YAŞAMIN İNİŞLERİ ÇIKIŞLARI
Her gün evlerimizde ya da iş yerlerimizde merdivenleri çıkar ineriz. Asansörlerde aşağı iner, yukarı çıkarız. İnmek ve çıkmak en sık yaptığımız eylemlerdir. Sabahları ufuktan yükselen güneş de gökyüzünde yükselmez mi/çıkmaz mı? Gün boyu bulutlar arasından geçerek akşamüstü inişe geçip batmaz mı? Doğal ve toplumsal ortamlarda bir sürü iniş ve çıkışlar meydana gelir. Örneğin sular yükselir alçalır, rüzgar şiddetini arttırır, sonra birden yavaşlar/hızını keser. Ya da yağmur birdenbire bastırır hışımla, sonra çisil çisil yağar ve diner. Ya da toplumsal ortamda ortalık birden karışıverir: bir cinayet, bir kaza ya da olaylı bir yürüyüş veya bir gösteri... Bunlara benzer pekçok olay yaşanır her gün dünyanın her yerinde. İniş ve çıkışlarla dönmeye devam eder dünyamız.
Peki insanın içinde de yaşanmaz mı çeşitli inişler çıkışlar? Üzüntülü, karamsar, umutsuz olduğumuz, kimseyle görüşmek istemediğimiz zamanlar iniş zamanları değil midir hayatımızın? İnsanlardan ve yaşamdan umut kestiğimizde, sanki kör bir kuyunun içine düşmüşüzdür, çıkışı olmadığını düşündüğümüz. İçinde bulunduğumuz olumsuz koşullardan kurtulamayacakmışız, karşılaştığımız engelleri aşamayacakmışız gibi gelebilir bazen. Aklımıza takılan nice soruların yanıtlarını bulamayacakmışız duygusuna da kapılabiliriz. Bazen böyle durumlarda gücümüzü, olanaklarımızı gözden kaçırıp, öz-güvenimizi de kaybedebiliriz. Ama bunlar geçici hallerdir ve öyle olmalıdır. Hayatın akıntısına karşı kürek çekmeyi bırakırsak istemediğimiz limanlara ya da açıklara sürüklenmek çok kolaydır.
Yaşama sevinciyle dolu olduğumuzda, içimizde yükselen/çıkan duygular söz konusudur. Bazı sıkıntılarımız ve sorunlarımız olsa bile, hayata umutla bakarız, geleceğe yönelik düşler kurar, planlar yaparız ve eyleme geçeriz bunları gerçekleştirmek için. İnsanlara ellerimizi uzatır, daha paylaşımcı ve yaratıcı oluruz. En azından gülümseriz. Gülümseyen bir yüzün ardında çıkan/yükselen bir ruh/gönül vardır. Gülümseyişlerimiz yükselen gönül denizlerimizden dalgalar ve köpüklerdir. Mutlaka öbür insanlara da bulaşır, onların da içini yeşertir ve aydınlatır.
Günlük hayatımızın halısı, inişler ve çıkışların ipliğiyle örülmez mi sürekli? Aynı şekilde insanlık tarihinin sayfaları da yükseliş ve inişlerle dolu değil midir? Çizgisel zaman düşüncesi ne günlük hayatta ne de Tarihte geçerli değildir aslında. Ama biz hep kendi amaçlarımız açısından bakarız hayata ve tarihe. Bu nedenle peşinden koştuğumuz amaçların ve düşlerin hayatın ve tarihin kendisi tarafından da gerçekleştirileceğini düşünmeye eğilimliyizdir. Oysa yaşamdaki iniş ve çıkışlar, tarihteki yükselişler ve düşüşler/çöküşler, bizi, bir düşten uyandırmaya çağırır. Ama düşlemekten ve kendimize amaçlar koymaktan vazgeçmeye değil kesinlikle.
Kısacası hayatta, her gün iniş ve çıkışların birbirini izlediğine tanık oluruz ve yaşarız. Yaşamın iniş ve çıkışları içinde sürdürürüz varoluşumuzu. İnişli ve çıkışlı bir varoluştur insanınki. Sisyphos’u hatırlayalım... Her gün kayayı dağın tepesine çıkarmakla cezalandırılmıştı Sisyphos. Binbir güçlükle, yorgunlukla kayayı çıkardığı anda, o taş parçası yeniden aşağı düşmektedir/inmektedir. Sisyphos da kayanın ardından aşağı doğru yürümeye başlar, kayayı yeniden yukarı çıkarmak için. Böyle sürüp giden bir varoluş döngüsü...
Ya içine düştüğümüz dünya, bir kuyuysa: nasıl çıkabiliriz, çıkarsak yeniden düşer miyiz? Uçurumların kıyısında kayalıklar arasında, ya da çıkarmaya çalıştığımız kayanın üstünde tutunacak bir dal bulamaz mıyız acaba?
Sorular yokuşsa, yanıtlar iniştir. Ya da yanıtlar yokuşsa, sorular iniştir.