Empati ve İnsan Doğası

Sosyoloji - Prof. Dr. Metin Becermen/ Hasan Güneş

Hasan Güneş: Empati kuramı insan doğasını nasıl etkilemektedir?

Metin Becermen: Başkasını anlama, başkasının/başkalarının duygu durumları ile bağ kurma gibi bir çerçevede düşündüğümüzde empatinin insanın olanaklarını kullanmasında -doğru bir şekilde kullanılabilirse- sağlayabileceği birçok katkı olduğunu söyleyebilirim. Özellikle çocukların eğitiminde önemli bir yere sahip görünüyor. Neden özellikle çocukların eğitiminde? Çünkü olumlu-olumsuz olanaklarımızın geliştirilmesi çocuklukta başlıyor. Daha sonra bazı şeyleri telafi etmek oldukça güç olabiliyor. Farklı kültürlerin, inanışların, ahlâkların, ideolojik görüşlerin ve politik eğilimlerin var olduğunun, bunlardan benimsediğimiz veya içinde yetiştiğimiz ne varsa onun diğerlerinden üstün değil farklı olduğunun ve bütün bunların taşıyıcısı olan kişinin/kişilerin değerinin esas olduğunun, bu nedenle de bir kişinin “yapı bütünlüğüne” hiçbir şekilde dokunulmaması gerektiğinin bilgisinin çocuk yaşlarda edinilmesi daha güzel bir dünyanın inşası için önemli bir zemin oluşturacaktır. Çocukların bunları görebilmesi bizim yapıp etmelerimiz ile doğrudan ilişkilidir.

-Bu satırları yazdığı sıralarda sosyal medyada dört ortaöğretim öğrencisinin “engelli” bir öğrenciye kötü muamele yaptıkları görüntüler paylaşıldı. Çocuklukta başka kişilerin değerinin bilgisinin öğretilmesini temele alacak bir eğitimin ne kadar önemli olduğunu bu örnekte açık bir şekilde görmekteyiz.

Hasan Güneş: Felsefi açıdan insan doğası söz konusu olduğunda empatinin yeri ve önemi nedir?

Metin Becermen: Felsefede empati kavramını kullanan ve empatinin önemine değinen filozoflar var elbette. Bunlarda biri de Dilthey’dır. Dilthey başkalarını anlama söz konusu olduğunda empati –ve bununla birlikte sempati- kavramını kullanıyor. Bu şekilde biz de başkalarının neler yaşayabildiğini, başka kültürleri, başka toplumları anlayabiliyoruz. Burada anlama elbette ki önemlidir. Bu nedenle ben kendi adıma empati yerine anlamayı kullanmayı tercih ediyorum. Bu da belli bir bilgisel donanımla gerçekleştirilen bir iştir. Dilthey asıl bunun önemine vurgu yapıyor. Dilthey’dan sonra anlama konusuna önemli değerlendirmelerle başka katkılar yapan filozoflar oldu. Empatiyi anlamaya dayalı olarak anlamak ve değerlendirmek –ki bu da bir tür düşünmedir- daha sağlam yorumlar yapmamıza olanak sağlar. Bu şekilde insanın olanaklarını kullanabilmesine, bu olanaklarla farklı ve adaletli yaşam biçim(ler)i ortaya koyabilmesine katkı sunacak bakış açıları ve pratikler ortaya konabilir.

Hasan Güneş: Toplum biçimlerine göre, empatinin insan doğasını etkilemesi farklılık gösterir mi?

Metin Becermen: Hem toplum biçimlerine hem de toplumsal yaşamın şekillenme biçimlerine göre bir farklılık gösterir. Başkalarını anlama çabası, başkalarını gerçekten tanıma isteğine göre gerçekleşir. Bu da bizim kendimizin, kendi yaşam biçimimizin biricik, mutlak, “hakiki” olmadığının farkında olmakla olabilir. Bu, her şeyden önce, bir bilgi, bir bilgilenme işidir. Bunun adı da eğitimdir. Ancak bu noktadan önemli bir soru(n) bu eğitimi kimlerin vereceğidir. Elbette kendini mutlak olarak görmeyen, tek tek kişilerin değerinin ve sahip olduğu bazı haklarının bilgisine sahip olan kişiler bu eğitimi vereceklerdir. Ancak bu –bakışı edinmek- pek de kolay görünmüyor. Bu nedenle toplum(sal yaşam) biçiminin/biçimlerinin kişilerin bu şekilde yetişmesine uygun bir şekilde örgütlenmesi gerekmektedir. Dediğimiz üzere, her şeyde önce böyle bir yaşam biçimini, böyle bir toplumda yaşamayı isteyip istemememiz bu durumun belirleyici unsuru olmaktadır.


Hasan Güneş: Toplumsal sınıf ve benzeri eşitsizliğe dayalı kategoriler empatiyi ve dolayısıyla insan doğasını nasıl etkilemektedir?

Metin Becermen: Bir toplumda adalete dayalı bir yaşam söz konusu değilse böyle bir toplumda yetişen insanların “olumlu” anlamda olanaklarını gerçekleştirmelerini beklemek saflık olur. Sınıfsal farklılıklar, kurumlarda, sokakta uygulanan eşitsiz muameleler kendilerinin, kendi olanaklarının farkında olan kişilerin yetişmesini engelleyici unsurlardır. Başka kişileri ve onların sahip oldukları olanakları umursamayan insanlar daha çok toplumsal eşitsizlikle, adaletsizlikle şekillenen toplumlarda yetişmektedirler. Aksine diğer toplumlarda kişilerin kendilerine güveni ve kendilerindeki olanakları gerçekleştirmeleri daha fazladır. Kendimizi ve başkalarını, başka kişileri bir olanaklar bütünü olarak görmek ve buna göre yaşam biçimi inşa etmek toplumsal eşitsizliklerin ve adaletsizliğin önüne geçmeyi beraberinde getirir. Böyle bir yerde de “insani” olanakların gerçekleşmesi daha kolay olur. Başka bir dünya mümkün! Yeter ki böyle bir dünyada yaşamayı/yaşatmayı isteyelim! Her şey istemeyle başlar; sonrasında da bunu gerçekleştirmenin koşullarını oluşturmak gelir…