100. yılında bile...

Fikir Yazıları - Yusuf İPEKLİ yazdı

100. yılında bile...

Yusuf İPEKLİ
Öğrenen emekli öğretmen
ipekli65@gmail.com

Okullarımızda,

1. Yoğun olarak Türkçe, Türk Dili ve Edebiyatı dersleri okutuyor, Türkçe'yi doğru, dürüst öğretemiyoruz. İnsanlar konuşamıyor, öğretmenler bile iki kelime yazamıyor, üç beş kişi karşısında konuşmaktan kaçıyor. On cümlelik bir metinde onca yazım / ifade yanlışıyla karşılaşıyoruz. (Dün ankaradan Otobüsnen yanlız geleyim. Cümle bir öğretmenin not defterinden. Anlatım bozukluğu dışında kaç yazım yanlışı gördünüz?)

2. Matematik okutuyor ancak matematiği de öğretemiyoruz. Analitik düşünceyi kavratamıyoruz. Problem çözme becerisi kazandıramadığımız gibi çocukları matematikten soğutuyoruz. Toplamayı öğretmeden çarpma, çıkarmayı öğretmen bölmeye yoğunlaşarak öğrencileri matematikten korkutuyoruz. (Orta ikiden bıraktık, matematik ağır geliyordu. Yusuf Hayaloğlu, Ah Ulan Rıza şiirinden...)

3. Önceliği İngilizce olmak üzere 2. sınıftan itibaren zorunlu olarak yabancı dil okutuyor, örneğin İngilizce'nin e' sini bile belletemiyoruz. Bu arada ya Arapça, Farsça konuşarak kendimizi anlaşılmaz kılıyor ya da Almanca, Fransızca konuşarak dil kırma merakı içinde komik duruma düşüyoruz.

4. Haftada 40 dakika müzik, 40 dakika resim iş dersi yapıyoruz, sonuçta insanlar sanatın içine tükürüyor.

5. Bedenin eğitimini 80 dakikaya sığdırmaya çalışıyoruz. Hırsızların, arsızaların, yalancıların, uyuşturucu bağımlılarının, kap kaççılarının şerrinden biz evlere sığınmak zorunda kalıyoruz.

6. İşlediğimiz fen derslerinde de geriyiz. Sınav kaygısı. Vahşi kapitalizmin dayatması. Ulusal (Mevlana) ve / veya uluslararası (Pisa) sınavlarda fen ortalamamız sıfıra yakın. Bilimi kavratamadığımızdan ortalıkta güzel avrat otu, şerbet otu, üzerlik otu veya deve sidiği ile ülseri, kanseri, migreni, prostatı, iktidarsızlığı, kolesterolü, kansızlığı tedavi eden kansızlar fink atıyor.

7. Gerçekleştirmeye çalıştığımız eğitimde de isteğimiz noktada değiliz. Hâlâ sokağa tükürüyoruz. Çöplerimizi bulduğumuz her yere boca ediyoruz. İsraf diz boyu. Taciz, tecavüz vakaları, çocuk gelinler, kadın cinayetleri artarak devam ediyor.

Öyleyse niye, eğitim öğretim işiyle uğraşıyoruz? Niye milli gelirimizin büyük bir kısmını eğitime ayırıyoruz, harcıyoruz? Madem eğitemiyor, madem öğretemiyoruz kapatalım gitsin okulları...

Yok, okulları kapatmayalım da gizli, yaygın ve hakim olan şu üç anlayışın varlığını belirterek çözümüne odaklanalım.

Niye, "Gündüzler benim gece kimin olursa olsun." diyemeyiz de ondan.

a) Eğitim yoluyla öğretmek gibi bir derdimiz yok. Eğilsinler yeter!

b) Eğitim yoluyla üretmek gibi bir derdimiz yok. Tüketsinler ki, çok kazan(dır)sınlar!

c) Eğitim yoluyla düşündürmek gibi bir derdimiz yok. Buna gerek de yok, zira adımıza düşünenler zaten var...

Ne yapmalı?

1. Küçük beyinlere bilgi yükleme heves ve yanlışından vaz geçelim. Nasıl olsa, ya öğretemiyor ya öğrettiğimizi sanıyor ya da öğrettiğimiz ufak tefek kırıntıları unutturuyoruz. (Kanıt, tanık mı? Güldürmeyin kargaları...)

2. Ailenin çocuklarını mutlu yetiştirmelerine yardımcı olalım, katkı yapalım. Anne baba gülümserse, çocuk kahkahaya boğulur.

3. Duvarları yıkalım, sınıfları duvarların dışına taşıyalım. Harvey'in dediği gibi, "Tabiat tanrının yazdığı bir kitaptır." Referansımız tabiat olmalı.

4. Öğretmen yetiştiren kurumları özgünleştirelim, özgürleştirelim. En zeki, en akıllı çocukları, gençleri buralarda okutalım. Öğretmenleri de somut verilerle seçelim. Rektör, dekan, hoca yakınlarını, siyasetçi akrabalarını sırf bu özellikleri yüzünden buralara öğretmen olarak atamayalım.

5. Ülke ve ülkü sahibi olarak yetiştirdiğimiz gençlerin beyin göçüne müsade etmeyelim.

6. Her gün aynı elbiseyle dışarı çıkmaktan utanan öğretmenler yerine her gün aynı bilgiyle sınıfa girmekten utanan öğretmenlerin önünü açalım.

7. Konuşma yanlışıyla, eksiğiyle dolu, kolay para kazanma gibi saçmalıkları beyin kodlarına adım adım yerleştiren, sevgiyi paraya indirgeyen, aile yapılarını darmadağın eden, zaman / duygu / ruh hırsızı medyayı kontrol altına alalım.

8. Eğitimi yaz boz tahtası olmaktan kurtarmak için liyakatsız, erdem sahibi olmayan, günü kurtarmaya odaklanan, oturduğu koltuğa sıkı sıkı sarılan, o koltuğu kaybetmemek için çevirmediği dolap kalmayan, üç kâğıtcı yöneticilerden kurtaralım.

9. Şeffaf, hesap verebilir, denetlenebilir bir sistem kuralım, nesnel ölçütler oluşsun, istismarı tespit edilenlerin gözünün yaşına bakmayalım.

10. Herkesin lise, üniversite okuması gerekmez. Ara eleman ihtiyaçları belirlenip, bu ihtiyaca göre eleman yetiştirelim, diplomalı işsiz yığını oluşturmayalım.

11. Üniversitelerin yanında, başta sendikalar olmak üzere vakıf, dernek gibi diğer sivil toplum kuruluşları kendi beklentilerini dayatmaktan vaz geçmeli, halkın mutlu olacağı sistemler üzerine yoğunlaşalım.

12. Tüm okullara aynı imkanlar sağlayalım, imtiyazlı okul kayırmacılığını terk edelim. Bu yolla vatandaşın "çocuğumu hangi okula göndermeliyim, hangi öğretmen okutmalı" arayışına son verebilelim. Apartman dairesini okula çevirmek yanlıştır.

13. Milli eğitimin çocuğu hayata hazırlama ilkesinden asla taviz vermeyelim. Cumhuriyet gerçekten fazilettir.

14. Çocuk kitaplarını muntazam hazırlayalım. Oyunla öğretimi ciddiye alalım. Öğrencinin laboratuvarda, kütüphanede ders çalışma, vakit geçirme alışkanlığı kazanmasına yardımcı olalım.

Yanlış anlamayın ben de, "Eleştiri de kıskanç, övgü de cömertim!". Çocuğa biçtiğimiz rol konusunda çok iyimser olamasam da eğitim hususunda kötümser değilim.

Ancak şundan çok eminim: "Eğitim ciddi bir iş. Onu toplumun ihtiyaçları ile buluşturmazsanız, aynı elbise olmasa bile aynı bilgilerle bilerek veya bilmeyerek öğrenciyi, öğretmeni bedenen sınıfa sokar, ancak ruhen sınıftan çıkarırsınız."

Artık ne kadar hayır gelirse!