Akademik Camiada Misilleme veya Öç Almanın Sınırları
2018 yılında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eğitim Fakültesinde bir araştırma görevlisinin dört çalışma arkadaşını katletmesi, 2019 yılında Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesinde görevli bir araştırma görevlisinin öğrencisi tarafından öldürülmesi ve hemen her yıl yaşanan akademisyen cinayetleri, tıpkı kadın cinayetlerinde olduğu gibi bir süre ülke gündemini meşgul etse de zamanla unutulur. Toplumsal hafıza genellikle balık hafızasına benzetilir; infiale neden olan olayları bir süre hatırlasak da zamanla kanıksar, unuturuz. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, içimizdeki katil olma potansiyelidir. Edgar Alan Poe, bir şiirinde her insanın katil doğduğunu, hepimizin uygun şartlarda bir canavara dönüşebileceğini iddia eder. Aslında bu gerçek zamanın başlangıcından beri bilinir ama hiçbirimiz bir katile dönüşebileceğimiz gerçeğini kendimize yakıştırmayız. Peki bizi bir katile dönüştüren şey nedir? Neden diğerinin yaşam hakkına gasp ederiz?
Osmangazi katliamının faili, dört arkadaşını gözünü kırpmadan vurmuş ve herhangi bir pişmanlık duymadığını dile getirmişti. Peki onun bu denli kin, nefret ve kötücül düşünce içinde olmasını sağlayan motivasyon ne olabilir? Bu aslında yaşanmışlıklarla ilgili… Fail her durumda maktulle bir yaşantı içindedir; hiç tanımadığı insanları öldüren seri katillerde dahi görülen bu durum (yani maktulü bir şekilde suçlama durumu), diğeriyle aramızdaki bir etkileşimi gösterir. Bazen saplantı içinde size zarar vermeye çalışan aktif düşmanlarınız, sizin ne derece ileri gidebileceğinizi görmek ister. Hakkınızda dedikodu yayar, dosyalar hazırlar, işinizi elinizden almak için çaba sarf eder. Bazen bu saplantılı tipler, gerçekten sizi köşeye sıkıştırdıklarında teslim olacağınızı düşünürler; evet kediler de köşeye sıkıştıklarında teslim olur ama köşeye sıkışmasının bedelini mutlaka ödetir; son bir hamle ile saldırarak canlı kalmaya çalışır. İşte bu davranış evrimsel psikolojide misilleme göçerimi olarak adlandırılır. Hayatımıza, kariyerimize, ailemize kasteden düşmanlara karşı misilleme yaparız. Kimi zaman bu canice işlenmiş bir cinayet, kimi kez sadece düşünsel bir eylemdir. Ama her durumda misilleme aklımızın bir köşesinde yer alır.
2018 yılındaki saldırının sabahında katledilenlerden Serdar Çağlak ile bir telefon görüşmesi yapmıştım. Yaşasaydı, ortak bir proje üzerinde çalışacaktık… Öğleden sonra ölüm haberini aldım. Daha 33 yaşında idi, büyük hedefleri vardı; o an aslında ne kadar boş bir dünyada yaşadığımızı bir kez daha anladım. Yaşadığım şoku anlatamam, daha da kötüsü olayın failini de tanıyor olmak… Birkaç gün kendime gelememiştim. Tüm bunların nedeninin uzun süredir devam eden bir çekişme olduğunu bilmek, failinin misilleme eyleminin sertliği vb. konular beni yıllardır “neden insan karşılık vermelidir? Misilleme kaçınılmaz olmak zorunda mıdır?” gibi sorgulamalar yapmaya sevk etti. Evet misilleme akademik camianın kaçınılmazı, ama bu denli sert olmak zorunda mı?
Hırs, kibir ve çekememezliğin yoğun olduğu akademik camiada, akademisyenlerin ekserisi diğerini kıskanmayı alışkanlık haline getirir. Hele ötekilerden üstün olduğunuz veya diğerlerinden farklı ve özgün olduğunuzu keşfettiklerinde size çamur atmak, sizi yalanlamak veya hakkınızda dedikodu ya da iftiralarla sizi çalışamaz hale getirmek meşrulaştırılır. Kıskanılmak veya kıskanmak tabiri caizse bu işin fıtratıdır diyebiliriz; öğrencisinin gençliği ve güzelliği ya da zekasını ve çalışma azmini kıskanarak onu imha etmeye çalışan hocalarla hepimiz karşılaşmışızdır. Hocasına âşık olan, hocasının âşık olduğu öğrencilere de sıkça rastlanır akademide… Ancak esas kavga ek ders paylaşımında yaşanır. Daha fazla ek ders almak için türlü şaklabanlıklar yapan, birkaç gün ofise gelmemek için her tür sahtekarlığa başvuran ya da aylarca işe gelmeden maaş alanları görürüz. Daha da ilginci yıllardır öğrencisi olmadığı halde öğretim elemanı olan bölümlerde bu çalışmadan maaş almanın en trajikomik halleriyle karşılaşırız. Teşvik puanı almak için kurulan atıf çeteleri, makale yayınlatmak için kurulan dergiler, ahbap çavuş ilişkileriyle yürütülen kadro paylaşımları, unvan alırken yaşanan her tür etik dışılık normalleşmiştir akademimizde… Bu durum son zamanlarda artmadı, hep böyleydi ve böyle devam edecek gibi…
Bu denli usulsüzlüğün olduğu bir yer, ister istemez kendi habitusunu -yaşam alanını- oluşturuyor. Bu alan içinde diğerlerinin yapmadığı işleri yapanlar aforoz ediliyor. Başlarına olmadık işler geliyor. Bazen alenen kavgalar yaşanıyor, ama çoğu kez arkadan sinsice işler çevriliyor. Doğal olarak bir yere kadar tolere ediyorsunuz başınıza gelen olumsuzlukları; ancak bir noktada karşı çıkmanız gerekiyor. Bir örnekle açıklayayım: taşrada bir fakültenin dekanı tüm çalışanlardan kendisine tam itaat bekliyor, aksi yöndeki tüm davranışlar ötekileştiriliyor. Genelde böylesi karakterlerin sırtlarını yaslayacakları bir dayıları oluyor; herkes bu dayıyı az çok bildiğinden ses çıkaramıyor. Çünkü biliyorlar ki bu kişiyi kızdırırlarsa ek ders alamazlar, kadro verilmez, ders programları dağınık hale gelir, hatta görevden uzaklaştırılıp görev yerleri değiştirilebilir. Hukuksuz olan şeyler mahkemeden dönse de uygulamada mahkeme kararlarına riayet edilmemesi, aylarca veya yıllarca süren açığa almalar veya haksız yere açılan soruşturmalar… Tüm bunlar bir akademisyenin misilleme yapması için yeterli sebep aslında…
Akademide misillemeye konu olabilecek çok sayıda örnek var aslında. Birkaçını daha zikredeyim. Mesela üzerinden otuz yıl geçen bir tartışmaya dayanarak bir kişinin doçentlik jürisinde ona etik ceza verme, ideolojik söylemleri nedeniyle bir akademisyeni sosyal medyada linç etme, özel hayatın dokunulmazlığını ihlal ederek bir akademisyenin mesajlarını sosyal medyada yayınlama gibi konusu suç teşkil eden olayların akademisyenlerce sürekli yapıldığına tanık oluyoruz. Öğrencinin sınav kağıdını silgi ile temizleyerek ona düşük not veren, öğrencisini cinsel ilişkiye zorlayan veya öğrencisine ev temizleten, çocuk baktıran akademisyenler de var.
Misilleme her zaman akademi içinden de gelmiyor. Genellikle öğrenci şikâyet ediyor artık böyle durumları. Yani öğrenci bir haksızlık gördüğünde veya tacize uğradığında hocasını affetmiyor. Ama şunu da biliyor: “hoca bana misilleme yapar”. Evet hoca misilleme yapacaktır; çünkü çok az kişi kendisine zarar verene karşı masumane duygular besleyebilir. Hiçbirimiz peygambervari bir şekilde bize zarar verene sabretmeye çalışmayız. Sabır bir noktaya kadar, ama sonrasında insan psikolojisinin en karanlık tarafı bilince yükselir…
Bu karanlık taraf yukarıda anılan cinayetlerde “nefret veya cinnet” olarak kendini gösterdi. Peki misillemeyi bu denli zihin bunaltıcı veya psikoza zorlayıcı yapan mekanizmalar neler? Öncelikle misilleme bir tür adalet arayışı. Adil bir dünyada yaşamadığımızı biliyoruz, her gün hakkımız farklı şekillerde yeniliyor ve biz buna karşı koyamıyoruz. Tuttuğumuz takım yeniliyor, sevdiğimiz kişi başkasıyla evleniyor, piyangodan büyük ikramiye bize çıkmıyor; yani sürekli dibe vuruyoruz. Sürekli bir kaybediş içindeyiz, bir de bu kayıplara ek olarak birileri size sürekli tuzaklar kuruyor ve köşeye sıkıştırıyor sizi… İşte bu durumda o derin adalet duygusu yıkıma uğruyor ve Freud’un “gerçeklik ilkesi” yıkılıyor. Bize tuzak kuranı bularak ondan yaptıklarının bedelini ödemesini istiyoruz. Ancak 2018 ve 2019 yıllarında yaşanan yukarıda açıkladığım olaylarda böyle bir durum yok; doğrudan iki cani ve çarpıtılmış misilleme düşünceleriyle hareket etme söz konusu… Yani her misilleme rasyonel temellere dayanmıyor; ancak çoğu durumda öç almak isteyen kişi için mantıklı bir neden ortaya çıkıyor. Mesela bir akademisyen diğerini intihal yapmakla, bazı eserleri kendininmişçesine kullanmakla suçluyor. Defalarca şikâyet etse de eserlerde herhangi bir etik ihlale rastlanmıyor ama şikâyet eden “ısrarlı takibine” devam ediyor. Şikâyet edilen durumdan haberdar; kendisini şikâyet edeni biliyor ve misilleme hakkını saklı tutuyor. Çünkü harekete geçse açığa çıkacak ve yaptığı eylem sebebiyle tüm gözler kendisine çevrilecek… Böylesi derin stratejilerle bir ömür geçirmek, akademisyenleri ne kadar derin travmalara sürüklüyordur kim bilir…
Peki neden karşılaştığımız her olumsuzlukta misilleme yapmıyoruz? Aslında bu sorunun cevabı Freud’un kişilik kuramındaki süperoegoyla bağlantılı. Bize hukuk dışı eylem yaparsak toplumun bize ceza vereceğini söyleyen bir iç sese sahibiz. Ancak bu ses yaşadığımız her olumsuz deneyimde daha da kısılıyor. Kendisine farklı zamanlarda tuzak kurulan bir akademisyenin sürekli tetikte bekleme durumunu hayal edin… Zamanla bu tetikte olma durumu şizofreniye dönüşecektir. Tuzak kuranlar ise bu durumu bilmiyorlar belli ki… Yani dedikodu yaymak, iftira atmak, yalan yanlış suçlamalarla birisinin kariyeriyle ve ekmeğiyle oynamak bir süre sonra tuzak kurulan kişinin cinnet geçirmesine neden olabilir. Bu cinnet ise yukarıda örnekleri sergilenen durumlarla ileride karşılaşma ihtimalimizi yükseltiyor…
Çoğu durumda deneyimli akademisyenler, birisine tuzak kurmadan veya onun hakkında yıkıcı dedikodu yapmadan önce bu kişinin gücünü test ederler. Genellikle siyasi güç, dini cemaat bağlantısı veya tuzak kurulacak kişinin karakter özellikleri (sertlik, kavgaya yatkınlık vb.) göz önünde bulundurulur. Oysa suç psikolojisi üzerine yapılan çalışmalardan öğrendiklerimiz, en sert ve radikal şiddet içeren suçları en beklenmeyen kişilerin (çoğu kez en sıradan ve yumuşak görünen) işledikleri yönünde… Misillemeden korkan deneyimli akademisyen için başka araçlar devreye giriyor: isimsiz şikayetler veya kendilerinden daha az zeki bir başkasını araç olarak kullanma… Bu gibi durumların da zamanla açığa çıktığı bilindiğinden, eğer birisine tuzak kurmaya çalışan ve bunun için diğerlerini paravan olarak kullanacaksanız bunu yapmayın; çünkü aslında eylemlerimizin görülmediğini sansak da hepimiz kocaman bir akvaryumun içindeyiz ve herkes diğerlerinin yaptığı eylemleri yakından takip ediyor. Hele akademi gibi bin bir tilkinin dolaştığı bir yerde, kümesten tavuk çalmaya çalışırsanız mutlak yakalanırsınız… Yakalandığınızda da sizin için iyi olmaz.
Misilleme her zaman adaletsizlikten doğar. Hakkının yendiğini veya kendisine hakkaniyetli muamelede bulunulmadığını ya da aleni şekilde kıskanılarak kendisine tuzaklar kurulduğunu düşünen kişi, misillemeye baş vurur. Şiddet ortamının yaygınlaştığı ve her geçen gün daha sert ve acımasız şiddet eylemlerinin yaşandığı akademide diğerine karşı kötücül bir tutum içinde olmanız, yasaların sizi koruyacağı anlamına gelmiyor. Çünkü yasa sizi belirli bir ortamda korurken misillemeyi göze alanlar sizi en beklenmedik anda vurabiliyor. Gerçi yukarıdaki örnekte kamu kurumlarında bu cinayetler işlenmiş ve bunların olabilirliği sorgulanmış; yani üniversiteler yol geçen hanı mı diye epey tartışmalar yapılmıştı. Bir akademisyen olarak biliyorum ki birisine kötülük edersem, bunun karşılığını elbet bir gün alırım ve kimsenin de bana kötülük yapasını istemem, çünkü bilirim ki insan eksik ruh hali ile yaratılmıştır ve gerekli motivasyonlar sağlandığında herkes bir caniye dönüşebilir… Buradan bana tuzak kuran veya hakkımda dedikodu yapanlara karşı misilleme yapacağım anlamı çıkarılmasın; benim kastım: herkesin yaratılış gereği adaleti sağlama istencinin olduğu ve hakkını elde etmek için her şeyi göze alabileceğidir…
Sözlerimi Birleşik Devletlerin Kurucu Babalarından biri olan Thomas Jefferson’dan sert bir alıntı ile bitireyim: “… düşmanını her zaman iyi tanı; çünkü düşman gölgelere saklanır… eğer düşmanın sana tuzak kurarsa bekle, eğer düşmanın seni köşeye sıkıştırırsa bekle, eğer canın yanarsa sen de düşmanının canını ona fark ettirmeden yak ki adalet sağlansın… Ama bir kez misilleme yaptığında bunu yapmak için tek şansın olduğunu ve düşmanın da bunu bildiğini aklından çıkarma…”