilir. Böyle bir dünyada toplumsal hakikatlerden söz etmek kolay değildir. Çünkü toplumsal hakikatleri temellendirebilecek ortak deneyimler genellikle mevcut değildir. Herkesin menfaati bir diğerinden farklıdır. Bunun açık anlamı şunu söylemeye gelir: Bütün kavramlar ve olgular insanla tanınır ve bilinirler. Özdeşleştirme riskli olmakla birlikte örneğin adalet güçlü olanın iradesiyle yani kendisiyle ve dinsel inanç veya vejeteryanlik de bu ikisinden birini veya ikisini kendinde bulunduran insanla bilinebilir. Pragmatizmin bir tür dolaylı aşaması olan postmodernizm ve post-yapısalcılıktaki özne felsefeleri bedenin deneyimleriyle kavramları ilişkilendirmek konusunda kararlı görünmektedirler. Dolayısıyla özne artık düşünce değil deneyimdir ve kavramlar da genel geçer kabuller olarak öznelerin deneyimlerinde onaylanandır.

Peki, ilişkilendirme mantığı nedir ve nasıl işlemektedir? İlişkilendirme mantığı, insan kaynaklarındaki çeşitliliğe güvensizlik ve insan niteliğinin ortak bilgiye kattığı öznelliğin yaratabileceği şaibeleri bertaraf etmek üzere geliştirilmiştir. Kavram, teori, cümle, önerme, argüman ve görüşlerin tamamının geçerlilik ve tutarlılık koşullarını değerlendirebilmek zordur. Herkes konuşmakta ve herkes kendi deneyimine bilim demek istemektedir. Çünkü böylece diğer bilimlere rakip olmak ve yerli bilimden söz etmek olanağı meydana gelebilmektedir. Bu durumda herkesin kendi menfaatine göre bir bilimi esas kılmak isteyebilir. Buna karşı rakamların daha az yanıltıcılığına yatırım yapılarak; geçerlilik için insani bir gereksinimin giderilmesi ile buna yönelik önerilmiş kavram arasında ekonomik bir örtüşmenin bulunup bulunmadığı sorulmaktadır. Tutarlılık için de önce kendi muhtevasında sonra alternatifleriyle yine ekonomik bir karşılaştırmaya tabi tutulmaktadır. Meselelerin, kavramların ve teorilerin ekonomik ilişkilendirme mantığına uygun olarak insanların menfaatlerine ve yönelimlerine çevrilmesi ve bunların her birinin insanlığa kazandırabileceklerinin ekonomi içinden hesap edilmeye çalışılması adil ve nesnel bir bilgi için şimdilik elzem görülmektedir. Böylece örneğin eski savaşlara yönelik bir analizde erkeğin bizzat bedeni ve kas gücüyle, kadının da çocuk yapması yoluyla ekonomide ve bilgide önemli iki bileşen konumuna sahip olduğu saptanabilir.

Ekonomik ilişkilendirme mantığının temeli ancak insanda olanın bilinebileceğidir. İnsanla ilgili olmayan herhangi bir şey bilginin konusu değildir ve bilinemez. Neden bilinsin ki? İnsan deneyimleri dışında hiçbir bilgi kaynağına sahip değildir. Deneyimlerin anlamlandırılması da sonuçları yoluyla mümkün olabilmektedir. Ama yeni ve başka sonuçların öngörülmesinin gerektiği zamanlar için istatistik ve ekonomiye tercüme edilerek, ilişkilendirme mantığı yoluyla çözümlemede bulunulmasında yarar vardır. Bu durumda insan maddileşmiş, manevi kavramlar itibar kaybetmiş ve insan kendisiyle değil de ekonomiyle kavranmış olmayacak mıdır? Bu sorunun yanıtı da uygulayıcı insana bağlıdır. Eğer insan sadece kendini merkezde tutmaz ve bencil davranmazsa insan kendinde olan dışında bir şeye güvenmediği için daima ihtiyatlı davranmış olacaktır. Fakat tersinde yani bazı insanların nesnellik ve adalet adına ulaşılmış bu çözüm yolunu da suistimal etmeleri durumunda maddileşmekten ziyade yaklaşımın kendisi geçersiz ve tutarsız bir hale evrilebilir. Çağdaş Batılı metinlerin insanı değerlendirme yolu böyle görünmektedir. Kültür endüstrisi kavramını gündeme ilk getirenlerin meramı, bu şekilde gerçekleşen yaşamın ulvi hakikatlerle örülü olduğuna yönelik vurguların meydana getirdiği çelişkiler ve aldatılmışlık duygusundan kaynaklanıyordu. Başka türlü insan emeğinden ve gereksinimlerinden başka bir şey değildir. En azından insanın insanla başka bir ilişkisi bulunmamaktadır. Deneyimlenen başka kategorik bir ilişki varsa bu cümle kesinlikle çökecektir.

[1] Bu bağlamda örnek çalışmalar olarak şu kitaplara bakılabilir: Joseph F. Zimmerman, Interstate Economic Relations, Albany: State University of New York Press, 2004; Michael Genesereth, Data Integration The Relational Logic Approach, Morgan & Claypool Publishers, 2010 (e-kitap); Carlo Cellucci, Rethinking Logic: Logic in Relation to Mathematics, Evolution, and Method, New York, London: Springer, 2013; Steve Chan, Thucydides’s Trap? Historical Interpretation, Logic of Inquiry, and the Future of Sino-American Relations, Ann Arbor: University of Michigan Press, 2020.