Travma Tedavisi: Travmalarla Yaşama veya Unutma Temelli Terapiler

Fikir Yazıları - Ali BALTACI yazdı

Travma Tedavisi: Travmalarla Yaşama veya Unutma Temelli Terapiler

17 Ağustos ve 6 Şubat tarihleri akıllardan silinmeyecek. Bu iki tarihi birbirine bağlayan şey yalnızca depremler ve can kayıpları değil, insan hayatının ne denli geçici olduğu ve günübirlik yaşamlarımızda yıkım ve ölüm gibi sert kavramlardan ne derece uzak oluşumuz. Oysa depremler ve onun öncesinde grip salgını dönemi bize kırılganlığımızı bir kez daha hatırlattı.

Tüm afetler hayatımızı etkiler ancak doğal felaketlerden belki de en kötüsü depremler, çünkü insanın temel ihtiyaçlarından barınma durumu ihlal ediliyor. Ayrıca binlerce bina ve altyapının bir anda çökmesiyle karşı konulamaz bir çaresizlik içine düşüyorsunuz. Ne zaman ve hangi şiddette olacağını bilemesek de az çok nerede olacağı ve kaç kişinin etkileneceği bilinebiliyor. Ancak deprem fikri birkaç hafta akıllarda yer edip zamanla unutuluyor ve bizler ne zaman olacağını bilmediğimiz bir felaketi yaşamak üzere beton tabutlarımıza yeniden kapanıyoruz.

Birkaç yılda bir ölümcül depremlerden etkilenen ama hala kalıcı önlem almayı başaramayan bir coğrafyada yaşadığımızdan, hemen hepimiz bir jeolog kadar zemin bilgisi ve bir jeofizik mühendisi kadar deprem literatürüne hâkim olduk. Her deprem sonrası çıkıp yerküreyi anlatanlar, fay hatlarını gösterip şu tarihte şuraya dikkat diyenleri izlemekten daha akıllıcası onları dinleyip önlem almak. Ama bunu başaramıyoruz maalesef; çünkü insan doğası unutma üzerine kurulu ve unutkanlığımız bizim duygusal yaralarımızı iyileştirmemizde önemli bir yere sahip… Bu yazıda travmalar ve onları unutturmaya çalışan tedavi uygulamaları üzerinde duracağım.

Aslında travma tedavisi psikolojinin var olma nedeni, çünkü duygusal yaralarımız ancak onları kabul edip kanıksadığımızda iyileşmeye başlıyor. Bu ise bir zaman gerektiriyor, çünkü duygusal acılar belki de en uzun iyileşme süreci gerektiren rahatsızlıklardan. İlginç olan ise böylesi önemli bir sorunla baş etmek için insanın geliştirdiği birkaç yöntem dışında doğru düzgün bir tedavi de bulunmuyor. Kabul terapileri, affetmeler veya unutma seansları ile yüzleştirme veya maruz bırakma gibi sert tekniklerin uygulanageldiği yüzlerce tedavi yöntemi varmış gibi görülüyor. Daha da kötüsü bir travmayı ilaçlarla unutmaya veya sadece bu acıdan kurtulmaya çalışmak…

Elbette ilaç tedavisi, travmaya dayalı stresi azaltmada sıkça baş vurulan, hatta çoğu durumda ilk başvurulan tedavi. Ancak anti-depresan ilaçlara başvurulmadan önce denenebilecek bazı tedaviler de söz konusu. Örneğin kabul terapisinde; yaşamı ve onun getirdiği acı durumları her şeyiyle kabul etme söz konusu. Biraz teslimiyetçi bir ruh hali gerektiriyor ve eğer buna hazır değilseniz, bu tedavinin işe yaraması güçleşiyor. Zaten kabul terapilerinden önce uzun süreli değerlendirmeler yapılıyor ve hazırlanmanız sağlanıyor. Biraz mistik bir süreç, çoğu kez maneviyat üzerinden bir teslimiyet mekanizmasına başvuruluyor. Ancak pastoral yöntemlere dayalı kabullerin özellikle yas terapilerinde kullanılmasıyla kişilerin neden-sonuç ilişkilerini mistik güçlere atfetme eğiliminin yükseldiğini gösteren araştırmalar da söz konusu. Burada bir noktaya dikkat çekmek gerek, eğer travma yaşadıysanız bunu kabul etme veya etmeme gibi bir durumunuz olamaz. Zaten yaşanan bir olayı reddetmeniz sizin travmayla yaşamanıza neden olur. Teslim olmadan veya manevi atıflarda bulunmadan da travma durumunu kabul edebilirsiniz. Örneğin küçük çocuklara ebeveyn veya evcil hayvan vefatını anlatırken yaşanan travmayı ilahi bir güce bağlamak anlamsızlaşacaktır. Çünkü zaten çocuk o yaşta ilahi gücün mahiyetini kavramaktan uzaktır. Bunun yerine rasyonel neden ve sonuçlara yönelmek ve çocuğa söz konusu kaybın nedenini açıklamak daha akıllıca bir seçim olabilir.

Travmalardaki ikinci yaklaşım maruz bırakma tedavileri üzerine kuruludur. Aslında bu yöntem de teslimiyet ve kabul gibi zihinsel süreçlere benzer; ancak burada travmaya yol açan neden daha açık şekilde size tekrarlı olarak yaşatılır. Böylelikle travmatik olaya karşı bir alışkanlık geliştirmeniz beklenir. Bu kanıksama hali bir çaresizlikten öte duyarsızlaştırmadır. Depremleri yaşaya yaşaya artık sallantılara alışmak veya nerede bir deprem duysak ölü ve yaralı sayısını sorgulamak gibi ikincil tepkiler, maruz kalma etkisiyledir. Bu arada travmaya şahsen maruz kalanlar birincil travmatikler iken, kriz durumuna şahsen şahit olan veya uzaktan izleyenler ikincil travmatiklerdir. Örneğin deprem haberlerine maruz kalan bizler ikincil travmatiğiz çünkü doğrudan depremi yaşamadık. Depremzedeler ise şahsen bu deneyimi yaşadıkları için onların travmaları bizden daha derin olacaktır. Bu ise maruz bırakmayla çözümlenmeyecek bir derin yaralanmaya işaret eder. Çünkü depremin üzerinden aylar geçmesine rağmen hala uykusunda irkilen, sallandığını sanan veya karanlık ve soğuk bir yerde ölüm kalım savaşı vermenin yıkıcılığını duyumsayan insanlarla karşılaşmak olasıdır. O halde maruz bırakmaya dayalı terapiler, deprem korkusu veya travmasını hafifletmez. Bu tür terapi, korkuyu sürekli akla getirdiği için travma durumunu kalıcı hale getirir.

Travmaları hafifletip onlarla yaşamayı öğrenmek bir çeşit kaçış mekanizmasıdır. Çünkü asıl sorunun üstünü kapatıp onu görmezden geliriz. Böylece acımızı ya içe bastırır ya da reddederiz. Bastırma mekanizmalarının gelecekte farklı tepkilere yol açması kaçınılmaz; örneğin nedensiz uyku bölünmeleri, terlemeler, belli şeyleri zamansız hatırlamanın verdiği hüzün gibi tepkilerin çoğu aslında travmalarla doğru baş edememenin oluşturduğu etkileşimler. Ancak her travma belli etki yapacak diye bir şey de yok. Son dönem araştırma sonuçlarından hareketle çocukluk travmalarının çok azı yetişkinlik hayatımızı etkiliyor. Yani aslında çocuklarda belli ölçülerde travmalara karşı dayanıklı; ancak her çocuk bu duygu güçlüğüyle aynı şekilde baş edemeyebilir. Kendi çocukluğunuzda tanık olduğunuz ve sizin de çocuklarınızı maruz bıraktığınız travmaları düşünürsek aslında baş etme mekanizmasının ne derece önemli olduğunu anlarız. Yine de travma durumlarına karşı çocukları korumak oldukça önemli.

Travmayla baş etmenin belki de en zorlayıcı yanı duygusal sınırlarımızı bilmemek. Her şeyin değerinin olduğu bir dünyada duyguya değer biçememek gerçek bir belirsizlik yaratıyor. Buna karşın travmayı aşmak için bu belirsizliğin hafifletilmesi gerekiyor. Örneğin deprem sonrası yaşanacak duygusal zorlanmaların aşılması için içimizde hangi duygunun eksik olduğunu bilmemiz gerekebilir. Eksikliğini çektiğimiz duyguyu ne şekilde telafi edeceğimiz konusunda da bilgi sahibi değilsek genellikle en kolay ikameye yani hazza yöneliriz. Deprem sonrası aşırı tüketim, yeme içme bozuklukları, aşırı cinsellik, çok eşlilik veya homoseksüel ilişkilerde artış gözlenmesi olası. Bunun yanında intiharlar, boşanmalar, kaybolmalar ve terk edişler de hızlanacak. Tüm bunlar yaşam amacını kaybeden insanların travmaya karşı oluşturduğu standart tepkiler.

Hazzın yüceltilmesi aslında son dönemde hemen her toplumsal katmanda gözlemlenen bir olguydu. Buna karşın depremin yarattığı ilk şok ve kriz anı atlatıldığında yani insanlar çadır kentlerden kalıcı konutlara veya şehirlere dağılmaya başladığında yaşayacakları kırılmalar, çoğu kez hazzı öne çıkaran ve dünyanın geçiciliğini hazcılıkla kapatan bir forma dönüşmeye aday. Bu insanlık tarihindeki hemen her büyük savaş, deprem, sel ve yangından sonra yaşanan doğal bir süreç. İnsanlar temel içgüdülerine dönerek kendi hayatlarına anlam katmaya çalışırlar. Bu noktada dönülebilecek iki temel güdümüz var: şiddet ve cinsellik… Şiddet, modern yaşamda farklı şekillerde kendini gösteriyor; yani eskiden olduğu gibi savaşlar yağmıyoruz. Ancak diğerleriyle aramızda soğuk savaşlar, çekememezlikler ve kıskançlıklar gibi pasif şiddet motifleri devam edegeliyor. Buna karşı cinsellik, özellikle sosyal medyanın etkisiyle daha büyük bir yıkıma dönüşebiliyor. Kadın kuşağı televizyon programlarında ele alınan evlilik, boşanma, terk ve aldatma gibi konuların odağında sosyal medya kaynaklı cinsellik öykülerinin yattığını görüyoruz. Bu temel ihtiyaç karşılanmayıp bastırıldığında daha radikal toplumsal sorunların oluşması muhtemel; ancak cinselliğin aşırı ve alenileşmesi de ayrı bir toplumsal sorun. Yine de her travma yaşayan kişinin cinselliğe yöneldiğini söylemek zor.

Travmaları unutmak, unutmaya çalışmak veya onları daha içeri hapsederek bilinç düzeyine erişmesini önlemek özel bir çaba gerektiriyor. Buna karşın travmaların unutulması, genellikle travma yaşanılan bölgeden uzaklaşma veya travma nedenlerini yok sayma gibi ilgisizlik temelli stratejilerle de mümkün olabiliyor. Travma durumuna ilgisiz kalmak için yaşamınızda travmadan daha özel bir şeylerin olması, mesela yoğun bir iş veya yakın bir duygusal ilişki gibi, gerekiyor. Yoğun bir meşguliyet ister istemez sizin duygusal çıkmazlar yaşamanıza engel olabilir. Ancak unutmak için yeterli meşguliyetiniz yoksa travma durumunu gerçeklik ilkesi gereği tüm detaylarıyla yansıtmaya çalışırsınız. Mesela travmaya neden olan durumun suçunu dış bir güce yüklemek böyledir. Dış mihraklar, dış güçler veya diğerleri bize sürekli travma yaşatırlar; oysa gerçekliği kabul etsek bu yansıtmaların aslında ne kadar cılız bir başa çıkma mekanizması olduğunu da görürüz.

Bu yazımda kısaca travmayla başa çıkma mekanizmalarından bahsettim. Elbette söylenecek ve yazılacak çok şey var. Çünkü travmalar, psikiyatrinin var olma nedeni. Ancak yine de yaşadığımız zorluklar karşısında ne gibi savunma mekanizmaları geliştirdiğimizi bilmek, zorluklarla başa çıkmada bize rehberlik edebilir. Zorlandığınız durumlarda sığındığınız bir yer, kişi veya bir şey mutlaka vardır. Kimimiz deniz kenarına, parka veya sadece alışverişe gideriz. Kimimiz alkol, sigara veya ilaçlara yönelir; kimi ise teselliyi bir diğerinde arar… Deprem gibi sert bir kriz döneminden geçtiğimiz şu günlerde kendimize bir uğraşı yaratmak ve rutinin dışına çıkmak özellikle önerilebilir. Herkese daha az travmalı bir yaşam dilerim…