The Prestige Filmi ve İnsanın Ardak'lanması
Gösterime giriş tarihi:22 Aralık 2006 (Türkiye)
Süre: 2 saat 10 dk
Yönetmeni:Christopher Nolan
Aldığı ödüller:Empire En İyi Yönetmen Ödülü,Satellite En İyi DVD Ödülü,SFX Award for Best Film Director,Diğer
Senaryo:Christopher Nolan,Jonathan Nolan
Ülke: ABD- Birleşik Krallık
Türü: Dram, Bilim Kurgu, Gizem, Gerilim
Ardak’ın ne olduğunu bilir misiniz? Birçoğumuz ağaçların küf, mantar vb nedenlerle içten içe çürüyüp kuruduğunu (ardaklandığını) bilir. Ya insanların da ardaklandığının farkında mıyız? Gelin bu konuya bu film üzerinden bakalım.
Prestij, birbirini alt etmeye çalışan iki sihirbazın hikâyesini anlatan sürprizlerle dolu bir film. 19.yy sonlarında Victoria döneminde Londra’da Robert, eşi Julia ve Alfred hem arkadaştırlar hem de bir sihirbazın asistanlarıdırlar. Bir gösteri esnasında Julia ölünce Robert, onun ölümünden Alfred’i suçlar ve birbirlerine düşman olurlar. Zaman içinde ikisi de ilginç numaralar bularak ünlü olurlar. Böylelikle rakip sihirbazlara dönüşerek birbirlerinin sahnedeki performanslarını sabote etmeye başlarlar. Alfred başarılı bir hile yapınca Robert, rakibinin sırrını çözmek konusunu takıntı halinde getirir ve trajik olaylar birbirini kovalar.
Yıllar önce izlediğim ve etkilendiğim bu filmi tanıtmadan edemedim. Prestijli olmak isteyen bir sihirbaz ile bu konuda onu alt etmeye çalışan oldukça zeki başka bir sihirbaz var karşımızda. Sonunda Tesla makinesini kullanıp hırsına yenik düşerek kendini bile yok etmeye cesaret edebilen sihirbaz, zamanla kendi kuyruğunu yiyen bir yılana* dönüşüyor. Eşini kaybetmesiyle kalbinde başlayan üzüntü artık yerini kararmış bir kalpte yer alan intikam ateşiyle kendini kanıtlama ve üstün görme hastalığına evrilerek dönüşüme uğruyor.
*Kuyruğunu yiyen yılan simgesi yani Mitolojik adıyla “Ouroboros” un kökeni Antik Mısır ve Yunan’a kadar dayanır ve birçok medeniyet ve alanda felsefi düşünceleri simgeler. Kaosu ve dönüşümü simgeleyen Ouroboros’tan ayrıntılı bir şekilde başka bir yazımda bahsetmek isterim.
Geçmişten günümüze değin insan psikolojisine genel olarak baktığımızda, kendini başkalarına karşı kanıtlama arzusunun değişmediğini görüyoruz. Üstünlük kompleksine dönüşen bu arzunun sonuçları ise başkalarından çok kendimize zarar vermeye başlıyor.
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine baktığımızda fiziksel, güvenlik, sevgi/ait olma ihtiyaçlarından sonra gelen “saygınlık” ihtiyacı hepimiz için gerekli bir ihtiyaçtır. Hiyerarşinin en tepesindeki “Kendini Gerçekleştirme” ihtiyacına ulaşmanın olmazsa olmaz kademesidir “saygınlık” ihtiyacı. Bu kademede kendi gelişimimiz ve toplumun gelişimi için verdiğimiz çabalar başarıyı getirir. Başarı ise toplum içinde bizi saygın bir konuma yükseltir. Bu ise özgüvenimizin artmasını ve saygınlık ihtiyacımızın doyurulmasını sağlar. Bu kısma kadar her şey yolundadır bizim için. Ancak bu aşamada özsaygı ve başkalarına saygı kısmını atlarsak dünyanın en önemli başarılarını elde etmiş olsak bile “Kendini Gerçekleştirme” aşamasına geçebilir miyiz dersiniz?
Özsaygı, bireyin kendi ilgi ve yeteneklerine yönelerek zihnini, duygularını ve ruhunu beslemesi ve rahatlatmasıyla gerçekleşir. Eğer ki biz elde ettiğimiz başarıları başkaları istediği için ya da başkaları bize gıpta etsin diye yapıyorsak bu artık özsaygı tanımından uzaklaşıp hırsa, alt etmeye dönüşür. Dışsal motivasyon tabii ki insan için çok önemlidir. Eleştirilere açık olmak, farklı fikirleri, bilgileri ve önerileri almak bizi geliştiren unsurlardır. Ancak içsel motivasyondan yoksun olan dışsal motivasyonlar bir süre sonra ruhumuzu kirletmeye başlayabilir. Bir önceki güne göre kendimizi aşmış mıyız, kendimizi geliştirmiş miyiz diye bakmak yerine başkalarını aşmış mıyız demenin sonucunda ruh kirliliğine gebe kalmamamız imkânsız hale gelir.
Başta da söylediğim gibi “ardak”ın ne olduğunu birçok kişi bilir. İnsanlar doğanın bir parçasıdır. Doğada yaşanan olayların benzeri insanlarda da yaşanır. insanların ardaklanması ile ruhun yok olması kaçınılmazdır. Özsaygısını yitirmiş, başkalarına saygıdan yoksun, kıskançlık ateşiyle kavrulan bir bireyin ruhu içten içe çürümez mi ardak misali?
Bana göre aydınlanma yolundaki insanın en büyük rakibi kendisi olmalıdır. Başkalarını alt etmek, onlara engel koymak, haksız eleştirilerle kamuoyu oluşturmak, yaptıklarını sabote etmek, emek hırsızlığı ve daha birçok hırsa yenik düşülerek yapılan davranışlar, ruhumuzdaki üretken ve sevgi dolu insanı yok ederek içten içe çürütür bizi. Ruhu hastalanmış bir insanın yapamayacağı kötülük ise olmasa gerek.
Başarılı olmak eşittir erdemli olmak demek değildir kanımca. Başarılarımızın bizlere yüklediği sorumlulukları görmezden gelemeyiz. Erdemli bir hayat yolunda sağlam adımlarla yürümek istiyorsak başarıyı nasıl ve ne koşullarda ve de hangi amaç için elde ettiğimizin ayırdına varmamız gerekir. Başarılı olan insanlar ise gelişimimizi destekleyen, olmazsa olmaz örnek ve cesaret lokomotiflerimizdir. Onların sonsuza kadar yanacak olan meşalelerinin ışığından istifade etmekten ve de onları kıskanmak yerine takdir etmekten çekinmemeliyiz. Keza dünyaya mal olmuş birçok başarılı ismin hayat hikâyesine baktığımızda, en büyük sırlarının erdemli bir hayat sürmeleri olduğunu görürüz. Diğerleri ise ya bir süre sonra unutulur ya da erdemsizlikleriyle anılırlar. Kısaca herkes, ham ruhunun hamuruna kattığı değer ya da değersizliklerin kalitesine göre neye dönüşeceğini hesap ederek kendine yakışanı yapar.
Başarılı olup saygınlık kademesine ulaşmanın yolu sadece bir şeyler icat etmekten, eserler oluşturmaktan geçmemeli. Her insan kendi cevherini fark edene kadar o cevher hep içinde saklı kalır. İnsan bu cevherlerinin farkına vararak kendini geliştirir ya da tam tersi kendini geliştirdikçe bu cevherlerinin farkına varır.
İyi bir eser ortaya koyamayız belki ama iyi bir anne-baba-dost, iyi bir okur, öğretmen, doktor, siyasetçi, kasap vb olabiliriz. Bir şey icat etmemiş olabiliriz ama kendimize ve başkalarının ruhuna iyi gelecek, onların içindeki cevherleri ortaya çıkarabilecek dokunuşlarda bulunmuş olabiliriz.
Her ne şekilde olursa olsun erdemli bir şekilde ruhumuzun ardaklanmasına yol açmadan bir şeyler başardığımıza inanırsak, özellikle içimizdeki bize inanırsak, kendimizi gerçekleştirme yolunda en büyük adımı atmış oluruz diye düşünüyorum.
Siz olsaydınız prestij sahibi olmak uğruna başkalarını prestijsiz bir duruma sokmak ister miydiniz yoksa prestijsiz ama erdemli olma yolunu mu tercih ederdiniz?
Filmde verilen diğer mesajları ise sizin zihninizin pencerelerine bırakıyorum.
Filmlerle, kitaplarla ve felsefeyle kalın...