Doç.Dr. İbrahim Keklik ile ''VAROLUŞCU PSİKOLOJİ'' Üzerine Söyleşi

Psikoloji-Sosyal Psikoloji - EDANUR POLAT

Doç.Dr. İbrahim Keklik ile ''VAROLUŞCU PSİKOLOJİ'' Üzerine Söyleşi

EDANUR POLAT: Değerli Hocam öncelikle alana ve bizlere sunduğunuz katkı için teşekkür eder, saygılar sunarım.

E.P: Varoluşçu Psikolojinin insanı bütünü ile parçalara ayırmadan ele almasının sebebi
nedir?

Doç.Dr. İbrahim Keklik: Hocam, çok teşekkür ederim. Ben öncelikle kendimi varoluşçu biri olarak veya bu konuda uzman biri olarak görmüyorum. Sadece 20 yılı aşkın zamanlık psikolojik danışma uygulamalarım, bu alanın öğretim üyesi olmamdan kaynaklanan tecrübem ve de varoluşçuluğa olan saygımdan ötürü sorularınıza elimden geldiğince yanıt vermeye çalışacağım.

Varoluşçuluğun bu tutumu insan varoluşunun doğasının da bütünlük arz etmesinden kaynaklanır. Biz esasında iletişimini kurmak, eğitimini vermek veya araştırmasını yapmak üzere insana ilişkin yaşantı ve özellikleri parçalara ayırıyoruz. Başka bir ifade ile, esasında insan var oluşu birçok bileşenden oluşan “koca bir derya” olduğundan, eğitimde, terapide ve bilimsel araştırmalarda bunlar “sökülüp-takılabilir” parçalarlarmış gibi sözünü ediyoruz ama gerçekte, insanın fenomenolojik dünyasındaki tezahürü bu parçalı haliyle işlemiyor.

Buna benzer ilginç bir örnek vermek isterim. Biz öğrencilerimize gelişim psikolojisi öğretirken insanın gelişimini alanlara bölerek anlatırız. Mesela, bedensel gelişim, zihinsel gelişim, ahlak gelişimi gibi alanları teker teker izah ederiz. Bunu yapmakla esasında “takribi” bir izahda bulunuyoruz. Çünkü insan yaşamındaki real tezahürü böyle olmaz. Bir bireyin bedeni, zihni ve her yönü aynı anda ilerleyen ve birbirlerini karşılıklı etkileyen “döngüsel” süreçler olarak devam ederler. Ama bu gidişatı anlaşılır kılmak için parçalara ayırarak betimlemeye çalışırız. Varoluşçuluk birçok kuramsal anlayışa kıyasla tümel anlamdaki bu dünyada oluşumuzla ne yaptığımıza baktığı için bütüncüldür.

Özetlemek gerekirse, biz insanların an-be-andaki oluşumuz da bütünlük halindeki bir işleyişe sahiptir. Varoluşçu veya başka bir yaklaşım kısmen (zaman zaman) “parçalara” bakacak olsa dahi bu parçaları götürüp bütünün içine yerleştirerek anlamlandırmak üzere parçalara ayrık ve müstakil şekillerde bakılabilir.

E.P: Varoluşçu Psikolojinin temel hedefleri nelerdir?

Doç.Dr. İbrahim Keklik: Varoluşçu Psikoloji zengin bir alan olduğundan ve de öncelikle felsefeden beslenen bir alan olduğundan diğer anlayışlar kadar keskin ve belirgin ve de her mensubu için geçerli olan hedeflerden söz etmek güçtür. Ancak, ille de varoluşçuluğun birçok malzemesini ve yorumunu bir araya getirip de bundan temel hedef çıkarsayacak olursam, sanırım ilk aklıma geleni “varoluşumuzla- yani ölümlülüğümüzle yüzleşmeyi sağlamak ve bu yüzleşme neticesinde ortaya çıkan sorumluluğu üstlenmek suretiyle” daha (eski tabirle) otantik yaşamaya önayak olmak özetleyebilirim. Bu şekilde ifade edince, kulağa bir oturuşta yapılabilir bir şeymiş gibi gelse de esasında bir ömür sürecek bir süreci kast eder. Zira, varoluşçu psikoloji (ve felsefe) bu dünyadaki “her halimizin” ölümün varlığı ve bunun farkında oluşumuzdan kaynaklandığı düşüncesindedir. Bu gerçeklik karşısında ne yaptığımız, ne kadar yüzleştiğimiz veya kaçındığımız yaşam kalitemizi belirler- gibi görünüyor. Bu da esasında bir çok fazladan şeyi bir kenara bırakarak “insan olmanın esas meselesine” eğilmeyi teşvik etmek demektir. İngilizce’de “insan olma durumu” (the human condition) diye çevirebileceğimiz bir kavram vardır. İnsan olma durumu dediğimiz de temeli itibarıyla ölümlü olmak ve bunun farkında olmaktır ki bunun da dünya kadar doğurguları vardır.

Kısacası varoluşsal felsefe/psikolojiden esinlenen varoluşçu terapi bu “korkunç” insan olma durumuyla “yüzleşmek” ve bu yüzleşmeden çıkan sonuçların sorumluluğunu almayı amaçlar ki böyle bir sürecin neticesinde de bireylerin daha gönülden anlamlar buldukları/ürettikleri yaşamlar edinebileceklerini öngörür.

E.P: Varoluşçu terapistler hayatın kendi içinde bir anlamı olmadığını öne sürerler. Buna
göre yaklaşımın hayatın anlamına bakışı nedir?

Doç.Dr. İbrahim Keklik: Bu anlayışa dair benim anladığım şudur; esasında herkes için geçerli olan bir anlam sisteminden söz etmek güçtür ve de anlam dediğimiz, bireyin kendi yolculuğundan (buna özellikle sancılar da dahil olmak üzere) edindiği bir şeydir. Hatta, anlam ve anlamsızlığı diyalektik bir bağ içinde algılamaktır. Anlamsızlığı tatmadan anlamı kucaklayamamak örneğin. En temeline bakarsak, bizim büyüklerimizin tabiriyle “bir nefeslik” bir hayat kendi başına ne kadar anlamlıdır? Veya yine bizim halk kültüründeki tabirle “yalan olan dünya” ilk bakışta-kendi başına ne kadar anlamlıdır ki!

Velhasıl, varoluşçu yaklaşımı benimseyen kişilerin bu anlayışı “ne yaparsak yapalım şu hayatta anlam diye bir şey yok- boşuna uğraşmayalım” gibi bir anlam taşımıyor kanımca. Daha çok, halk edebiyatında da belirtildiği üzere, esasında “fani” olan halimizle yüzleşip- o yüzleşmeden bir anlam çıkabileceğini öngören bir anlayıştır. Hatta kimileri daha da ileri gider de insanların “karın doyurucu” nitelikte anlamlar bulmaları ancak ve ancak bu yolla mümkündür diye de düşünürler.

Kısacası, insanı anlama sevk eden de tam da o anlamsızlıktır. Hayat kendi başına herkese yetecek anlamlar sunsaydı belki de arayışa ve sancıya da gerek kalmayacaktı. Veya ölümlü olmasaydı veya ölümlülüğü bilmiyor olsaydık da bir anlam arayışına sevk olunmazdık herhalde. Bu itibarla bakarsak, anlamsızlık olarak nitelendirilen şeyin ta kendisi anlamın vesilesidir- diye de bakabiliriz. Eski insanların tabiriyle söyleyecek olursam, insan bu fani olan dünyada kalıcı ve kati bir şekilde tutunacak somut dalının olmadığını bilmek suretiyle tutunacağı anlamlar yaratır. Bu da olumsuz, hazin veya talihsizce bir şey değildir. Bilakis, hayatı yaşanmaya değer kılmak için uğraşıp-didinmemize vesile olur.

E.P: Varoluşçu yaklaşım yaşamda bir değer ve anlam arama sürecidir. Psikolojik
Danışmanlara ışık tutması amacıyla soracak olursak, Varoluşçu psikolojik danışma sürecini
hangi konularda kullanılabiliriz?

Doç.Dr. İbrahim Keklik: Bana sorarsanız, varoluşçuluğa vakıf olan terapistler (psikolojik danışmanlar) her konuda da kullanıyorlar. Bunun sebebi de aşikardır. İnsanların yaşadığı her şeyi varoluşsal bir çerçevede ele alabiliriz. Dolayısıyla, ilk yanıtım aslında yaklaşımın kendisinden değil, kullanıcına ilişkindir. Yani kullanmasını bilen her insani meselede kullanabilir. Ama benim gibi kendini varoluşçu olarak tanımlamayan ama bu anlayıştan yararlananlar açısından baktığımızda ise, hayatın dönüm noktalarında, faciaları, travmaları ve kayıplarından tutun da tümel olarak bireyleri birçok anlamı ele almak durumunda ve irdelemek mecburiyetinde bırakan yaşam durumlarında kullanmak oldukça yararlıdır. Başka bir deyişle, ağır travmalar yaşamış bireyler, boşanma sürecindeki bireyler, orta-yaş krizi yaşayan, yaşlılar, ölümcül hastalığı olanlar veya hayatlarında kendilerine yol çizmekte zorluk çeken gençler gibi çeşit çeşit insanlarla varoluşçu çerçeveden bakmak oldukça yararlı olur. Hatta, bana sorarsanız zaruridir de. Çünkü bazı yaşam durumlarında (ilk soruda da değindiğiniz gibi) hayatta bizi meşgul eden parçalardan yerine bütüne ve “insanlık halimize” odaklanmak ve orayla yüzleşmek daha tümel bir değişim ve yolculuğa olanak sağlayabilir. Bunu söylemekle beraber, sanki böyle bir söylem bu tür bir anlayışın her danışmana ve her danışana da uygun olduğunu varsayıyormuşum gibi de kulağa gelir. Ancak, elbette böyle bir iddiada bulunamam. Çünkü hepimizin her gün şahit olduğu üzere, danışmanlar da danışmaya başvuran bireyler de topyekün varoluşlarıyla yüzleşme cesareti gösterirler diye bir sayıltımız olamaz. Nitekim, bunu yapmak o kadar kolay olsaydı ve de insanlar da bunu yapmaya gönlümüzün arzu ettiği derecede hevesli olsalardı, dünya hepimizin şahit olduğu haksızlıklar, cahillikler, saldırganlıklar ve ezme-ezilme ilişkileriyle bu seviyede dolu olmazdı.