ANNIHILATION "YOK OLUŞ BELKİ DE YENİDEN VAR OLUŞTUR OUROBOROS GİBİ”

Sinema - Hatice ERDEM

ANNIHILATION "YOK OLUŞ BELKİ DE YENİDEN VAR OLUŞTUR OUROBOROS GİBİ”

Gösterime giriş tarihi: 9 Mart 2018 (Türkiye)

Süre: 2 saat

Yönetmeni:Alex Garland

Senaryo:Alex Garland

Tür: Bilim kurgu, fantastik, gerilim, macera

Ülke: Amerika

Uyarlandığı eser:Yok Olus: Southern Reach Üclemesi 1

Eşinden bir süredir haber alamayan bir biyolog, sonunu düşünmeden bir maceraya atılır. Bir psikolog ve antropolog ile birlikte, tüm teknolojik nimetlerden uzaktaki X-Bölgesi'ne doğru bazı durumların nedenini araştırmak için yola çıkar. Ancak o bölgede umduklarından çok farklı şeyler bulurlar.

Başarılı bir bilim kurgu filmi olması yanında zihninizi sarsan psikolojik bir film var karşımızda. Hiç kimsenin cesaret edemeyeceği gizemli ve ölümcül bir bölgeye bu kişilerin gitmesi tesadüf mü yoksa içsel muhasebelerinin sesine yenilip vicdan rahatlama arzularından dolayı mı gittiklerini izledikçe göreceğiz.

Her birimiz varoluş sancılarıyla hayatla baş etmeye çalışmaktayız. Bir yandan ise bilinçaltımıza attığımız istemli ya da istemsizce yaptığımız hataların ya da yaşanmamışlıkların sancılarıyla sürekli huzursuzca kıvranıp dururuz.

Varoluşçuluk'a (Egzistansiyalizm) göre insan dünyaya fırlatılıp atılmıştır. Ve dünyaya gelen insanın varlığı özünden önce gelir. Sadece bir varlıktan ibaret olan insan, ancak kendi çabalarıyla özünü inşa edebilir. Bu fikir akımına göre insan özgür bir varlıktır ve hem kendine karşı hem de başkalarına karşı yerine getirmesi gereken sorumlulukları vardır.

Toplu yaşam kuralları, çevre baskısı ve sorumluluklarımız nedeniyle sınırsız özgürlük tabii ki bir hayaldir. Ancak insan, özgürlüğü ile sorumlulukları arasındaki dengeyi kurarak kendini yani özünü oluşturmak zorundadır. Kimisi bunu çok genç bir yaşta başarırken kimisi ise çok geç yaşlarda başarır. Ancak her insanın hayat denilen bu çetrefilli yolda özünü bulabildiğini de söyleyemeyiz. Aslında herkes var olabilir ama herkes bir öze sahip değildir.

Peki bu öz dediğimiz kavram nedir? Bir hecelik iki harflik minicik kelimelinin içine sınırsız anlam yükleyebiliriz aslında. Çünkü her birey kendine özgüdür ve her bireyin kendini tanıma ya da tanımlama şekli de doğal olarak farklı olacaktır. Hatta hâlâ kendini tam manasıyla tanımamış ya da tanımlayamamış insanlarla doludur çevremiz. Diğer yandan ise insanlar başkalarının zihinlerindeki şemalara ya da belirledikleri sınırlara göre de tanımlanabilmektedir. Ancak kendini tam olarak tanımış ya da tanımamış olan insanın başkalarının gözündeki tanımı da sağlıklı olmasa gerek. Çünkü her birey, karşı tarafa yansıttığı davranışları doğrultusunda bir tanıma sokulabilir. Ve böylece de ortaya tek bir insanla ilgili onlarca tanımlama çıkabilir. Bu konuda Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar” romanındaki “Selim” karakterine atıfta bulunmazsam haksızlık etmiş olurum. Selim’i en iyi tanıyan kimdi dersiniz?

Özünü oluşturduğunu düşünen insan, hayata ve kendi hayatının anlamına farklı gözlerle bakar. Hayat felsefesinin ne olduğunu bilen birey bir nebze de olsun hayatının anlamını kavrar ve daha sakin, verimli ve mutlu bir hayat sürer. Böylelikle özünün yansımalarıyla sınırlarını belirlediği rotada daha az hata ile yol alır.

Bunun yanında henüz özünü oluşturamamış insanın yaptığı hatalar ya da cesaret edemeyip yaşayamadığı hayaller ise onda daha büyük gerilimlere neden olur. Özünü oluşturamayan insanın huzursuzluklarının, sessiz çığlıklar halinde zihninin karanlık odalarında yankılanıp durması kaçınılmazdır. Kendi içinde baş gösteren bu kaosun pençesinde kıvranan bireyin hem kendine hem de başkalarına vereceği zararların sınırını bilmek zordur.

Kaos, evrendeki her şeyde vardır ve bunun insanın içinde de var olması doğaldır. Kaos olmadan kozmosa ulaşmak olası değildir. Burada önemli olan karmaşanın içindeki düzeni bulup huzura kavuşabilmektir. Keza bu durum özünü bulmuş insanlarda da zaman zaman vuku bulur. Ancak üst bilince sahip olan insanlar kısa sürede bu kaosu kozmosa dönüştürmekte diğerlerine göre daha başarılıdır.

Diğer yazımda “Kendi Kuyruğunu Yiyen Yılan”dan yani “Ouroboros”tan bahsetmiştim. Bu yazıda bu konuya daha ayrıntılı değinmek istiyorum. Yılan motifi Mısır, Roma, Yunan, Sümer, Babil, Türk kısaca hemen hemen tüm medeniyetlerde çokça işlenen bir varlıktır. Birçoğumuzun yılan korkusu yani “Ofidiyofobi”sinin olduğu bir gerçektir. Bu konunun psikolojik yönüne burada değinmeyeceğim. Ancak bu korkuya rağmen geçmişte birçok inanışın odak noktasında olmuştur yılan. Gelin birlikte birkaçına bakalım: Şâhmeran hikâyesinde bilgeliğin timsali, Gılgamış Destanı’nda ölümsüzlüğün simgesidir. Medusa mitinde kötülüklere maruz kalan Medusa’nın savunma aracıdır. Şamanizm’de yer altıyla bağlantıyı sağlayan varlıktır.

Tıp biliminde kullanılan “Kadüs” sembolündeki düalist bir düşünceyi ifade eden yılanın manasını birçok kişi merak eder. Kimi düşünceye göre Gılgamış efsanesinden kaynaklanan ebedi hayat otunu yediğinde ya da hayat suyunu içtiğinde heryılderisini değiştirerek kendini yenilediğinden, ölümsüzlüğün ve doğurganlığınsembolüdür yılan. Kimisine göre tıp sembolündeki sopa, yaşamı, yılanlar ise gençliği temsil eder. Yunan mitolojisinde tanrı Zeus'un önce öldürüp sonra Tıp tanrısı ilan ettiği Asklepios, tıp sembolündeki asaya sarılmış yılanla bütünleşmiştir. Asklepios'a göre hekim yılan gibi olmalı, sırrını kimseye söylememeli, sabır ve sükun içinde çalışmalıdır. Diğer yandan ise yılanların zehrinin iyileştirici özelliğinin olmasının yanı sıra deri değiştirmeleri, yeniden doğuş ve yenilenmenin sembolü olarak görülür.

Mısır mitolojisinde yılan, hem olumsuz hem de olumlu bir figürdür. Güneş tanrısı Ra'nın mücadele ettiği düşmanı yılan Apophis,kaosun ve karanlığın simgesidir. Diğer yandan Ra'nın yer altı seyahatlerinde ona eşlik eden yılan Mehen, onu koruyan güçlü bir yılandır. Hitit ve Babilli’lerde de yılan kutsal bir varlıktır. Örnekler o kadar fazla ki araştırmanızı tavsiye ederim.

“Kendini kuyruğunu yiyen yılan” ise kendini yok edip tekrar yaratmayı simgeler. Birçok öğretide duymuşuzdur “Var olmadan önce yok olmalısın, ölmeden önce ölünüz, eğer yeniden doğmak istiyorsan kendini yok etmeyi göze almalısın” ve benzer ifadeleri. Yukarıda da bahsettiğim gibi özümüzü bulma yolunda da buna benzer bir süreç söz konusudur. Var olduğunu sandığımız kendimizin aslında gerçek biz olmadığını anladığımızda onu yok etmeden kim olduğumuzu bulmamız zor gibi görünüyor. Özümüzü bulmak istiyorsak gerçek sandığımız benimizi yok etmemiz kaçınılmazdır. Filmin sonunda daha çok bu durumun bilinçaltı kısmına değinilmiş olsa da, biyoloğun bulduğu gizemli yerde yaşadığı deneyimin olduğu sahnede daha iyi anlayacağınızı düşünüyorum.

Diğer taraftan ise bilinçaltımıza attığımız hatalar ve yaşanmamış hayaller nedeniyle pişmanlıklarla dolu bireylerin özünü bulma yolundaki çabalarının ya da bu konudaki bilinçsizliklerinin ruhsal sağaltım yapılmaya muhtaç olduklarına bir sonraki yazımda değinmek isterim.

Peki siz bilinçaltına atmak istediklerinizden kurtarabilecek yeni bir siz var eden bir yer bulsaydınız yepyeni bir insan olarak çıkmayı tercih eder miydiniz?

Filmlerle, kitaplarla ve felsefeyle kalın...