Gazâlî Nedenselliği Reddetti mi?
Pek çok araştırmacı özellikle Türkçede Müslüman kelâm, fıkıh, felsefe ve tasavvuf bilgini, modern ekonomi, psikoloji ve etiğin öncülerinden İmam Ebû Hâmid el-Gazâlî’nin nedenselliği (illiyet) reddettiğini öne sürüyorlar. Bu iddianın sahiplerine göre, Gazâlî neden ile sonuç arasındaki kesin, tutarlı ve kararlı ilişkileri reddedip de bu ilişkileri Allah’ın keyfi iradesine bıraktığı için Müslüman toplumlarda bilim ve teknoloji gelişmemiştir. Lenn Evan Goodman’in 1978 yılında yayınlanmış makalesinden itibaren birçok çalışma meselenin böyle olmadığını, bu argümanın kendisinin nedenselliği inkâr ettiğini bir şekilde ifade ediyor olsa da,[1] herhalde böyle bir argüman İslâm toplumlarının modern kültürü kuramayışını daha kolay gerekçelençirebildiği için tercih edilmektedir. Oysa bu kadar kolay her şeyde yarar bir o kadar az ve zordur.
Argümana basitçe yaklaşıldığında İslâm toplumlarının modern Avrupa’nın kültürünü geriye dönük olarak taklit etmesi gereğini beklemenin kendisi felsefi olarak her türden nedensellik fikrine aykırıdır. 1970’lerde ABD’nin örneğin Çin’i örnek alması ne kadar nedenselliğe aykırıysa, 13.-14. yüzyıllarda İslâm toplumlarının Avrupalıları takip etmesini beklemek de aynı şekilde nedenselliğe aykırıdır. Bunu neden yapsınlar? 300 yıl sonra daha ileri gidecekler diye mi? Birçok aday varken birinin ileri gidebileceğini nasıl öngörebilecekler? Böyle bir argüman şu anda gelişmek için doğru model arayışında olan toplumlar açısından Çin, Hindistan, Almanya, Japonya, Brezilya, Rusya, Türkiye ve Nijerya’dan hangisinin 100 yıl sonra daha ileride olabileceğini öngörebiliyor mu?
Bruno Latour’un isabetle saptadığı üzere, her türden doğrulama ve gerekçelendirme tarzı toplumlara göre gerçekleşmektedir. Bunun anlamı, Thomas Samuel Kuhn’un bilimsel devrimlerin yapısına ilişkin analizlerinde çok önceden değindiği şekilde, çalışarak emek üretmiş ve güçlü olmayı başarmış toplumların arasında kabul gören doğrulama ve gerekçelendirme mantığının zamanla evrensel olmaya başlayıp merkezde tutunduğudur. İnsan ve toplumlardan ayrı tek ve hep geçerli bir nedensellik (illiyet) fikri, bilim kabulü, matematik, ekonomi veya objektif hakikat mevcut değildir. Bunu fark etmek ve ifade etmek demek insan yaşamını, bilimi, felsefeyi, dini ve evreni anlayabilmek demektir. Bazı araştırmacıların ve yazarların iddialarında görülebileceği üzere, objektif hakikatin tarih boyunca hep aynı kaldığını reddetmek Allah’ı, bilimi, toplumu, ahlakı, hukuku, teknolojiyi ve ekonomiyi inkâr etmek demek değildir. Bu iddia doğru olsa ve hakikat hep aynı normlarla kendini tekrar ediyor olsa Batı medeniyeti denilince Avrupa ve ABD’den sadece birinin kastediliyor olması gerekirdi. Bu iddia doğru olsa, insanın 15 yaşı ile 55 yaşındaki fikirlerinin aynı olması gerekirdi. Fakat böyle değildir. Özellikle de psikoloji, ekonomi ve etik kesinlikçi, ısrarcı ve herkesi tek tipleştirici standartları kabul etmezler. Bilim, din ve felsefe özellikle ilk ikisinden hiçbir zaman bağımsız olamaz.
Gazâlî, İbn Sînâ’nın mantık alanındaki kitaplarını okuyarak bunlara Cüveynî, Fârâbî, Yahya en-Nahvî ve başkalarından okuduklarını da ekleyince Aristoteles’in Metafizik adlı kitabında ve İkincil Çözümlemeler’de yer verdiği nedenselliğin oluşmuş bir toplumsal düzen kabulünü esas aldığını ve aslında bu Yunan filozofun eleştirdiği sofist Protagoras’ın “insanın her şeyin ölçüsü olduğu”na dair önermesinin daha genel geçer bir deneyimden beslendiğini anladı. Çünkü Protagoras değişim gereksinimi olan bir toplumda değişimin ana aktörü olan insanların başını çekerek bir deneyim yaşamış ve fikirlerini buna dayandırmıştı. Aristoteles ise, kendisinden önce kurulmuş ve kuralları az çok kararlaştırılmış bir devletin büyüyeceği bir zamanda ve değişim gereksinimi sadece yeni taraftar bulmak olan bir toplumun tepesinde teorisyenliği deneyimlemiş; onun da fikirleri böyle bir deneyime dayanmaktaydı. Değişim talep edenlerin bireyci ve nedensellik kavramını reddedici, büyümeyi hedefleyenlerin ise toplumcu ve nedensellik kavramını kararlaştırıcı nitelikte konuşmaları tarihin insani bir karakteriydi. Esas itibariyle kurulu bir nedenselliği rededenler kendi deneyimlerinin de içinde olduğu yeni ve kuşatıcı bir nedensellik peşindeydiler. Nitekim sofistlerin deneyim ve fikirleri olmasa Platon’un felsefesi de Aristoteles’in sistemi de olamazdı. Gazâlî de tıpkı Protagoras gibi olanakları az ve kendini geliştirip kabul ettirmeye muhtaç bir ailenin çocuğuydu. Böyle çocukların özyaşamları çalışkanlık ve başarılı bir kariyer ile sosyal mutluluk arasında bölünürdü. Çalışma ve disiplin hayatı derinden ve kapsamlı anlamayı sağlar, ama her bir deneyimi paylaşabileceği ortak arkadaş veya yakından mahrumiyet bir çeşit yalnızlık hissini kalıcı kılardı. Sosyal mutluluğu tercih edenlerde de samimi çevre ve muhabbet gelişir, ama başarıya özlem bir özgüven eksikliğine yol açardı. Gazâlî bunların her birini ayrı ayrı değerlendirdi. Ondan sonra David Hume, Adam Smith, Immanuel Kant, Friedrich Nietzsche, Charles Sanders Peirce, William James, Ludwig von Mises, August von Hayek, Michel Foucault ve Paul Feyerabend gibi birçok başka filozof da benzer değerlendirmelerde bulunmuşlardır.
İmam Gazâlî, bunca şeyi kavradıktan sonra zamanının toplumunda iktidar çevresindeki sosyal bilimciler sınıfının (ulemâ) ve bilim insanlarının (felâsife) yetersiz olduklarını da fark etti. Yeni bir doğrulama ve gerekçelendirme içeriğine ve bu içeriği yapılandıracak yeni insanlara gereksinim vardı. Aslında ona kalsa Nişabur’da kalır ve Rektör olarak çalışırdı. Fakat bunun için yeterli kulisi yapamadı, Rektör olamadı ve başkent Isfahan’da Nizamülmülk ve Sultan Melikşah ile buluştu. Bu koşulları Gazâlî yaratmış değildi, ama talihin kendisine getirdiği bu olanağı kullanmaması da kendisine haksızlık olurdu. İlk olarak kendisinden önce oluşmuş ve yerleşmiş olan nedensellik ölçütlerini her iki bilim çevresinde iptal edecek seviyede eleştirilerde bulundu. Bunlardan bir tanesi, insanların çoğunluğunun kusursuz bir kelâmî delil nedeniyle değil de güç ve başarı ilişkilerinin gerektirmesi dolayısıyla Allah’ın varlığı ve İslâm’ın doğruluğunu kabul ediyor olmalarıydı. Bunlardan diğer bir tanesi de, herhangi akılcı felsefi delilin hiçbir zaman evrensel, kesin geçerli ve doğru olamayacağı; geçerlilik ve doğruluk koşullarının deneyim gruplarının gereksinimleri tarafından belirlendiğiydi. Yüzyıllar sonra Hume, Kant, Peirce, Hayek ve Foucault bundan başka bir şey söylememişlerdir. Bu cümleye rasyonalist yorumlara dayanılarak bir itirazda bulunulursa sadece Kant’ı aradan çıkartabiliriz. Neticede iki farklı nedensellik ölçüt ve kabulünü reddeden Gazâlî bunların yerlerine İbn Sînâ mantığının deneyim, kelâm, fıkıh ve tasavvufla bir araya getirildiği yeni bir nedensellik ölçüt ve kabulünü getirdi. Bunu yaparken Gazâlî aslında içten içe kendi deneyimlerinin özünü içeren psikoloji ve ekonomiye dayanmıştı. Ona göre her şey aslında ekonomi ve psikolojiye indirgenebilir miydi bilinmez, ama kavramlar ile deneyimler arasında kurduğu anlamsal ilişki analizlerinin zemini bu ikisinden besleniyordu. Keşke Gazâlî üzerine veya İslâm üzerine bunca yoğun konuşanlar sadece bu ikisinin modern ve çağdaş tarihlerini yeterince bilebilselerdi. En azından aradıkları günah keçisinin Gazâlî olamayacağını fark edebilirlerdi.
Nedenselliği inkâr etmemek gerektiğini söyleyenlerin kendi söylemlerindeki nedensellik alışkanlıklarının incelenmesinde yarar vardır. Çünkü genellikle kendi söylemlerinde kullandıkları nedensellik kendilerinin geriden hissettirdikleri standartlara hiçbir şekilde uymamaktadır. Tarihi geriye doğru bu kadar kolay genelleyebilen insanlar günümüzden ileriye doğru hiçbir genellemede bulunamıyorlar. Bu, üzerine düşünülmesi gereken bir vakıa değil midir? Gazâlî hiçbir zaman bu kadar kolay bir yol seçmemiştir. Bu konuda İbn Sînâ, Gazâlî ve İbn Rüşd birbiriyle aynı yolda ve fikirdedirler. Çünkü üçü de kendi dönemlerinin önde gelen zekâları idi. Şu farkla ki, İbn Sînâ ve İbn Rüşd aristokrat ailelerden geliyorlardı, ama Gazâlî kasabalı ve yoksul bir ailenin çocuğuydu. Sistem filozofları ile eleştirmen filozoflar her zaman birbirine karşıttır, ama bunlar birbirlerini anlayabilirler.
[1] Lenn Evan Goodman, “Did Al-Ghazâlî Deny Causality?”, Studia Islamica, No. 47 (1978), s. 83-120.