Nazmiye Hazar’ın Prof. Dr. Aytaç Açıkalın İle “ İnsan Kıymeti” Hakkında Yaptığı Söyleşi

Eğitim Bilimleri - NAZMİYE HAZAR

Nazmiye Hazar’ın Prof. Dr. Aytaç Açıkalın İle “ İnsan Kıymeti” Hakkında Yaptığı Söyleşi


Not: Bu söyleşi 9 Nisan 2022, tarihinde saat 21.00’da Zoom programı üzerinden online olarak gerçekleşmiştir.

Nazmiye Hazar: İnsan kaynakları yönetimi hakkında insan kaynaklarının tarihsel gelişiminden biraz bahseder misiniz?
Aytaç Açıkalın: Nazmiye Hanım, değerli meslektaşım! Evvela size çok teşekkür ederim. Benimle tam kararlaştırdığımız zamanda ekranda buluştuğunuz için, teşekkür ederim. Çünkü bu - zamana uymak, zamanında başlamak veya bitirmek bizim insan kıymetinin gelişmemiş bir alanıdır. Örneğin bugün saat 22.00’da başka sunumum var ve tam zamanında başladığımız için ona da yetişebileceğim. İnanıyorum sizinle dakik çalışıyoruz, tekrar teşekkür ederim. İkinci iyi bir husus bu konuyu -personel, insan kaynakları, insan kıymeti- İNSAN konusuna söyleşi ortamına getirmenizdir. Bu konuda sizlerle görüş alış verişinde bulunmak benim için mesleki yönden bir onur meselesidir. Çünkü sizin bu yöneltmelerinizle, sorularınızla zihnim daha açıldı, daha bir düzene girerek anımsayıp paylaşabileceğim; o nedenle öncelikle teşekkürlerle başlamak istedim.
Nazmiye Hanım, Yönetim Biliminin en karmaşık alanı zannedildiği gibi maddi unsurların, fiziki mekânların ya da ekonomik ögelerin yönetilmesi değildir. Yönetim biliminin en karmaşık ve bir parça -bu kelimeyi kullanacağım- efsanevi boyutu insan yönetimidir. Bunu bir örnekle somutlaştırarak başlamak istiyorum:
Bir müessese düşünün, bu bir fabrika olabilir, bir kamu kuruluşu olabilir ya da bir belediye, kaymakamlık, tapu, vergi dairesi olabilir. Bir kurum, birim, kuruluş, örgüt, organizasyon düşünün.Bize yakın olası yönünden en iyisi bir okul düşünün. Bu okulun içindeki bütün insanları bu okulun içindeki bütün okul görevlilerini, çalışanların tümünü okul binasından çıkaralım ve bu okulu insansız bırakalım. Bu okulun kapısını kapatalım. Bu okul insansız hali ile ne kadar varlığını sürdürebilir? Bir müddet sonra rüzgâr bir pencereyi açar, kuşlar içeri girer, yağmur girer, yağmur suyu bir yerleri çürütür, elektrik kontak yapar, yangın çıkar, sıvalar dökülmeye başlar, kuşlar içerde yuva yapmaya başlar vs. Bununla anlatmak istediğim şey şu: “Bir kurumumun başat, baskın, esas unsuru, insandır. İnsanı çıkardığınız zaman kurum işlevsizleşir. Zaten kurumlar insanlar tarafından insanlar için kurulur ve insanlar tarafından işletilir. Bu bakımdan “kurum” dediğiniz zaman dernek, fabrika, okul, cemaat, cami, sendika, dernek…insanların, çalışanların, yöneticilerin, müşterilerin varlığı ile anlam kazanır ve yaşar. Mesela cemaatsiz bir cami düşünün. Neye yarar? Nedir yani? Sadece bir binadır. O nedenle insan toplumsal, ekonomik ve siyasal yaşamın temel öğesidir esas başat unsurudur.

Bu aşamada “insan kaynağı yönetimi” terimini kullanacağım ama; başlangıçta bu böyle değildi. “İlk insan yönetimi nasıl başladı?” diye bir soru gelebilir aklımıza. Nasıl oldu da bir insan bir insanın yönetimine girmeyi kabul etti? Bu sorunun açık ifadesi budur. Bu insanlık tarihinin en kara günüdür. Yani, bir insan bir başka insanın emrine girmeyi kabul etiği gün. Peki ne zaman, nasıl oldu bu? Benim görüşüme göre ateşin bulunması ile başlamış olabilir. Çünkü ateşin sönmeden sürdürülmesi, çalınmadan korunması için oradaki o topluluktaki insanların görevlendirmeleri lazımdı. Kimisi odun getirecek, kimisi ateşin sönmemesi için gece nöbet tutacak, başkaları ateşi kontrol altında tutacaklar vs. Böyle bir şekilde insanların yönetilmesi yönetilmesi gerekiyordu. Orada görevler verildi, roller belirlendi, sen şuraya gideceksin, sen şunu yapacaksın, iş bölümü yapıldı. Böyle bir durum olmuş, ilk insan yönetimi başlamış olabilir.
Veya bir avcı toplumda kişinin tek başına o iri hayvanı-avı- yakalamaya gücü yetmedi. İşte grup hâlinde o büyük hayvanı bir yere sıkıştırmaya, tek tek oklar yetmiyordu, bütün okların bir araya gelmesi gerekiyordu vs. Grup üyelerinin yardımına ihtiyacı oldu ve bir kişinin yönetiminde grubun avı yakalaması mümkün oldu hatta avın paylaşımında da insaların yönetilmesi, en azından ikna edilmesi gerekti. M. İlin ve E. Segal İnsan Nasıl İnsan Oldu? kitabında bu gelişimi çok özel biçimde anlatmıştır. İzleyerek avın paylaşılması konusu ortaya çıktı ve insanlar görevlendirildi, ikna edildi ve grup üyeleri yönetimi kabullendiler. Bu iş birliği, bu paylaşma bir “insanların yönetimini” gerektirdi. Birisi yönetti orayı? Kim yönetti yaşlı birisi miydi iyi bir avcı mıydı? bilmiyoruz ama birisi yönetti o insanları . Bir başka sahne olabilir : Kabileden birisi o gün çok hasta idi ve çok yaşlı birisiydi. O gün diğerleri ile birlikte o gidemedi bir şey avlayamadı veya toplayamadı yani avlanamadı. Yatmak zorunda idi. Birileri yakaladıkları avlardan bir kısmını getirdiler, ona verdiler ve yaşamını sürdürmesi için ona yardım ettiler. Bu süreç o insana sunulmuş bir hizmettir. Bu kişi bu hizmete karşılık ya bir hizmetle karşılık verecek veya onlara minnet duyguları ile bağlanacak. Bu tür olaylar insanın insanı yönetmesi sürecini başlatmış olabilir.
İnsanın insanı yönetmesi daha sonra değişik şekiller almıştır; daha sonraları bu süreçler kâra dayalı, zora dayalı, değerlere dayalı derken değişmeler bir anlatımla gelişmeler olmuştur. Ne zaman ordular oluştu ve ülkeler kendini koruma veya topraklarını çoğaltmaya başladı orduların da bir yöneticiye ihtiyacı oldu. Yani savaşların yönetimi de saf bir bir insan kaynağı yönetimidir. Nitekim birden fazla insanın bulunduğu ortamda insan kaynağında söz edilebilir. İnsanı yöneten varlığın bir niteliği vardır, bazen yaştan olabilir, bazen bulunduğu ortamdaki ihtiyaca bağlı bilgisinden olabilir ki benim kitabımda bu durumla ilgili güzel bir örneği vardır. Bu olay gerçek bir olaydır. Sizinle bunu paylaşmak isterim. Bir vali ile ilgili yaşanmış bir olaydır bu hikâye. Sizinle bunu paylaşmak isterim:
Valinin biri köye “teşrifleri” köylüye moral, köyün ileri gelenlerine prestij sağlar genellikle. Bu çok amaçlı gezilerden birinde, valinin otomobili, köyün girişindeki bataklığa saplanmış, şoförün tüm çabalarına karşın çıkarılamamıştır. Haber kısa zamanda köye ulaştı, Sayın Vali köyün kenarında, söğüt ağaçlarının altında dinlenirken köylüler, mandalarla, iplerle çıkıp geldiler. Aralarından biri ayaklarını soyundu, arabanın yanına geldi, ipi kendilerine atmalarını istedi. İpi arabanın tamponlarına bağlarken makam şoförü karşı çıkacak oldu, orta yaşlı adam “bir dakika sabırlı ol, karışma” diye onu susturdu. Sonra iplerin uçlarını kenardakilere uzatarak ne yönde nasıl çekeceklerine ilişkin emirler verdi. Bu sırada vali mandalarla çekilse daha kolay olacağını söylediyse de, araba kurtarma işini yürüten adamı başını hayır anlamında sallayarak, çevredikilere talimat vermeyi sürdürdü. Hazırlıklar tamam olunca iki kişi ile arabanın arkasına geçti ve adam, “Ben haydi deyince hepiniz birden iplere asılıp çekeceksiniz” buyuruğunu tanımladı yaptı. Sonra çıplak ayaklı adamın “ Haydi!...çek” komutu ile iplere asıldılar. Araba yavaşça bataklıktan kurtuldu. Oradaki adam valiye bir dakika bir durun dedi.Valiyi bile susturdu.O kimdi?O kimse, valiyi bile yönetti.İnsanın insanı yönetmesi budur işte.

Nazmiye Hazar: İşletmelerde var olan İKY ile eğitimde olan İKY arasındaki fark ve benzerlikler nelerdir?
Aytaç Açıkalın: Personel yönetimi dediğimiz durum bir işin olması ile eylemle ilgilidir. İnsanlar kurumlara kendi amaçlarını gerçekleştirmek için girerler; yönetim de örgütün amaçlarını gerçekleştirmek için insanların zihin, beden ve duygusal güçlerinden yararlanmak ister. İyi bir yönetici çalıştığı insanların beklentilerini-amaçlarını- gerçekleştirmeleri için fırsatlar yaratırken kendi yönettiği kurumun da amaçlarını gerçekleştiren kişidir. Böylesine kurum ve birey boyutunda dengeyi sağlamanın adı: İNSAN YÖNETİMİDİR. İnsanlar kendi amaçlarına ulaşmak için yönetilmeyi kabullenir. İnsan kaynağının veya daha önceki deyişi ile “personel yönetimi” sanayi devrimi ile biçimlenmiştir. İlk sanayi kuruluşlarının öncelikle insanın beden gücüne ihtiyacı vardı; işletmelerin üretebilmesi için beden gücüne ihtiyaç duyuluyordu. Hala bu ihtiyaç azalarak varlığını sürdürüyor. İlk aşamada sadece insanı kas gücüne göre seçip, çalışma koşullarını ve süreçlerini ayarlıyorlardı. Günümüzde bile hala daha bu yaklaşım geçerlidir. Bütün kentlerde bir amele kahvehanesi vardır. Sabahleyin iş arayanlar çalışma malzemeleri alıp oraya gelirler çay kahve içerken işgücüne ihtiyacı olanlar da oraya gelir mesleki, teknik becerisi ve gücü kuvveti yerinde olanlarla anlaşır alıp götürür. Bu süreç insan kaynağı yönetiminde “seçme” sürecine denk düşer.

İşler çeşitlenip geliştikçe insanların aklına daha çok ihtiyaç duyuldu. Yani insanın önce gücüne ihtiyaç duyuldu, sonra da aklına. Günümüzdeki kapitalist gelişim insanın beden, zihin gücünden öte -kuruma bağlılık- adanmışlık- adı altında insanın ruhunu da örgüte vermesini istemektedir. İnsanı beden, zihin ve duygularıyla kurumun amaçlarına yöneltmek için gerçekleştirilen işlemlerin tümüne ilk örneklerinde “Zat İşleri”, sonrasında “Personel İşleri” günümüzde bir moda halinde “İnsan Kaynakları Yönetimi” adlandırılması tercih edilmektedir. Açıkçası insan kaynağı adı 2000’li yıllarda girdi literatüre. Bu durum da evvela “personel bürosu” idi ama bir moda çıktı insan kaynağı modası geldi. Hatta literatürde “insan kaynaklarının yönetimi” dendi, insanın geldiği kaynaklar nasıl algılandı ise çoğul “kaynakları” ama ben çalışmalarımda bunu hep tekil kullandım. Alanda çalıştığım zaman yazdığım kitaplarda sırasıyla “personel yönetimi”, sonrasında bir bakıma ben de bu modaya uydum ve kitap adı olarak “İnsan Kaynağı Yönetimi”, daha sonra “Çağdaş Örgütlerde İnsan Kaynağı”nı kullandım. Dahasında soruna “insan” merkezli bir yaklaşım en son yazdığım kitabımın adı “İnsan Kaynağının Geliştirilmesi” olmuştu. Demek istediğim şu ki; yıllar geçtikçe benim de insana bakış açım değişti. Elbette benim insana bakış açım değişiyor. Son olarak, insan ile geldiğim nokta “İnsan kıymeti” diye tanımlandı ve artık insan kıymetinin yönetiminden değil de “İnsan Kıymetinin Geliştirilmesi”nden söz ediyorum.

Şimdi sorunuzdaki vurguya dönerek “eğitim örgütlerinin farklılığını” kısaca açıklamak isterim. Örgütler amaç veya hedefleri ile çalışma alanlarına bağlı olarak “insana dönüklük” açısından farklılıklar gösterebilirler. Örnekse bir yol yapım firmasında donanım, teknik bir okula göre daha ağırlıklıdır. Örneğin TÜİK kurumu sayısal verilerin ve işlemlerin, ileri donanımların başat olduğu bir kuruluştur. Halbuki okul amaç ve hedefi itibariyle doğrudan “insan odaklı” bir kuruluştur ve burada hedef insanın kıymet olarak geliştirilmesidir. Bu bakımdan Bakanlık merkez örgütündeki “Personel Genel Müdürlüğü”nün klasik çalışma koşulları dışta tutulursa okul düzeyinde alışılmış “insan kaynağı yönetimi” yerine “İnsan kıymetinin Gelişimi” anlayışı daha uygun düşmektedir.

Nazmiye Hazar: Eğitimde insan kaynağı ile ilgili konferanslarınız ve söyleşilerinizde de belirttiğiniz "insan kıymeti" ile ilgili konuşacak olursanız, neden insan kıymeti hocam biraz bahseder misiniz?
Aytaç Açıkalın: Nazmiye Hanım; buraya kadar “insan kaynağının yönetiminden” bahsettik. Peki, insan nedir? Bu yönettiğimiz varlık nedir? İnsan ilişkin tanımlar o kadar çok ki, iki ayaklı olması, şaka yapması, araç yapması, ekonomik davranması vs. Ama nedense hepsinde bir “hayvandır” eki kullanılır. Gerçi başka tanımlar vardır Aristotales insan ile ilgili “kültür kuran canlıdır” diyor. Sayın Durali Hoca “insan iki dünyalı bir varlıktır” diyor Benim insan ile ilgili tanımım; “İnsan doğa ile bütünleşerek, dünyanın mükemmel yaratılışını tamamlayan son parçadır. Doğanın son parçası, temel belirleyicisi olan insan oldukça kıymetli bir varlıktır. İki bin yılında insanı “evrene eklenmiş yeni farklı bir parça” olarak tanımlamıştım; bu tanımı “insan, yani çocuk doğaya en son eklenmiş orijinal veya diğer bir adıyla özgün veya diğer bir deyişle yeni ya da farklı bir parçadır.” biçiminde kullanmıştım. Peki, bizim bu yeni, orijinal, kendine özgün, farklı varlıkla ilgili görevimiz nedir, insanı nasıl yöneceğiz? sorusunun cevabını da “Bizler anne babalar veya okullardaki öğretmenler, çocuğun çevresindeki herkes bu özgün parçayı evrendeki şerefli yerine yerleştirmemiz gerekiyor.” Onu eğmeden, bükmeden bu eşsiz benzeri bulunmayan varlığı incitmeden evrendeki şerefli yerine doğru yerleştirmemiz lazım diye tanımlayabiliriz. 2010 Yılında birlikte çalıştığım grupta bir okul öncesi-anasınıfı- yöneticisi bu tanıma karşılık “insan için evrende şerefli bir yer tarif etmenin bir parça abartılı bir anlatım olduğunu vurgulayarak, doğanın bütünlüğü içindeki yerine yerleştirmenin daha bilimsel olabileceğini belirtti. Grupla müzakere edildi ve görüş benimsendi. Bende o günden sonra şöyle bir tanıma ulaşabildim.
İnsan dünyanın mükemmel olan yaratılışına eklenmiş son parçadır. İnsanın yaratılışı ile dünya mükemmelleşmiştir. Papatyalar, böcekler, balıkları kuşlar, ağaçlar derken bu Puzzele ‘ın bir parçası eksik ve doğa insana “gel” diyor. İnsan doğaya bütünleşerek bu parçayı bütünleştiriyor. İşte o varlık olmayınca dünyadaki diğer varlıkların hiçbir anlamı yoktur. Şimdi, öyle mükemmele bir parça ki bu varlık, bu varlık çıkınca, yani bu son parça çıkınca yani ortadan kaybolunca, dünyanın mükemmelliği kaybolur ve dünya kendini algılayamaz durumda olur. İşte insan burada son parça olarak kıymetlidir. Son olarak kullandığım insan tanımı, “İnsan, dünyanın mükemmel yaratılışında eklenmiş son parçadır.
Nazmiye Hanım, insanın kıymeti, insanın yönetilmesi deği;l insanın varlığıdır. İnsanın dünyaya gelişinin birden çok boyutlu amacı vardır. “İnsan dünyaya niçin gelmiştir?” sorusu kültürel ortamda sık sık sorulup çevresinde cevaplandırılmaya çalışılır. İnsan dünyaya gelişini beş (5) boyutta ve birbirleriyle bütünleşik amacı/hedefi vardır. Bu amacı şu şekilde sayıp açımlayabilirim:
1.Yaşamak: Bütün uluslararası evrensel beyannamelerde insanın yaşama hakkı vardır. Bu insanın doğasına yönelik bir duyumsamadır. Son zamanlarda haberlerde gördüğümüz örneklerden yola çıkar isek; bir anne çocuğunu sokağa atıyor. O anne çocuğunu sardı çöp poşetine attı ve o bebek yaşadı. Birçok zorluğa rağmen o bebek yaşadı. Çünkü aslında, doğal sistem canlıların yaşaması sistematiği ile donatılmıştır. Dünyadaki sistemlerin görevi insanı yaşatmaktır.
2. Gelişmek: İnsan yaşamını sürdürdükçe gelişir. Elleri, ayakları, kasları geliştikçe becerileri de gelişir. Biz eğitimciler bu gelişmeyi son ortaya çıkış şekliyle genel olarak öğrenme olarak da tanımlıyoruz.
3.Başarmak: İnsan doğuştan getirdiği güçtür. Hareket etmeye, yürümeye içsel bir güdü ile başlarız. İlk başlarda defalarca düşer ve anneler onlara yardım etmese bile düşer düşer ve düştükçe kalkmayı başarır. Nitekim, çocuklar hiç ummadığınız yerlere çıkabilirler, bulunabilirler değil mi? İnsan dünyaya başarmak için gerekli donanımlarla gelmiştir.
4.Üremek: İnsanlar tüm faaliyetlerini bu amaç için yapar yani insanın yaşama nedeni üremek, varlığını sürdürmektir.
5.Mutlu olmak: Sağlıklı, bütün genetik verilerini çözümleyebilmiş, gelişmiş, başarılı, neslinden emin insanın genel durumunu “mutluluk” olarak tanımlamak mümkündür.
İnsanlarla birlikte bir örgüt ortamında birlikteliğimiz sırasında insanın doğadasında var olan amaçlarını bildiğimizde işimiz kolaylaşır. Nitekim yöneticinin görevi bu amaçları dikkate alarak birlikte çalıştığı insanları mutlu etmektir. İnsan kıymetini gelişimi/geliştirilmesinin anlamı budur.
İnsan kaynağı yönetimi anlayışı ile üst üste çakıştırarak “İnsan Kıymetinin Geliştirilmesi” anlamak mümkündür. İnsan kıymetinin geliştirilmesi için ister bebeklik dönemi olsun, isterse iş /çalışma ortamında olsun o insanın çevresi ve çevresindekilerin insana yaşama amacına uygun yaklaşımı ile mümkündür. Örneğin bir memuru düşünelim. Bunun yaşamını sürdürmek için, yani personelin yaşamını sürdürebilmek onun iş ortamında karşılaşabileceği herhangi bir tehlikeye karşı fiziki şartları olan sağlamalısınız. Bu nedenledir ki iş yerlerinin yangın merdiveni, havalandırması ısıtılması, personelin orada yaşamasını sağlaması sorunudur. Ayrıca insanı çalıştıran kurum ya da yöneticilerin onun iş ortamında gelişmesini de sağlaması gereklidir. Bu açıdan şöyle düşünebiliriz: İş yerinde çalışanların bedenen gelişme açısından, kurum beslenme için ona imkânlar sağlıyor mu? Peki zihnen ve iş becerileri yönünden personelin gelişmesi için örneğin ona kitap okuma görevi gibi görevler veriyor mu? Buna bir ilave daha yapalım kurum personelin duygusal gelişimi için çalışanlar için korolar kuruyor mu? Birlikte yemek yeme ya da gezi, ya da sosyal aktiviteler sağlıyor mu?
Nazmiye Hazar: Peki Hocam; insan kıymet olarak nerelerde gelişir?
Aytaç Açıkalın: Nazmiye Hanım, güzel bir soru sordunuz. İnsan kıymet olarak yaşadığı çevresinde gelişir. Nitekim yaşamak/gelişmek doğuştan getirdiğimiz genlerle ilgilidir. Gelişme, bireye uygun bir çevre sağlanması halinde bireyin genlerinin öz elliğini izleyerek zihnen, bedenen ve duygusal yönden değişme halidir. Eğer siz insanlara uygun ÇEVRE imkânları sunarsanız o doğası gereği mutlaka kendini de geliştirecektir. Başlangıçta insanın gelişimi ile ilgili en iyi gelişim ortamı anne karnıdır. Yani anne karnı insan gelişimi için aslında en uygun ve güvenli çevredir. İnsan kıymetinin gelişiminde ilk önce merkeze alınması gereken grup hamilelerdir. Yani eğer biz annelere gereken bakımı sağlamazsak, anne sigara içki, kötü alışkanlıklar ya da anneyi duygusal olarak yoran kötü iletişim ortamlarında mağdur edersek annenin kötü hamilelik süreci elbette çocuğuna da yansıyacaktır. İşte insan kıymetinin geliştirilmesine yönelik bir yönerge: “hamileler toplumda el üstünde tutulmalıdır.” Eskiden otobüslerde hamileler ve harp malüllerine öncelik veren bir uyarı yazısı bulunurdu. Nitekim bu anlattıklarımı şuraya bağlamak istemekteyim. Hamileler korunursa, ruhen, bedenen sağlıklı olursa bize sağlıklı insan kaynağı sunar. Nitekim hamilelerden sonra insanın kıymet olarak gelişebileceği ortam anne karnından sonra ailedir. Neden mi? çünkü aile ne ise, çocuk da odur. İnsanın zihin, beden, duygu boyutunda çevrede, okulda ailede yani insanın sosyal çevresindeki gelişiminden bahsediyorum. Gelişim insanın fıtratında vardır. Örnek vermek gerekirse doğan bebeğe bir anne sütü, beşik, yatak sağlandığı zaman çocuk büyümeye, yani zihin, beden ve duygusal olarak “gelişmeye” başlar. Konuşmamın her aşamasında insanın beden, zihin ve duygu gelişiminde hep çevreden, ortamdan bahsettim. İnsanın en etkili çevresi ailesidir ve bu ortamda insanın beden, duygu ve zihin gelişimine aile bireyleri ve aile ortamı etki eder. Nitekim çocuk bu gelişimlerini okul ortamında da devam ettirir. Dolayısıyla çocuk tüm bunları toplum ile uyum sağlama sürecinde yaşarken, ona sunulan fırsatlarla kendini geliştirir. İnsanın fıtratında olan gelişme ile ilgili ona ne gibi değerleri sunduğunuz bu nedenle önemlidir. Örneğin bir anne çocuğunun beslenmesi ile ilgili onu zararlı yiyecek ve içeceklerle değil de yararlı gıdalarla beslerse ve çocuk zararlı ve yararlı ayrımını yaparsa, okul ortamında da bu süreklilik devam edecektir ve okul ortamında beslenme sürecinde sıraya girme, tehlikelerden uzak durma vs. toplumla uyumsama sürecine sağlıklı bir biçimde devam edebilecektir. Başka bir deyişle çocuğun duygusal gelişimi ile ilgili aile ortamında ona sunulan değerler okul ortamında da yansıyacaktır. Büyüklerine saygı, küçüklerine sevgi, çevresini temiz tutma, sanata, müziğe duyarlılık vb. ve çocuğun zihin gelişiminde aile ortamında dikkat ve ilgi becerisi ona sunulan ortamda verilmişse çocuğun akademik becerilerinde de çocuğun bilişsel anlamda mantıksal-matematiksel zekâsı, dil gelişimi, dinleme, oyunlara katılı vb. becerileri de olumlu gelişecektir. Bu nedenle mükemmel dünyanın yaratılışındaki insan kıymetlidir, insanlarla ilgili olan herkesin varoluşumuzdaki kıymetin geliştirilmesi için hizmetkâr olması gerekir.
Nazmiye Hazar: Kıymetli Aytaç Hocam; insan kaynakları ile ilgili bizlere aktarmış olduğunuz bu güzel bilgi paylaşımınızdan ötürü size çok teşekkür ediyorum. Yeniden görüşmek dileğiyle, hoşça kalın!