YÖNETMEN NEDİM KANOĞLU ile “TİYATRO” HAKKINDA

Edebiyat - Nedim KANOĞLU / Hülya Kandemir YAVUZ

Hülya Kandemir Yavuz: Hocam öncelikle “Tiyatro” hakkında söyleşimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz.

Nedim Kanoğlu: Bu konu hakkındaki bilgi ve görüşlerimi siz ve diğer ilgili kişilerle paylaşma olanağı yarattığınız için ben sizlere çok teşekkür ederim.

Hülya Kandemir Yavuz: Tiyatro nedir?

Nedim Kanoğlu: “Müzik duyguları, tiyatro aklı uyarır” anlayışım ile sohbete başlamak istiyorum. Konu insanlık tarihi kadar binlerce yıllık geçmişi olan tiyatro sanatı olunca, sorunuz karşısında bocalamamak için kendime bir çeki düzen verme ihtiyacı hissettim. Hem bu konuda deneyimi ve bilgi birikimi olan duayen kişiler varken; bana ne kadar söz düşer bilemiyorum, doğrusu.

Sorunuzu kısa ve şablon bir cümle ile yanıtladığımda tatmin edici olmayacağı kanısındayım. Konu hakkında kaynaklara dayalı uzun uzun söyleşi yapılması gerektiğine inanıyorum. Tiyatro hakkında edindiğim bilgi ve deneyimler üzerinden özet bir tanımlama yaptığımda; kısaca estetiksel anlatım sanatı olduğunu söyleyebilirim. İlk bakışta soyut bir yaklaşım gibi düşünülse de aslında tiyatro tam olarak hayatın yansımasıdır. Somut anlamı ile oyuncuların belirli bir senaryoyu veya doğaçlama türünde gelişen ama özünde kurgusu bulunan bir hikâyeyi seyirci ile yüzleştiren bir sanat dalıdır. Tiyatro insanı tıpkı bir bilim insanı tavrıyla tüm gücünü ve ilhamını; insandan, doğadan ve akıldan almalıdır. Çünkü sanat pozitivizmden ayrı düşünülemez. Tiyatroyu daha bütüncül, toplayıcı bir sanat dalı olarak yorumladığımızda tamamen bilime ve akla dayandırılması gerektiğine dikkat çekebiliriz. Tiyatro sanatı; dinsel törenler, ritüeller, bağ bozumu şenlikleri gibi olgulardan esinlenmiş; yeni ihtiyaçlara göre dönüşüm ve gelişmeler sağlayarak günümüz tiyatro yapısına kavuşmuştur. Bana göre anlatım ve iletişim kurma ihtiyacı insanın konuşma becerisinden öncesine dayanmaktadır. Avcı ve toplayıcı toplumlarda; bir durumu anlatmak, bir eylemi gerçekleştirmek için beden dili ve mimsel anlatım ile iletişim kurdukları gerçeği bilim insanları tarafından ileri sürülmektedir. Beden dili ve diğer etmenlerin yetemediği durumlar için sesler kullanılmış, geliştirilmiş, devamında dil oluştuğu kabul edilmiştir. Günümüzde pandomim tiyatro diye adlandırılan sessiz tiyatro buna güzel bir örnektir. Tiyatral anlatımı etkinleştirmek için; oyuncu beraberinde sahne, dekor, kostüm, aksesuar, ışık, müzik, dans, efekt, iç ses, dış ses, yazılı metin, fotoğraf, heykel, resim ve video gibi birçok olgu ve objelerden destek sağlanabilir. Tüm duygu durumlarını açığa çıkarabilme yetisinin yan sıra jest, mimik, bakış, ses ve geliştirilmiş diksiyon ile donatılmış etkin oyuncu tiyatral anlatımı temelden besler. Seyirci ile objektif bir iletişim kurmaya çalışır. Tiyatro, insanın insanla temas ettiği en etkin bir alandır. Modern sanat anlayışı ile geliştirilen epik tiyatroda sahne ile seyirci arasında estetiksel bir mesafe oluşturulur. Yabancılaştırma etmenleri kullanılarak, seyirci oyundaki bir karakter ile duygu bağı içine girmeden, yani oyundaki bir kahraman veya mağdur ile özdeşlik kurup içselleştirmeden olayları akılcı değerlendirmeye yönlendirilir. Bertolt Brecht’in tanımladığı gibi “Bir kazayı pencereden seyreden üçüncü kişi” olarak bir yargıç tarafsızlığı ile değerlendirir. İşte tam bu aşamada seyirciye ayna tutma deyimi de karşılığını bulmuş olur.

Hülya Kandemir Yavuz: Tiyatro sanatına neden ihtiyaç duyulmuştur?

Nedim Kanoğlu: Tiyatro sanatı bilim, felsefe, edebiyat ve diğer tüm sanat dalları ile iç içe çalışan bir devinimdir. Bireyde özgür ve bağımsız düşünce yetisini güçlendirir. Toplumun yenilenmesi, olgunlaşması, adalet, vicdan, empati kurma, birlikte yaşama ve paylaşma gibi insani duygu ve düşüncenin oluşmasında duyulan temel bir ihtiyaçtır. Tiyatro sanatı aynı zamanda toplumun hafızasıdır. Geçmişten bu yana var edilen tüm duygu, düşünce ve olayları objektif değerlendirip akılcı bir yaklaşımla estetiksel yüzleşmeyi sağlar. Otantik halk dansları, insan doğa ilişkisi, insan üretim ilişkisi, insan tanrı ilişkisi ve insan toplum ilişkisini figürsel devinim ile anlatır. Tiyatro sanatı da aynı ilişkiler üzerinden şekillenir, dönüşür, yenilenir ve devamında toplumun rehabilite edilmesi ile yeniden biçimlenmesine etki eder. Tiyatro bilimci hocamız sayın Özdemir Nutku bu konuyu şöyle değerlendirdi. “Bunun iki temel nedeni vardır: Biri insanın kendinden ötede olmaya yönelik içgüdüsel eğilimi, öteki de onun bilinmeyen şeylere, kutsal ve gizemli olana korkuyla karışık özlemidir.” Bu bilgiler ışığında baktığımızda; insanın kendini geliştirme ve hayatı daha iyi analiz etmeye yönelik bir arayış içinde olduğunu görebiliriz. Bu arayış sonunda bilgilerini somutlaştırmak ve paylaşmak arzusu da açığa çıkar. İşte yaşamın anahtarı… İnsan; bilim, sanat, edebiyat, felsefe gibi tüm olgulardan beslenir. Beyin bu besinleri doğru bir mecrada sindirir ve enerjiye dönüştürür. Bu enerji Hiroşima ve Nagazaki ye atılan atom bombası gibi değil birbirinden güzel çiçeklerin yetiştiği Che’nin gül bahçesine benzeyen tiyatro sahnesine dönüşür. İnsan orada doğar, büyür, anlar, düşünür tekrar çocuk olur, ruhunu tazeler ve hiç ölmez. Tiyatro sanatı gibi tiyatro insanı da ebedileşir. Burada insanın kendinden öte olmaya duyduğu içgüdüsel eğilimi açığa çıkarır. Peki diğeri? Yani bilinmeyen, kutsal ve gizemli sayılan şeylere karşı geliştirdiği öğrenme isteği… İnsan geçmişten günümüze kutusu açılmamış, içinde hep bilinmezlik barındıran her durumu merak etmiş ve onu bilmeyi arzulamıştır ancak kutsalı çok fazla deşmenin iyi sonuçlar doğurmayacağına da inandırılmıştır. Tabi akıl hareket halindedir. Gerçeği bilmek ve onunla yüzleşmek ister. Burada akılcı ve bilim ile hareket eden insanın yanına tiyatro koşar gelir. Sahnedeki dekor hayatın eşyaları, oyuncular hayatın insanları, duygular, yüreğin ve aklın harekete geçirdiği duygulardır. Dekorları hazırlayanlar aslında dünyayı hazırlarlar seyirciye… Yaşadığı alanı tüm yüzleriyle görmek insanın yaralarını sarar ve olumlu enerjisini açığa çıkararak doğru bir platformda kullanılmasını sağlar. Kutsal ve bilinmez dedik, bazı durumlar bazı toplumlarda daha etkin kullanılır. Din olgusu baskı unsuru olarak kullanıldığından insanda hep bir korku ve ona bağlı olarak derin bir kutsallaştırma yaratmıştır. Sistem, bireyin ve toplumun bilimsel düşünme yetisine ulaşmasını istemez. Buna ulaşıldığında mistik düşüncelerin etkisi kalmaz, gizem çözülür ve algı üzerinden yönetme şekli etkinliğini kaybeder. Sohbetin başında belirtmeye çalıştığımız gibi akıl, bilim ve felsefe ile hareket eden insan beyni devreye girer. Tam burada toplum yapılanması değişmeye başlar ve algı toplumundan bilgi toplumuna doğru bir gelişme gösterir. Tiyatro sanatı toplumsal gelişmede eğitim kurumu gibi işlev görür. Orada gizli kalmış hiçbir bilgi olamaz. Açığa çıktığında korkuları ile yüzleşen insan tüm bilinmezliklerden arınır ve “yaşam devam eden bir serüvendir” öngörüsüyle ileriye yönelik planlar yapar. Diğer yandan ise, ölümden sonra öteki dünya algısı ile gerçek yaşam alanını hiçe sayarak tüm yatırımı soyut inanç üzerine yapan insan; güzel sanata ve canlıya dair tüm hislerden ve bilgiden uzaklaşır.

Hülya Kandemir Yavuz: Toplumumuz tiyatroyu ihtiyaç olarak görüyor mu?

Nedim Kanoğlu: İşin diyalektik kısmı devreye girince yani tez, antitez gibi kavramlar arasındaki karşıtlık ilişkisinden yola çıkarak doğayı, toplumu ve düşünceyi zıtlıkların çatışması, aşılması ile durmadan devindiren, geliştiren süreçte akıl yürütme yoluna girerek bu ihtiyaca sahip olmak gerektiği durumu de tüm dikkatleri üzerine çekiyor. Bu ilişki ile bünyesinde tiyatro ihtiyacı hisseden, histen öte rasyonel kavramlar ile hareket edip tiyatroyu hayatın bir parçası, vücudun bir uzvu gibi düşünen toplum, üst düzeyde bir yaşam kalitesine ulaşır. Tiyatro sanatına bu anlayış ile bakıp hayatlarının doğal bir parçası gibi duyumsayan insanlar kolay kolay yanılmaz, zor duruma düşmez, kötü yönetilemez, yönetilse de onunla başa çıkacak gücü sağlar. Kapitalizm; ırkçılık, milliyetçilik ve din gibi olgularla köklü işbirliği içine girer. Her türlü maddi ve propaganda desteği sağlayarak derin hassasiyetler oluşturur. Bu hassasiyetler oldukça geniş coğrafya insanları tarafından kabul görür. Bu hassasiyetler öylesine etkili olur ki; zaman zaman hayatı ihtiyaçlardan çok daha önemsendiği görülür. Bu oluşum sayesinde kapitalizm başka dayatmalara çok gereksinim duymadan kendi varlığını sürdürür. Bu ilişki temelinde sömürü sisteminin derinleşmesine ve daha uzun süre kalıcılığını etkinleştirmesine destek olur. Kapitalizmin parlak yüzü; ekonomik, sosyolojik ve politik durumlarındaki belirsizlik, güvensizlik ve güvencesizlik yapısı ile bireye bencillik, öfke, kin, nefret, ahlaksızlık, yalnızlık, kişisel fayda ve hırs gibi duygular ile refleks göstermesini öğretir. Vicdan, ahlak, adalet, empati, sanat, bilim ve felsefe gibi öğretilerden yararlanmasına örtülü bir şekilde engel olmaya çalışır. Bu olguların özgün yapısını bozar, kavram kargaşası yaratır, değiştirir, yozlaştırır ve kontrol altına alarak gerçek amacından uzaklaşmasına etki eder. Sanat alanında bu konuyu değerlendirmeye çalıştığımızda, öncelikle “sanat, sanat içindir” veya “sanat, toplum içindir” ikilemi ile karşı karşıya geliriz. Bu ikilem egemen sınıf burjuvazi kültürünün yaratmaya çalıştığı bir karmaşadır. Yaratılan bu karmaşadan kendilerince kısmen fayda sağlamış olsalar bile gerçek aydın ve sanatçıları etkileyememiş, insanın ve toplumun aydınlanma anlayışı önde tutulmuştur. Örneğin egemen sınıfın klasik sanat anlayışı gereği bir tiyatro oyunundaki kahraman veya mağdur ile seyirci arasında duygu bağı oluşturur. Seyirci oyundaki olayları içselleştirip taraf olur. Üzülür, güler, ağlar, korkar, öfkelenir veya mutlu olur. Her duygu durumunda da bağımsız ve akılcı düşünemez, olayları doğru değerlendiremez. Seyircinin akıl ve değerlendirme yetisi arka plana itilir ve duyguları ile olayların içine çekilir. Böylesi bir aktivasyonda seyirci duygu ve düşünce alanını geliştirebilecek hiçbir karşılık bulamaz. Sanatı bir deşarj olma hali veya bir tür eğlence gibi algılamasına sebep olur. Egemen sınıf görkemli tiyatro ve sanat binaları inşa edip, değişik organizasyonlar ve etkinlikler düzenleyerek sanatı destekledikleri anlayışını topluma inandırmaya çalışır. Ancak içerik olarak burjuva kültürüne hizmet ettiği aydın, sanatçı ve geniş halk kitleleri tarafından bilinmektedir. Bu durum gerçek sanatın önünde örtülü bir engele örnektir. Her sınıf kendi bilgi, birikim ve deneyimleri ile varlığını sürdürebileceğini bilir. Burjuvazi kendi varlığını daim etmek için tüm ekonomik, siyasal (Irkçılık, Milliyetçilik, İnanç) ve sanatsal gücü ile işçi sınıfı ve geniş halk kitleleri üzerine hegemonya kurmaya çalışır. Dünyada sanayi ve teknolojinin gelişmesi, yeni üretim ilişkilerinin ortaya çıkmasını sağladı. Bu yeni üretim ilişkisi sanayi toplumlarında sınıfsal bilincini açığa çıkardı ve burjuva egemenliği karşısında işçi sınıfı doğdu. İşçi sınıfının bilici büyüdü, gelişti ve kendi ihtiyaçlarına göre özgün, toplumcu akılcı, gerçekçi, bilimsel bir sanat anlayışını olgunlaştırıp geliştirdi. Bu modern anlayış egemen sınıfa karşı tüm dünyada geniş halk kitlelerince kabul görmüş, gelişmesi için edebiyat, felsefe, bilim ve sanat yapıtlarıyla desteklenmiştir.

Hülya Kandemir Yavuz: Tiyatronun topluma ve bireye sağladığı faydalar nelerdir?

Nedim Kanoğlu: Aslında, sohbetimiz başından bu yana benzer eksende ilerliyor. Toplum, yaşam seviyesinin yükselmesi için akarsu gibi ileriye giden bir hareket içindedir. Gerçek anlamda pozitif bir düşünceye sahip olabilmek ve o olguyu hayatın tüm alanlarına taşıyabilecek yetiye ulaşmak için tiyatro sanatının gücünden çokça fayda sağlarız. Tiyatro yaşayan bir sanattır. Sürekli birey ve toplum ile göz göze, nefes nefese iletişim halindedir. Söyleşimizin bir bölümünde, tiyatronun aynı zamanda toplumun hafızası olduğunu belirtmiş idim. Sayın Ali Sirmen bir yazısında “Tarihe dönmek dikiz aynasına bakmak gibidir. Geriye gitmek için değil ilerlemek için yapılan bir hamledir.” der. Bu anlatımda özetlendiği gibi toplumsal gelişmenin bir yolu da geçmiş ile akılcı bağ kurmaktır. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi ülkemizde de toplum ile akılcı bağ geliştirmeyen, popülist ve egemen kültüre hizmet eden, akılcılık ve bilimsellikten uzak; tiyatronun komedya veya tragedyadan ibaret olduğu anlayışına sürüklemeye çalışan bazı devlet tiyatroları, belediye tiyatroları ve özel tiyatroların mevcut olduğu görülmekte. Bu ve benzeri tiyatrolardan toplumun gerçek anlamda fayda sağlaması düşünülemez. Burjuva sanatının etkin olduğu toplumlarda; ahlak, vicdan, adalet, bilimsellikten uzak empati yoksunu ve bencil insan karakteri yaratılır. Burjuva kültürüne hizmet eden bu tiyatroların gerçek anlamda sanatsal bir ihtiyacı karşılayamadığı gerçekleri üzerinden; hiçbir maddi ve popülist bir beklenti içine girmeden alternatif olarak amatör tiyatrolar, politik tiyatrolar ve sanat tiyatroları oluştu. Hasta ile hekim arasında, öğreten ile öğrenen arasında maddi ilişki kurulması halinde ortaya ticari bir sonuç çıkar. Aynı durum sanat alanı için de o denli önemlidir. Maddi beklenti veya kaygılar ile tiyatro yapmaya çalışılırsa oradan sanat değil ticari bir sonuç elde edilir. Para odaklı tiyatrolar sanatı kirletir, özgünlüğünden koparır ve egemen sınıfın uşağı haline dönüştürür. Maddi beklentiler üzerine kurulu klasik sanat anlayışlarının çağdaş sanat anlayışları ile uyum sağlayamadığı gerçektir. İzniniz ile şu sözlerimi tekrar etmek istiyorum. Çağdaş sanat anlayışı insanlar arasında dayanışma kültürünü, güven duygusunu, Vicdan, hukuk, bilim, felsefe, adalet, empati kurma, birlikte yaşam ve paylaşma anlayışını güçlendirmeyi amaçlar. Bu olgularla beslenip aydınlanan toplumlar iktisadi alanda güçlenir ve yüksek refah düzeyine ulaşır.

Hülya Kandemir Yavuz: Tiyatronun oyuncuya sağladığı faydalar nelerdir?

Nedim Kanoğlu: Oyuncuya niçin tiyatro sorusunu sorduğunuzda; “toplumsal aydınlanma sürecinde payıma düşen sorumluluğu yerine getirmek için” diye yanıtlar. Oyuncu en temelde derin bir disiplin bilinci ile hareket etmesi gerektiğini bilir. Disiplin ile davranışlarını olgunlaştıran oyuncu temel eğitim sırasında; kültür fizik egzersizleri, diyafram güçlendirme, diksiyon, ses, beden dili, mimik, dans gibi bedensel yetilerini geliştirmesi ile hızlı düşünme, duyguları tanıma, duyguları etkin açığa çıkarma, istenilen karaktere hemen adaptasyon sağlama, çabuk ve doğru karar verme gibi çok yönlü eğitim egzersizleri ile eğitici tarafından hazırlanır. Ancak bütün bu hazırlıklar sahne için yeterli değildir. Tiyatro teknikleri, sahne teknikleri, tiyatro tarihi, dünü, bugünü gibi bilgilerin yanı sıra felsefe, edebiyat, tarih, sosyoloji ve psikoloji gibi alanlarda da yoğun gayret göstermesi gerekmektedir. Sahneye aktarılacak oyun ile ilgili araştırma yapılır, karakterler tüm yönleri ile detaylandırılarak doğru bir tanım oluşturulur. Birkaç sözcük ile anlatmaya çalıştığım bu durumların her biri uygulamada çok uzun zaman alır. İşte disiplin, sabır ve sorumluluk bilinci burada devreye girerek zorlu yolculuktan vazgeçmenize engel olur. Bu disiplin, sabır, bilgi, bedensel ve zihinsel yetilerle donatılmış oyuncu hep güçlüdür. Kendinden emin olur ve asla zayıf düşüp teslim olmaz. Teşekkür ederim.

Hülya Kandemir Yavuz: Hocam değerli görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için hem Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi hem de okuyucularımız adına çok teşekkür ederiz.