Yarın Yok!
İşe başladığımın ilk 15 Eylül günü sonbaharıydı. Doğan güneşle aydınlanan gün sonbahar kokuyordu. Burada bahar gerçekten bahar gibi yaşanır ilki de sonu da. Yazın bunaltıcı sıcağı yerini rüzgârın hafif ılık okşamalarına bırakmıştı. Yere dökülen sarı yaprakların yelle hışırtısı bir melodi kadar dinlendirici.
Şehir, sakin ama kalabalık. Okul hazırlığı içinde olan aileler çocuklarıyla daha çok göze çarpıyor. Bütün şehri bir beyaz ceket için dolaştım bugün. Baharları omzuna atmak için benden onu isteyen anneciğime. Beni zor şartlarda okutmuş, o dönemlerde kendinden, kendi isteklerinden feragat etmek zorunda kalmıştı. İlk maaşımla ona istediği bir şeyi bir hediye olarak almak istediğimi söylediğimde bana, yıllardır beyaz bir triko cekete sahip olmak istediğini söylemişti, bahar aylarında omzuna atmak için.
Bu şehir, küçük bir şehir. Her istediğini bulmak her zaman mümkün değil. Bütün şehri tüm gün dolaştım. Siyah var, beyaz yok. Artık hava kararmak, mağazalar kapanmak üzere. Son girdiğim sonuncu mağazada siyahtan farklı krem rengi bir ceket bulunca onu almak istedim, üstelik trikoydu. Aldım heyecanla, mutluluk ve sevinçle. Akşam eve dönünce hediyeyi verdiğimde hiç mutlu olmadı annem.’’ Ama ben beyaz triko ceket istemiştim,’’ dedi. ‘’Tamam,’’ dedim. Bu sene mağazalarda sadece siyah ceket var, seneye, seneye mutlaka beyaz ceket sözüm olsun.
Onu ne kadar kullandı bilmiyorum. Bir kış günü; o kış gününü hiç unutmuyorum, 21 Aralık. Nasıl soğuk, nasıl soğuk! Ev ısınmak bilmiyor bir türlü. Isınmak için birbirimize iyice sokularak uyuduğumuz o gece nasıl güzel aynı zamanda nasıl da berbattı. Sabahında onun cansız bedenini kahvaltı masasında bulacağımı bilemezdim.
Yine bir sonbahar günü, aradan yirmi yıl geçmiş, onun ceketi benim omuzlarımda. Facebook'ta dolaşırken, çok sevdiğim, kızımın arkadaşının babaannesi olan teyzeciğimin her sabah günaydınla başlayan sayfasında bugün ölüm haberini görüyorum. Kızım on altı yaşında. Dokuz yıl önce bir 23 Nisan günü kızımın okul bahçesinde yaptıkları bayram kutlamasında tanıştım teyzemle. Küçücük bir kadın. Işıl ışıl yanan gözleriyle yaşam saçıyor etrafına. Seksen üç yaşında nasıl çalışkan hayata nasıl da bağlı! Ona hayran oluyorum. Yedi yaşındaki kız torununa bakıyor, birlikte yaşıyorlar sadece ikisi. Çok güzel bir babaanne. İstanbul hanımefendisi. Hemen yanımdaki sitede oturuyor. Torunu ile kızım çok iyi arkadaşlar. Hemen hemen her gün görüşüyorlar, zaten aynı sınıftalar. Hep ona bir gün kahveye gitmeyi planladım. Zaman nasıl geçmişti, yine ben fark etmeden. Dün vardı, bugün yok. Bütün bunların üzüntüsünü yaşarken yüreğimde, aldığım telefon beni derin bir üzüntüye daha aldı. Artık kendimi tutamıyordum, gözyaşlarım süzüldü önce sonra seller gibi… Arkadaşımın bir arkadaşı kanser hastasıydı. Arkadaşım, beni onunla tanıştırmak istemişti birkaç zaman öncesinde. Onun eğitiminin bana katkısı olacağını ve ayrıca benim de ona yaşam bağı olacağımı söylemişti. Yere dökülen sarı yapraklar rüzgârla hüzün fısıldıyor bugün. Omuzlarıma baharda alacağım beyaz bir triko ceket istiyorum, tıpkı annem gibi.