Duygusal Yaralarımız Nasıl İyileşir?

Fikir Yazıları - Doç. Dr. Ali Baltacı

Duygusal Yaralarımız Nasıl İyileşir?
Duygular, yaşamımıza yön verir; hayati kararlarımızın neredeyse tamamını duygularımızla alırız. Zamanla yaşadığımız duygular çoğalır ve bizi yaralamaya başlar. Hatta bu yaralar çoğalarak yaşamı çekilmez kılabilir. Bu yazımızda duygusal yaralara değineceğiz…
Yaşama dair hemen her şeyi kaydettiğimiz ve bizi biz yapan anılarımız, hayal kırıklıkları ve duygusal yaralarla dolu olabilir. Şu an yaşadığımız duygusal zorlanmaların büyük bir bölümü ise geçmişte yaşadığımız, derinlere attığımız ve henüz hesaplaşamadığımız bir yaramızın gün yüzüne çıkması aslında. Fiziksel olarak yaralanan bir yere dokunulduğunda duyulan acıya benzer şekilde duygusal yaralar da aynı oranda insana acı veriyor, hatta etkileri yıllarca geçmiyor… Peki bunları iyileştirmenin bir yolu var mı?
İnsanın kendini bilmesi, tanıması önemli; elbette tam anlamıyla potansiyel ve sınırlarımızı bilemesek ve her geçen gün kendimize dair yeni şeyler öğrensek de az çok biliriz kırmızı çizgilerimizi. Doğamızı tanıyarak ona uygun davranmayı öğrenmek ise zaman alıcıdır ve genellikle olgunlaşma olarak ifade edilir. Bu ise yaşamın bize sunduğu hemen her şeyden bir anlam çıkarma ve yaşamı olduğu gibi kabul etme gibi daha üst durumlara erişmekle mümkün olur. Elbette farkındalığımızı geliştirip hem beden hem duygularımızın sınırlarını öğrenmemiz de mümkün, ancak son zamanlarda türeyen kuantum koçluk ya da bilinçli farkındalık eğitimleri gibi çoğu akıl dışı ve gülünç şeyden bahsetmeyeceğim. Burada asıl sorgulamak istediğim şey:
Duygularımızın neden farkında olamıyoruz? Neden duygularımızı açığa çıkarmaktan korkuyoruz? Neden kimse bize duygularımızı açık etmenin önemini anlatmadı? Duygularımızı ifşa edersek hayatımız alt üst olur mu?
Duygular o denli özeldir ki bırakın ifşa etmeyi çoğunun farkına bile varmayız. Ailede duyguları ifade etme gibi bir gelenek yoksa özel bir destek almadan da bunu başaramayız. Zaten doğu kültürlerinin hemen tümündeki geleneksel aile yapısında duyguları ifade etme istenmeyen bir durumdur. Bunun yerine hemen her şeyi içe atma, susma, bildiklerini dahi söylememe vb. sinik davranışlar yaygındır. Bu ezilmişlik hali elbette geleneğin korunmasına yardım eder, sonuçta efendi-köle ilişkisinin bir benzerini aile içinde yaşatmak ailevi değerlerin nesillere aktarımını kolaylaştırır. Buna karşın giderek içe kapanan, kendini ifade edemeyen, melankolik ve hatta romantik ruh hallerinin görülme sıklığını da arttırır. Duyguları ifade etmek, insanın öğrenebileceği bir süreç ve bu öğrenme yaştan bağımsız hatta çoğu kez yaşın getirdiği dinginlik ve sessizlik halinden bile ayrı şekilde ilerliyor… Başka bir deyişle olgunlaşmaya başladıkça duygularımızı anlamayı öğreniyor; onları nasıl yorumlayacağımızı ve ifade edeceğimizi öğrendikçe diğerleriyle daha sağlıklı iletişim kuruyor ve hayatın anlamına biraz daha yaklaşıyoruz.
Birisine “sen bana böyle hissettirdin” gibi yargılayıcı ve iğneleyici bir dille yaklaşmak yerine “sen şöyle yaptığında ben böyle hissettim” demek arasındaki farkı anladığımız ve bu tür neden-sonuç veya kendi duygumuzun kaynağını belirttiğimiz iletişimler içine girerek duygularımızın sorumluluğunu almaya başladığımızda aslında duygusal yaralardan da kurtulmaya başlıyoruz. Duygusal yara, diğerlerinin bize verdiği kötü hediyeler gibi, tatile giderken bırakılan ve geri alınmayan çiçek veya kedi gibi bir şey… Hep bizimle kalıyor bu yaralar ve bunların nedenine inmediğimizde giderek büyüyor ve daha büyük içsel sorunlara dönüşüyor. Bize yara veren kişiyle yüzleştiğimizde asıl çözüme yüzümüzü dönebiliyoruz. Ama bu durum çoğu kez hiç gerçekleşmiyor. Size aleni düşmanlık yapan, zarar veren, işinizi elinizden almaya çalışan veya evliliğinizi yıkmaya çalışan birisi ile yüzleşmek de bu duyguları gidermek yerine daha da besliyor. Ama burada düşmanca duygulardan kurtulmaktan değil, duygusal yaralardan bahsettiğimiz için o mevzuyu başka bir yazıya bırakalım. Özetle duyguyu yaşayanın kendimiz olduğunu fark ettiğimizde duygunun meydana çıktığı kaynağa bakıyoruz; yani içe yöneliyoruz. Çünkü duyguyu dışarıya atfetmek sadece düşman yaratmaya yarıyor. Oysa asıl niyet duygusal yaralardan kurtulmak ve bunu sadece kendimizi düzelterek yapabiliriz.
Duygusal yaralar, birikimle oluşur. Gündelik ilişkiler, anlık etkileşimlerin çoğunu unuturuz; bunlar bizde bir iz bırakmaz. Oysa tekrar eden veya anlık olsa da etkisi bir yaşam boyu süren ilişkilere, olaylara veya durumlara sıkça şahitlik etmişizdir. Bazen bir ses, koku veya görüntü bize o eski yaramızı hatırlatır, bazen sadece içine girdiğimiz durumu geçmiş bir yaşantımızla ilişkilendiririz. Duygusal hasarlarımızın çok büyük bölümü ise geçmişte yaşadığımız, bize kötü duygular yaşatan bir yaramızın tekrarlamasından ibaret. Birisi bu yaraya dokunduğunda ise verdiğimiz tepki dokunuşun kendine değil, aslında yaranın sızısına ve biz gözümüzü dışarı dikmiş, bize bu duyguyu “hissettirenin” davranışını değiştirmemiz gerektiğini zannederek onu suçluyoruz; oysa içe baksak, yaramızın sınırlarını keşfetsek belki ona merhem olacak bir şeyleri bulacağız.
Duygusal yaralardan kurtulmanın birkaç yolu var. Burada hepsini ele almak, açıklamak imkânsız ama zaten bunların çoğu bir uzman kontrolünde yapılması gereken şeyler. Yani bir psikolog veya psikiyatr ile çalışmanız gerekiyor; duygunun nedeni ve güncel etkilerini anladıktan sonra uzmanla birlikte kendimize has çözüm üretiyoruz. Bunun dışında birkaç farkındalık terapisi ile de duygusal yaralardan kurtulmak mümkün. Mesela içimizi huzursuz eden duygunun kökenlerine inmek için şu şekil bir test yapabiliriz: Hissettiğim şey (duygu) nedir? Bu duyguya aşina mıyım? Daha önce de hissettiğim aynı yoğun tanıdık duyguyu mu hissettim? Bu duyguyu geçmişte ne zamanlar hissetmiştim?
Bu soruları devam ettirdikçe ve duygunun kendisine odaklandıkça bir yerlerde bir anı belirecektir. İşte o ilk anı seni yaralayan şeydir; o zamandan beri bakıp iyileştirmeyi bilmediğin o yaranın acısını çekiyordun…
Bizi kötü hissettiren duygularımızdan ve geçmiş yaralarımızdan kurtulmanın en önemli aşaması “hissetmek” … Duygusal yaralarımızı gerçekten, tüm dikkatimizle, içimizi dinleyerek hissetmek. Bize zarar veren, içimizde yer eden ve yaşam kalitemizi olumsuz etkileyen duyguya maruz kalmaktan kurtulma ve özgürleşmek için, yaranın kendisini dinlemen, ona odaklanman ve seni yaralayan şeyin aslına erişmen gerekiyor.
Böyle olduğunda ne olacak?
Sana sıkıntı veren duyguyu görmüş, onunla iletişime geçmiş olacaksın. Zaten senden başka kimse o duyguya erişip onu senin için azat edemez. Yok saydığın, geçiştirdiğin bir yanınla empati kurmak, onu değiştirmesen bile neden böyle hissettiğini anlamak, belki gelecekte aynı durumla tekrar karşılaştığında daha dikkatli olmanı sağlayacak. Alice harikalar diyarı isimli kitapta geçtiği gibi aynı yoldan giderek farklı bir yere ulaşmayı bekleyemez insan. Sen kendini değiştirmedikçe diğerleri de değişmeyecek ve sen hep yaralanan olacaksın… İçindeki yarayı tanımak, onu değiştiremesen bile sana iyi gelecek… Onun sınırlarını bilmekle aslında kendi sınırlarını da çizmiş olacaksın. Duygularının içindeki kırılganlıkları, yaraları tamir etmenin yolu önce ona fırsat verip gün yüzüne çıkarmak, sonra onu tanıyıp onunla hesaplaşmak ve hayatı olduğu gibi, sana sunulan gibi kabul etmek…
Aslında duygusal yaraları bu denli romantikleştirmeye, duyguları yaralı insanları da melankolik canlılarmış gibi etiketlemeye gerek yok aslında. Yaşayan her canlının birkaç fiziksel, birkaç duygusal yarası olması muhtemel… Hatta yaralarımızı dışa vurmak için dövmeler yapıp beden modifikasyonları bile yapıyoruz. Duygular biz onların etkisindeyken sanki sonsuza dek süreceklermiş gibi gelse de gerçekte bilinçle hissettiğimizde geldikleri gibi geçiyorlar, asla uzun süre kalamıyorlar. İçimizdeki savaşçı ruhun ergenlikteki hali ve yaşlandıkça geçirdiği değişime hepimiz şahit olmuşuzdur. Duygular da böyle… Yani zamanla yaralanmamak için daha az risk alırız.
Duyguyu tanımanın bir yolu onu düşünmeye devam etmek. Ne kadar acı verdiğine bakmadan, onunla yüzleşmek. Sizi nefessiz bırakana, terlemenize veya kaçmanıza engel olacak kadar derine inmek. Bu sert karşılaşmayı bir arkadaşla yapmak zordur; onun için profesyonelden destek alırız. Çünkü bir arkadaşa dahi söylemeyeceğimiz sırlarımızı bir danışmana anlatmak, onlarla baş etmek için önemli bir adım. Bunu danışmanla yapmak istemeyenler için günlük tutmak, kendine mektup yazmak veya ses kaydı almak gibi şeylerle de aynı etkiyi bir ölçüde yapmak mümkün ama yaralayıcı duygular o denli baskındır ki sizin onları çekip çıkarma ihtimalinizi gördüklerinde daha da derine inmek için çaba sarf ederler. Bu noktada boş verip kaçmayı düşünür ve asla yüzleşemeyiz o yaralarla…. Ama sabredip odaklandıkça zamanla fark edersin ki, bir şeyler dönüşüyor, yumuşuyor, hafifliyor.
İçe dönüş ve yaraları sorgulayarak onun sınırlarını belirlemek, birkaç seferde yapılıp başarı sağlanacak bir iş değil; sürekli odaklanma ve çaba gerektiriyor. Zaten insanların çoğu uzun nefes teknikleri ve sorgulamalarla duygularıyla yüzleşebiliyorlar. Buna karşın duygularla yüzleşemeyen çoğunluk, duygularına bu pansumanı yapamadığı için aynı acı döngülerini yaşamaya devam ediyor. Öğrendikçe gelişen bir süreç bu, zamanla içimizle hesaplaşmayı öğreniyoruz.
Duyguların doğasını bilmek, onları tanımak, diğerlerinin bizi yaralama ihtimalini de azaltacaktır. Kendimizi bildiğimiz ölçüde güçleniriz. Yaralarının kendisini zayıflattığını değil, ona güç kattığının bilincindeki kişi, duyguların oluşturacağı kederli dehlizlerden de uzaklaşır. Duygularını manipüle ederek diğerleri tarafından kullanılması veya üzerinde tahakküme uğramasına da engel olur. Ayrıca duygusal yaralarımızı tanıyarak başkalarının da davranışlarına bambaşka bir bakış açısıyla bakmayı öğreniyoruz. Böylelikle yaşamı daha hafif, anlayışlı ve şefkatli bir yerden yaşayabiliyoruz.
Duygularımızı tanıyabilmek için içsel sorgulamalar yapmalı ve mümkün olduğunca yaşamı tüm yönleriyle göğüslemeye çalışmalıyız. İnsanların bizde bıraktıkları izleri ise birer hediye olarak görmeli, o yaralardan ders çıkarıp yeniden aynı yaraları almamaya özen göstermeliyiz.