Deprem Gerçeği ve Toplumsal Bütünleşmenin Etkisi
Sosyolog Dr. Onur UZER
Doğal afetler, yarattıkları fiziki tahribat kadar toplumsal bir çözülmeyi de ortaya çıkarır. Depremde yer kürenin bir gerçekliği olarak fay kırıkları ile oluşan ve güvenlikli, dirençli yapıların olmadığı bölgeleri tehdit eder, fayın şiddeti yüksek ise de konutlar enkaz altında kalır. Bilimsel olarak yapılan çalışmalar Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğunu, 1939 Erzincan (7.8 şiddetli) ve 1999 Marmara (7.6 şiddetli) depremleri ile bunu en derinden yaşadığını göstermektedir. 6 Şubat 2023 tarihli ve Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi merkez üssü olan 7.7’lik ve aynı gün içerisinde Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesi merkezli 7.6’lık iki deprem sadece Türkiye’nin değil dünyanın yaşadığı en büyük doğal afet felaketi arasına girmiştir. Afet öncesi, oluşu ve sonrasında afetin yönetimi ile ilgili de ciddi çalışmaların yapılması gerektiğini Kahramanmaraş depremi hepimize en acı haliyle gösterdi. Sosyolojinin temel çalışma alanlarından biri de toplumsal bütünleşmenin afet sonrası süreçlerde nasıl etkili olduğunu analiz etmektir.
Yaşanılan doğal afetler sonrası toplumların yaşadıkları ağır hasarlar sonucunda düzenin ve rutinin bozulması, yeniden düzen kurulması, toplumsal iş birliği ve dayanışma süreçleri afet sonrasında toplumsal bütünleşmenin önemini ortaya çıkarmaktadır. Fritz’in (1961) ifade ettiği gibi; “Afetler, bütünleşme, dayanıklılık ve sosyal sistemlerin iyileştirici gücünü test edebileceğimiz laboratuvarlardır.” Yaşanılan her bir afet sonrası toplumsal hayata dair ve toplumsallaşmaya dair yeni örüntüler yaşanmakta ve her bir afet toplumsal bütünleşmeyi farklı formlarıyla yeniden inşa etmektedir.
Afetler, tedbir ve bilimsel bilginin önemini ve bilim insanlarının çalışmalarını ve söylemlerine ciddi bir biçimde kulak vermemiz gerektiğini bir kez daha göstermiştir. Jean Jacques Rousseau’nın “Yaşadığımız acıların nedeni jeolojik değildir. İnsanları deprem değil, yoksulluk öldürüyor.” ifadesinde olduğu gibi bilgi yoksunluğu ve beraberinde gelen yoksulluk, toplumsal kayıplarla neticelenmektedir. Dolayısıyla, rutin olanın dışında gerçekleşen toplumsal etkileşimler ve toplumsal hareketler aynı zamanda sosyolojik açıdan her an karşılaşılmayan “olağan dışı”nı anlayabilmek için önemli olanaklar sunmaktadır. Afetlerin yalnızca yıkım ve tahribat ekseninde değil, aynı zamanda toplumsal hayatın ve bireyin gündelik ve toplumsal hayatında geçirdiği değişimler ve yeniden kurgulanan toplumsal hayat ekseninde analiz edilmesi, afet sonrası yaşam dinamiklerinin acı, yas, kayıp gibi unsurlarla birlikte toplumsal bütünleşme ve dayanışma ile yeniden inşa edildiği bir edinimi de kapsamaktadır. Afet sırasında ve sonrasında meydana gelen kaos, spekülatif haber unsurları, kolektif eylemlerin yanı sıra beliren ekonomik ve sosyal ihtiyaçları karşılayacak yeni yapılanmalar, yerel ve merkezi yönetimlerin uygulamaları bu değişimin merkezinde büyük rol oynamaktadır. Türkiye özelinde yalnızca deprem ve sonrasında yaşanan kaos değil aynı zamanda bireylerin anlam ve toplumsal ilişkilerini de yeniden kurguladıkları önemli bir sosyal yaşam deneyimi olarak kabul edilmelidir. Sosyal destek ve dayanışmanın toplumsal öneminin ön plana çıkmasının yanında, toplumun tamamının büyük bir özveri ile dayanışma örüntülerini ve yardımlaşma ilişkilerini gerek sahada gerekte medya unsurlarının geniş katılımlı destek kampanyaları ile bu durumu güçlendirmiştir. Gündelik hayat akışının enkazla yerle bir olması ve yaşamanın yeniden inşası ile toplumsal belleğin ve hafızanın yaraları yeniden sarılmaya çalışılacaktır.
Depremin yarattığı kolektif travma ruhsal açıdan örseleyici olduğu kadar toplumun hayata yeniden uyum sağlamasını da güçleştirmektedir. Afet bölgesinden etkilenen insanların eski yaşam biçimleri, komşuluk ilişkileri, sosyal zeminin yitirilmesi bir yas duygusunu perçinlerken, afet sonrası gelişen belirsiz atmosferi onarıcı toplumsal etkileşimler gerçekleşmelidir. Birbirimizi iyileştirerek, birbirimize kulak ve omuz vererek zaman içinde iyileşebilmenin ümidi ile yaşam sürecektir. Acıda kenetlenen toplumumuz, toplumsal bütünleşmenin bir unsuru olan yardım elini kilometrelerce uzaklıktan ulaştırmaya çalıştı. Afetzede bireyler, toplumun afet süreçlerinde belirgin bir şekilde ortaya çıkan bu dayanışma ilişkisi ile yalnız olmadıklarını ve yas sürecini bu dayanışma örüntüleri ile onaracağını da deneyimlemişlerdir. Afet artık etkisini yıkımın olduğu bölgede değil, tüm ülkeyi hatta tüm dünyayı kapsayan ve her bireyin bu konuda yaşamsal bir retoriği en derinden hissettiği toplumsal bir yankıya dönüştürmüştür. Adım attığımız zeminin altında fayların olduğunu bilerek, tüm kamusal paydaşların, inşaat firmalarının, uzmanların deprem gerçekliği ile büyük bir ciddiyetle yüzleşmesi toplumsal yaşamın en doğal normu olmalıdır. Bilimsel bilgiye inanç yükseldikçe, binalar alçalmayacak/yıkılmayacaktır…