Kötüler ya da Istırap Çektirmeyi İş Edinenler: Anonim Bir Acı Öyküsü

Fikir Yazıları - Doç. Dr. ALİ BALTACI

Kötüler ya da Istırap Çektirmeyi İş Edinenler: Anonim Bir Acı Öyküsü

Mitolojideki Prometheus’un hikayesi aslında acının insan yaşamı için ne denli merkezi bir konumda olduğunu belirler. Acı içinde doğarız, acı içinde büyürüz, acılardır bizi diri tutan ve yine acılarla ölürüz. İnsanın destansı yaşam yolculuğu imkansızlıklar, başarılar, başarısızlıklar ve acılarla doludur. Hayal kırıklıkları, sevinçler ve üzüntülerden kurulu olan yaşantımızın büyük bölümü aslında acının farklı biçimlerine karşı koymakla geçiririz. Kimimiz bunun farkındadır, kimisi ise acı çektiğini bile anlamaz… Bazılarımız ise diğerlerine ıstırap çektiren bir konuma yerleştirir kendini. Yaşamım boyunca ıstırabın farklı biçimlerini gördüm, deneyimledim; ama bir başkası için acı kaynağı oldum diyemem. Ancak bugünkü yazım yakın zamanda tanık olduğum kötülükler, kötüler ve acı çekenler üzerine olacak. Olaylar ve kişiler gerçek olsa da küçük bir kurgu yaparak fail ve kurbanların kimliklerini elimden geldiğince gizlemeye çalıştım.

Bir insanı değerli kılan şey nedir? Diye sorar Nietzsche, cevabı herkese göre değişse de bu soru aslında insanın yaşantımıza dokunma biçiminde gizlidir. Bazıları ile daha fazla paylaşırız yaşamı, bazılarıyla daha yakınızdır ve onlara daha çok değer yükleriz. Bizi rahat hissettirmeyen, sıra dışı gelen veya ait olmadıklarımızla sınırlı bir ilişkimiz olduğundan onlara atfettiğimiz değer de düşüktür. Ancak bizim için yaralayıcı olan şey, değer atfettiklerimizden beklemediğimiz tutum ve davranışları görmemizdir. Hiç beklemediğimiz bir anda hiç beklemediğimiz bir şey olur ve değer verdiğimiz kişi, bize acıların en büyüğünü yaşatabilir. Bunun bir örneğine son birkaç aydır tanık oluyorum. Olay Sağlık Bakanlığına bağlı bir şehir hastanesinde geçiyor; mağdur bir uzman hekim… Bu hekim; İş arkadaşlarına, kurum yöneticisine aşırı değer atfeden ve onları sürekli yücelterek iş yerinde tutunmaya çalışan birisi ve kendisine ait sosyal medya hesapları ele geçiriliyor. Buradaki içerik ifşa ediliyor, yazışmaları ve çeşitli resim ve ses kayıtları çeşitli sitelerde yayınlanıyor. Hastalarının bulunduğu mesaj gruplarında paylaşılıyor ve kendisine karşı bir karalama kampanyası başlatılıyor. Bu tuzak kokan bir girişim; yani belli ölçülerde bu kişiye tuzak kurulmuş ancak o bunu zamanında fark edememiş. Tuzak kuranların iş yerinden olmadığına emin olan bu Hekim, olayı iş yerindeki amirlerle paylaşıyor ve onlardan yardım istiyor. Amirler ise bu durumu ciddi bir ahlaksızlık olarak ele alıyor ve tüm suçu bu hekimin üzerine atıyorlar. Elbette kişinin özel yaşantısının iş ortamında didik didik edilmesi hoş bir şey değil. Çünkü o iş yerinde daha garip özel hayata sahip insanlar olsa bile moral bilgelik dediğimiz şey devreye giriyor ve diğerinin ahlaksızlığı üzerinden linç geliştiriliyor.

Moral bilgelik, yeni bir kavram değil aslında… Yaşamın pek çok yerinde bizi eleştiren, ahlaki yönden iyi ve kötü ile doğru ve yanlışları bize göstermeye çalışan insanlar olmuştur çevremizde. Bunun sanal dünyadaki karşılığı ise tekno-moral bilgelik; yani bir kişinin sosyal medyada veya sanal dünyadaki eylem ve söylemlerini inceleyerek onu toplumun istediği çizgiye klavye kullanarak çekme çabası… Zaten günümüzde Freud okuyan hemen herkesin psikoloji uzmanı veya Nietzsche veya Spinoza okuyanların filozof olarak kendini etiketlediğini biliyoruz. Entelektüel kimlik, anonimliğin verdiği özgüven ile birleştiğinde ortaya sosyal adalet savaşçılarındakine benzer bir etik bilgelik hareketi çıkıyor. Bunun klavye ile buluşması ise kendini bir camın arkasına gizleyerek başkalarının acılarından beslenen ve bu acıları sürekli gündeme taşıyarak zaten yaralanmış olanı etik olarak linç edip yaşayamaz hale getiren bir güruh. Bu kitlenin hiç de iyi niyetli olduğunu düşünmüyorum. Hatta bunu kötücül bir eylem olarak da niteleyebilirim.

Yukarıda bahsettiğimiz sosyal medya bilgileri açığa çıkan hekim, olayın yaşandığı an durumu amirlerine bildiriyor. Bir siber saldırı altında olduğunu, kendisine şantaj yapılmaya çalışıldığını ve bu bilgiler için yüklü miktarda para talep edildiğini bildiriyor. Ancak elbette bir zamanlar yöneticilerin gözdesi olan ve her fırsatta onları gereksiz yere överek yücelten bu mağdur için amirlerin verdiği karar, bir istifa dilekçesini zorla imzalatmak oluyor. Çünkü böylesi bir zor durumda olayın dışındakiler, amirler veya ötekiler, karşılarındakinin acısını paylaşmaz; mağdurun yaralanmışlığından istifade eder; çünkü korumaya çalıştığı şey kendi kimliği, yakın çevresinin ve kurumun itibarıdır. Sanki ifşa olan kişinin yaşadığı özel hayat, kuruma lanse edilecek ve toplum bu kurumun kötülüklerin merkezi olduğuna kanaat getirecektir. Oysa bu hastalıklı ruh hali, diğerlerinden beklentisi olan, bulunduğu yere liyakatle değil başkalarının isteği üzerine gelen bir kişiyi betimliyor. Bu elbette hemen her kurumda karşılaşılan siyasetten beslenen, yönetsel yeterlikleri olmayan, diğerlerini bir çırpıda silmeye çalışan ama bir taraftan da müşterilerine halk adamı olduğunu göstermeye çalışan, lümpen, edilgen bir karakter örüntüsü. Bu tarz yöneticiler kurumlarda sevilmez ama herkes tarafından efsaneleştirilirler. Çünkü onlardan beklentisi olan yalaka kesim, bu gibi yöneticileri yücelterek amaçlarına ulaşmaya çalışır. Yukarıda öyküsünü anlattığımız hekim, bu lümpen amire fazla güvenerek hayatının hatasını yapıyor; önce açığa alınıyor ve sonrasında meslekten ihraçla suçlanarak hakkında soruşturma başlatılıyor.

Plautus'unAsinariaoyununda: "Lupus est homo homini, non homo, quom qualis sit non novit","İnsan, bir yabancı için insan değil, ancak bir kurttur." veya "Bir insan, karşısındakinin henüz nasıl biri olduğunu anlamamışsa onun nezdinde bir adam değil, bir kurttur." İfadesi zamanla değişerek Thomas Hobbes’la anılan “İnsan, insanın kurdudur” şekline dönüşür. Hobbes, insanların toplumun diğer üyelerine adil ve cömert davranmaya ve toplumların diğer toplumlara karşı aldatıcı ve şiddetle hareket etmeye eğilimli olduğunu iddia eder,kendi tabiriyle"Birinde barışın ikiz kızkardeşleri olan adalet ve hayırseverlik tanrıları ile benzerlikler vardır, ancak diğerinde iyi insanlar, savaşın iki kızı aldatmaca ve şiddet tanrılarına sığınarak kendilerini savunmalıdır”. Sigmund Freud,Uygarlığın Huzursuzlukları isimli eserinde Hobbes’a yakın bir görüş arz eder: "İnsan sevilmek isteyen, saldırıya uğradığında kendisini savunmaya gücü ancak yetecek nazik bir yaratık değildir; içgüdüsel donanımları arasında ciddi miktarda saldırganlık olduğu gerçeği kabul edilmelidir. Bunun sonucu olarak komşuları, onlar için yalnızca muhtemel bir yardımcı veya cinsel nesne değil, aynı zamanda saldırganlıklarını tatmin etmeye, karşılık görmeden çalışma kabiliyetini istismar etmeye, rızası olmadan onu cinsel olarak kullanmaya, ele geçirmeye teşvik eden, onu küçük düşürmek, acı çektirmek, işkence etmek ve öldürmek yönünde baştan çıkartan biridir.Homo homini lupus.Tüm yaşam ve tarih deneyimi karşısında kim bu iddiaya itiraz etme cesaretine sahip olabilir?”

Kutsal metinlerde insana kötülük yapan şeyin aslında kendi eylemleri olduğu vurgulanır. Yukarıdaki örnekte, sosyal medyada toplumun istediğinden farklı ve sapkın bir yaşam sürdüğü öne sürülen hekim, aslında kendi libidosuna veya saldırganlık dürtülerinin kurbanı olmuştur. Onu cezalandıran şey kaderi değil, kendi eylemleridir. Buna karşın burada ihmal edilen durum, bu hekimden istenen para veya ona kurulan tuzaktır. Grietzka’ya göre konusu suç teşkil eden veya suça bulaşan bir olayın psikolojik tahlili onun suç unsurlarına veya detaylarına odaklanarak çözümlenebilir. Burada bir hekim vardır, sahte bir hayat yaşamaktadır ve sosyal medya üzerinden insanlarla tanışıp cinsel dürtülerini giderme çabasındadır. Ancak bu hekim iş yerinde sevilen ve üretken birisidir. Hastalarıyla iletişimi iyidir ve mesleğinde gelecek vadetmektedir. Bu hekimin idolleştirdiği yöneticileri ise insan harcama konusunda ihtisas sahibi ve kibirli bir karaktere sahiptir. Bu kibir, bilgiden değil, siyaset kaynaklıdır ve hak etmediği bir konumda olduğunu alenen bildiğinden otoritesini diğerlerini ezme, onları baskılama ve iş ortamını insanların birbirini ispiyonladığı, güvensiz bir cehenneme çevirmektedir. Böylesi zehirli bir ortamda, başınıza kötü bir şey geldiğinde bir tekme de amirinizden yiyeceğinizi bilirsiniz ve hareketlerinize ekstra özen gösterirsiniz. Bu gibi yerlerde işe bağlılık, iş yeri arkadaşlığı vs. olmaz; hatta çalışanlar ilk fırsat buldukları anda ya kaçarlar ya da amirlerini alaşağı edecek girişimlerden çekinmezler. Daha önce toksik iş yerlerini yazdığımdan burada detaya girmek istemem. Grietzka’nın suç modellemesindeki detay analizine dönersek olayda yer alan tuzağın iki yönlü olduğunu görürüz. Birincisi anılan hekim gerçekten de sanal bir çetenin eline düşerek kendisi hakkında caydırıcı bir linç ile gözdağı verilerek fidye beklentisi söz konusu olabilir. Bu durum adli bir suç olduğundan hekimin güvenlik güçlerine gitmesi ve olayı mümkün olduğunca amirlerinden saklaması gerekirdi. Oysa hekim bunu yapmayarak hayatının hatasını yapmıştır. Zaten cehenneme dönmüş bir iş yerine, bir bomba da kendisi atarak burayı iyice yaşanmaz bir hale getirmiştir.

Anonim acılar, anonim kalmazlar der Yalom, onları görünür kılan bir şeyler vardır hayatta. Bu hekimin hikayesinde gizli kalan alan ise kendisine kurulan tuzağın aslında bizzat amiri tarafından kurgulandığıdır. Amir kişisi, bu hekimin sosyal medyada çeşitli cinsel içerikli yazışmalar yaptığını öğrenmiştir ve bunu açığa çıkararak Hekimi görevden uzaklaştırmak istemektedir. Öncelikle bu hekimin sosyal medya hesabına ulaşacak birkaç kişiyle temas kurar. Ardından hekim için av olabilecek kişileri belirler ve bu avları avcıyla (mağdur olan hekimimiz) buluşturur. Elbette bu buluşma sanal alemde oluyor. Avcı olduğunu sanan ve yaşayacağı cinsellik için heyecan duyan hekimimiz, bir anda av konumuna düşer. Çünkü ava giderken avlanmıştır. Daha kötüsü, kendisine ait tüm özel içerik internete düşmüş, itibarı sıfırlanmıştır. Olayı anlattığı ve yardım istediği hiç kimse onun yanında yer almamış, ahlak dışı olduğu düşünülen bu eylemden sakınmak için farklı şekillerde bahaneler üretilmiştir.

Acıya tanık olan, acıyı yaşayan veya acı yaşatan bireylere karşı duyulan iki duygu: empati ve Schadenfreude’dir. Empati, olumlu bir duygu durum iken; başkalarının acısından zevk alma olarak betimlenen Schadenfreude, olumsuz bir karakterdedir. Genelde ahlak dışı eylemlere karşı tepkisiz davranırız. İş yerlerinde tacize uğrayan veya taciz eden kişilere karşı bir tür acıma, nefret veya saygısızlık karşımı duygu geliştiririz. Tacize uğrayanın hafifleştirilerek suça bulanması, taciz edenin korku nesnesine dönüşmesi doğallaşır. Buna karşın bu insanlardan kaçınma durumu kanıksanır. Acı çeken de kendisinde bir tür lanet olduğunu düşünür. Bu laneti defetmek için pek çok yola baş vurur. Yukarıdaki hekime karşı aslında acıma ile hak ettiğini buldu arasında değişen duygular da besleyebiliriz. Acıyan bir kesim onun düştüğü zorluğu deneyimlemiştir; iyilik yapma adına ona yardımcı olmaya çalışmak ister. Hak ettiğini bulduğunu düşünenler ise kendi ahlaksızlıklarını saklamak için kurban arayışında olabilir. Ya da sadece ahlaki bir gerekçe ile tavır alarak bu tür olayları tasvip etmeyenler de olabilir.

Ne şekilde olduğuna bakılmaksızın insanlar hakkında tuzak kuran, onları sürekli takip ederek hata yapmalarını bekleyen insanlarla çokça karşılaştım. Acının hemen her tonunu yaşayanları dinlediğim uzun mesleki yaşamımda kötülüğün bu denli yoğunlaştığı dönemleri deneyimlememiştim. Sanırım teknoloji, sosyal medya veya sanallık bizi kötülüğe daha da yaklaştırıyor. Kötülüğü görünürleştirdiğinizde aslında onu meşrulaştırıyorsunuz. Diğerine kötülük yaparak toplumu aklayamazsınız. Diğerinin açığını ifşa ederek sadece kendinize düşman yaratırsınız, bu düşman ise asla uyumaz ve siz tam unuttum derken bir anda üzerinize kara bir bulut gibi çöküverir… Kötülükten uzak bir yaşam sürmeniz dileğiyle…