GÖZETİM TOPLUMU VE SİNEMADA GÖRMENİN İKTİDARI

Sinema - “Michael Foucault’nun “Panoptikon” Kavramına Göre Azınlık Raporu” filminin İncelenmesi”

HÜSEYİN KAYA

 

GÖZETİM TOPLUMU VE SİNEMADA GÖRMENİN İKTİDARI

Yöneten ve yönetilen sınıflar olmak üzere tarihin günümüze kadar gelen akışı içinde, her iki sınıfın arasında bulunan ilişkiler sosyal bilimlerin temel konularından olmuştur. Gücün paylaşımı, tahakküm, isyanlar ve çatışmalar aracılığıyla tarihin şekillenmesi açıklamaya çalışmak, günümüzde içinde bulunduğumuz “yaşanan tarihi” de anlamak için önemlidir. Toplumsal bir varlık olan insanın yerleşik hayata geçmesiyle devlet kurumunu oluşturması, kan yoluyla geçen hükümdarlık, Aydınlanma çağı, toplumsal sözleşmeler, yasama, yürütme, yargı erkelerinin oluşması, halkın demokrasiyle birlikte yönetimde söz sahibi olması, tarih biliminin toplumsal olgulara neden sonuç ilişkileri içinde bakmasına neden olmuştur. Tarih, Eski Yunancada “bilmeye çalışmak, bilmek, anlatmak anlamına” gelen historein sözcüğüyle karşılanmaktaydı (Akarsu, 1975: 157). Bir bilgi arayışı olarak düşünüldüğünde, sözcüğün bu anlamları taşıması beraberinde tarafsız ve kesin olması, tartışmaya açık olmamasını getirecektir. Sözcüğün günümüzde kullanımı ve Türkçede bulunan karşılığı bu anlamından çok uzaktır. Tarih, zaman zaman yönetici erkin gücünü pekiştirmesi için kullandığı bir araç ya da çıkar guruplarının bir malzemedir. Nesnel bir bakış açısının taşımayan bu tavır tarihin bilim olma özelliğini de ortadan kaldırmıştır.

Toplumsal bir varlık olarak insan, diğerleriyle kurduğu iletişimle kendisini özne olarak konumlandırmaktadır. Devletle kurduğu münasebet ise bu konumlandırmasının yanında kendisinin nesne de olabileceğini gösterir. Yönetici sınıf, devlet öznelerden oluşan toplum üzerinde denetleme ve bilgi sahibi olmak için gözetim sistemleri geliştirmiştir;

“Duyu ve uyaranlarla ilgili bir refleks olan ‘bakışın, organize bir eylem olarak ‘gözetleme’ye dönüşmesi için sistemli bir yapıya ihtiyaç vardır. Bakış, anlık ve plansız olabilir. Gözetleme ise zamana yayılmak ve imgeleri üst üste yığmak durumundadır. Bu yığını, yalnızca görülen nesnenin gözetleme süresi boyunca sergilediği değişimler oluşturmaz; izleyenin sosyo-kültürel yapısı gibi, doğumundan izleyici olana kadar beraberinde taşıdığı kodlar da gözetleme pratiğinin yapısına eklemlenir. İzleyen, görüntüyü kendi kodlarıyla uyumlu bir hale getirerek parçalara böler; imajın detaylarını kendi algısına göre seçer, böylece görsel bellek inşasına girişir. Görüntü, tek ve değişmez bir bütünlüğe değil, her bakışta göreceli olarak yeniden kurgulanan parçalı bir yapıya işaret eder. Bu yüzden ‘gözetleme’ dendiğinde, aynı zamanda seçme’nin; yani eleme işleminin, buna bağlı olarak da bütünü parçalara ayıran düşünsel bir mekanizmanın varlığı söz konusudur“ (Kutluer, 2016: 49).

Organize bir yapı içerisinde kendisini korumaya dönük bir tutum olarak oluşan gözetleme sistemi, tarihin farklı dönemlerinde varlığını sürdürmüştür. Bu sistemlerin hareketleri tarihsel süreç içinde evrilmiş ve günümüze kadar varlığını devam ettirmiştir;

“Gözetim sistemleri bizim doğru ödeme yapıp yapmadığımızı, doğru sosyal yardımları aldığımızın,  Güvenceleşmesini, suçun, terörizmin ve uyuşturucu kaçakçılığının denetlenmesini, en son tüketici  Ürünlerinden, haberdar edildiğimizin, sağlığımızı tehdit eden riskler hakkında uyarılabileceğimizin,  Seçimlerde oy kullanabileceğimizin, mal ve hizmetler için, taşınması zor nakit parayla değil de, plastik kartlarla alışveriş yapabileceğimizin vs. garantilenmesi anlamını da taşımaktadır. Gözetim göze batmayan yollardan yayılır, çoğu kez de verimlilik ve üretkenlik gibi hedefleri izleme amaçlıdır “(Canpolat 2005:130).

“Gözetim, Anthony Giddens ve diğerlerinin belirttiği gibi Kapitalizmin fabrikada işçilerin izlenmesi. Örneğin Chaplin’in “Modern Zamanlar” filmi buna en iyi örnektir. Filmde modern zamanlar endüstri ve insanlığı, mutluluğa ulaştırmak için yapılan mücadeleler şeklinde tarif edilirken, teknolojik Düzen ve işleyiş görme, gözetim üzerindendir. Patron en büyük gözdür” (Lyon’dan Akt. Canpolat 2005:130) .

Anthony Giddens günümüz toplumlarında gözetlemeye kavramına ilişkin tespitlerini ekonomik sistem olan kapitalizm üzerinden değerlendirmekte ve farklı sınıfsal durumların kaydını tutmaktadır;

“(…) kapitalist ekonomik yaşam, genişlemeci karakteristikleri göz önüne alınırsa,  yalnızca birkaç açıdan, özgül toplumsal sistemlerin sınırları içinde sıkıştırılmış sayılabilir.  Kapitalizm ilk dönemlerinden beri uluslararası boyuttadır. Kapitalist bir toplum, yalnızca ulus-devlet olduğu için bir “toplum”dur. Ulus-devletin Karakteristiklerinin önemli bir kısmı kapitalizm ya da endüstiriyalizmin doğasının tartışmasından ayrı olarak açıklamak ve incelemek zorundadır. “(…) Bu tür bir yönetimsel yoğunlaşma, sonuçta, geleneksel uygarlıklara özgü olanın çok ötesindeki gözetim (surveillance) kapasitelerinin gelişmesine dayanır ve gözetim aygıtları, modernliğin yükselişiyle kapitalizm ve endüstiriyalizm gibi ilişkili olan üçüncü bir kuramsal boyut oluşturur. (…) Denetim, doğrudan olabilir (Foucault tarafından tartışılan birçok durum gibi cezaevleri, okullar ya da açık çalışma alanları buna örnek verilebilir); ama daha karakteristik olarak, dolaylıdır ve enformasyon kontrolü üzerine kuruludur” (Giddens, 2016: 61-62).

 (Giddens, 2016: 63)

 “Samuel ve Jeremy Bentham’ın Panoptikon’u

25-6-tP6UlgY.jpg

 

Dönemsel olarak büyük karışıklar içerisinde kalan imparatorluklar, 18.yüzyılda kendi halklarını kontrol altına alabilmek adına, otoriter kontrol sistemleri oluşturmaya çalışıyorlardı. İşte tam bu dönemde yepyeni bir yapı tipi ortaya çıktı.1785 yılında Samuel Bentham’dan bir yapı tasarlanması istenir. Samuel Bentham bir mimardır ve kardeşi Jeremy Bentham ile ortak bir çalışma içerisine girer. Pek çok kaynak yapının tasarımı hakkında bilgi verirken, tasarımcı olarak Jeremy Bentham’ı geçirmektedir. Ancak detaylı inceleme yapıldığında, binanın tasarımının, Samuel Bentham’a ait olduğu tasarımın içinde yer alacak sistemlerin temellendiği düşüncelerin ise Jeremy Benhtam’a ait olduğu anlaşılmaktadır“ (…) 1785 yılında tasarlanan bu yapı Panoptikon adıyla anılır. Panoptikon kelimesi ‘’pan’’ ve ‘’opticon’’ olarak bilinen iki farklı sözcükten türetilmiştir. Pan kelimesi bütün anlamına gelirken, opticon kelimesi ise gözlemlemek anlamına gelmektedir. Bu nedenle yapı yerine getireceği göreve uygun olarak ‘’Bütünü Gözetlemek’’ anlamına gelen Panoptikon adını alır” (Özdel, 2012: 23).

“Jeremy Bentham, kırsal alanda yaşayan Rus bir komutana yazdığı mektuplarda(ki daha sonra bu mektupları İngiltere’deki babasına göndermiştir.) binanın mimari özelliklerini detaylı bir şekilde anlatırken, aynı zamanda yapının tasarımının temelinde yatan felsefeden sözeder. Jeremy Bentham, 1787 yılında Beyaz Rusya’daki Crecheff’teki Rus komutan arkadaşına yazdığı mektuplarda yapının temelinde yatan düşünceden şu şekilde sözeder

“Tasarımı yapılan Panoptikon’da en önemli temel ihtiyaç karşılayan yan, çok sayıda insanın gözetim altında tutulmasının amaçlandığı binalar marifetiyle, çevrelenemeyecek ya da denetlenemeyecek kadar geniş mekâna sahip olmayan, istisnasız bütün kurumlara uygulanabilir olduğu kabul edilecektir.’’ (Özdel, 2012: 23).

“Bentham’ın tasarımında temel alınan düşünce, dönemin geniş kitleleri kontrol altına alma felsefesidir. Yapının tasarımıyla ilgili olarak yazılan mektuplarda yapının nezaret altında tutma, hapis, tecrit, zorla çalıştırma, eğitim gibi pek çok amaçla kullanılabileceğinden bahsedilir. Jeremy Bentham yapının yerine getireceği işlevlerde, ana temanın otorite odaklılık olduğunu sürekli olarak hatırlatır. Ancak burada ilerde Foucault’nun etkileneceği fikir, kontrol edecek otoritenin yani otoritenin sağlayıcısı olacak iktidarın disiplini sağlayış şeklidir” (Özdel, 2012: 23).

 

Kaynak:http://www.loveartnotpeople.com/2011/12/working-class-stigmas-and-london-east.html

 ‘’Gözetleyicinin gerçekten orada olma imkanı ile aslında (eğer din adamları bu ifadeyi kullanmamı uygun görürse) görünen heryerdeliğini (Omnipresence:Tanrı’nın heryerdeliği) kastediyorum’’ (Bentham’dan Akt. Özdel 2012: 26).

Bentham kardeşlerin yapmış oldukları tasarım, gözetlemenin bilgiye ulaşmak için seçici olarak gelişen doğasının yanında bir disiplin aracı olduğunu ortaya koymuştur. Düzenin sağlanması için güvenlik düşüncesi ile şekillenen kurumların varlığı toplum için vazgeçilmez bir araştırma oldu. Modern düşünürlerin büyük bir çoğunluğu, kurumsal yapıya sahip olan bu devlet aygıtlarının özelliklerini tespit etmeye çalıştılar.

“Foucault’ya göre görünürlük bir tuzaktır. Panopticon’da mahkûm, görülmekte ama görememektedir. Bir bilginin nesnesidir, ancak bir iletişimin öznesi olamamaktadır. Panopticon’un büyük etkisi de buradan kaynaklanmaktadır; tutukluda iktidarın otomatik işleyişini sağlayan bilinçli ve sürekli bir görünülebilirlik hali yaratmak” (…) “Foucault’ya göre, özgürlüğü keşfeden Aydınlanma Çağı, disiplinleri de keşfetmiş ve modern toplum bir anlamda “gözetim” ve “disiplin”in egemen olduğu bir toplum haline gelmiştir” (Bozkurt, 2010: 77).

Fernand Braudel’e göre bu aydınlanma çağından önce tarihsel süreç şu şekilde açıklanmıştır; “Ortaçağ’ın libertas’tan daha çok libertates’ten söz etmesi anlamlıdır. Özgürlük kavramının Avrupa kıtasını anlamak için yeterli olmayacağını öne sürer. Bir insan veya çıkar grubunun sahip olduğu özgürlükler sayesinde kazanılan muafiyet, ayrıcalık gücün oluşmasını ortaya çıkarır “(2001: 358).  Güç beraberinde toplumsal tabakaların, sınıfların oluşmasına neden olacaktır. 

 

Bilimsel zemin üzerinde devam eden teorik tartışmaların yanında yakın tarihe ilişkin Batı toplumlarında görünme ve kayıt altına alınma olguları yasal olarak da tartışılmıştır. Bozkurt’un tespitleri şu şekildedir:

“Aslında gerek ulusal gerekse uluslararası antlaşmalarla bugün gizlilik hakkı koruma altına alınmıştır. Örneğin BM İnsan Hakları Bildirgesi’ne göre gizlilik temel bir insan hakkıdır. Yasalar, özel yaşamın gizliliğinin korunmasına yönelik çok sayıda düzenleme getirmektedir. Resmî otoriteler de dahil, herkes, başkalarının gizlilik hakkına ve özel yaşamının mahremiyetine saygı göstermek zorundadır. Bunun tek istisnası yasaların çiğnenmesi olabilir; ki o da kanunlarla düzenlenmiştir.
              Ancak teorik olarak gizlilik hakkını totaliter yönetimler dışında tüm ülkeler kabul etmekle birlikte neyin gizlilik kapsamına girdiği konusunda uygulamada ciddi sorunlar mevcuttur. İlk defa, 1890’da Harward Law Review’daWarren ve Brandies, gelişen teknolojinin gizlik hakkını tehlikeye atmasına dikkat çekmişlerdir. Onlara göre gizlilik “yalnız kalma hakkıdır”. Warren ve Brandies, geçtiğimiz yüzyılda fotoğrafın yaygınlaşmasının gizlilik hakkını tehdit ettiğini iddia etmişlerdir”  (Bozkurt, 2010: 77).

 

Foucault’nun İktidar Anlayışı

Foucault, iktidarı sahip olunan bir şey olarak görmez, iktidarı uygulanan ve pozitif bir şey olarak görür. Ona göre iktidar aracılara ve çıkarlara bağlanamaz, sayısız pratikle birleşir. Tabii Foucault’nun iktidara tek yönlü bakmama tavrı hemen oluşmuş bir şey değil, bir düşünsel evrim sonucu oluşmuş bir şeydir” (…) “Foucault’ya göre iktidar, kendi örgütlenmelerini kendileri oluşturan, güç ilişkilerini dönüştüren, güçlendiren ya da tersine çeviren bir süreç ve bu güç ilişkilerini etkili kılan stratejiler olarak anlaşılmalıdır” (Canpolat, 2005: 98).

Yapılan antropolojik çalışmalar devletsiz ve sınıfsız toplumlarda da hiyerarşinin var olabileceği ispatlamıştır.  Foucault, takip ettiği bu çalışmalar doğrultusunda Marksizmime eleştirel bir yaklaşım geliştirir. Klasik anlamda güç ilişkilerinin, şiddet tekeli ve meşruiyet zemini üzerinden, “Modern tarih yazımında olduğunun tersine kesintililik” (Canpolat 2005: 79) bir sorun olmanın ötesinde Dionysoscu bir üretime işaret eder. “Apolloncu ruh, biçimleri kabul etmeyi ve alıkoymayı öğretirken, Dionysoscu ruh biçimleri yıkmayı ve yeniden yaratmayı öğretir” (Megill, 2008: 313).

Güç ilişkilerinin devingenliği, iktidarın olanaklılık koşuludur. Güç ilişkileri eşitsiz olduğu için, ortaya sürekli bir iktidar durumu çıkar. Bu durumlar ise hep yerel ve dengesizdir. İktidar her yerdedir, bu her yerdelik iktidarın bir noktadan ötekine uzanan her ilişkide üretilmesinden kaynaklanır. İktidar her yeri kuşattığından dolayı değil, her yerden çıktığından dolayı, iktidar ne bir kurum ne bir yapı; ne de bize bahşedilmiş belirli bir güçtür; iktidar toplumlarda bulunan bir karmaşık stratejik duruma verilen addır. (…) Foucault’ya göre iktidar elde edilen,  gasp edilen ya da paylaşılan, elde tutulan ya da elden kaçırılan bir şey değildir. İktidar eşit olmayan ve devingen ilişkilerde ortaya çıkar ve işletilir (Canpolat, 2005: 99-100).

“Kelimeler ve Şeyler’de (The Order of Things, 1969) kullandığı yöntemi açıklama denemesi olan,  (…) Bilginin Arkeolojisi’nde bilgilerin evrimini tarih boyunca birbirlerini izleyen ve her biri farklı bir bilim-kuramsal alan olan insan bilgisinin farklı katmanlaşmalarını göz önüne sererek açıklar (Canpolat 2005: 79). “Foucault bilgiyi iktidar kavramıyla birlikte ele alınmasının yanı sıra, bilgi söylem ilişkisine de yeni bir bakış getirir” (2005: 85).

“Foucault söylemsel pratik tarafından düzenli biçimde oluşturulmuş ve bilime yer vermekle yükümlü bulunmadıkları halde, bir bilimin kuruluşu için gerekli olan unsurların toplamına bilgi adını verileceğini söyledikten sonra, onu kendisi aracılığıyla özelleşmiş bulunan bir söylemsel pratiğin içinde kendisinden söz edilen şeylerdir diye nitelendirir” (Urhan’dan  Akt. Canpolat 2005:86)

Söylem, (…) her türlü öz göndermenin,  her türlü oyunun, her türlü metafizik çarpıtmanın ortadan kaldırıldığı dildir. Söylemin tek işlevi, kendi dışında ki şeyleri ve fikirleri saydam bir biçimde temsil etmektir. Bu yüzden dil ve söylem birbirlerinden tamamen zıttır. Dilde “anlamın yönü” tümüyle içe yöneliktir; çünkü dil kendisini dünya olarak görür; söylem ise tümüyle dışa yöneliktir çünkü söylem kendisini yalnızca dünyayı temsil eden bir şey olarak görür. “Dil” ortadan kalktığında (ki Foucault’ya göre 17. yy. başında olan budur) dilden geri kalan tek şey temsil işlevidir: söylem olarak sahip olduğu doğa ve erdemlerdir (Megill, 2008: 305-306).

Foucault, bir güç odağı olarak iktidarın baskılayıcı ve yok edici bir tavrı olduğuna ilişkin yorumların karşısındadır. Ona göre sadece yüzeysel kalan ve suçlayıcı bir yaklaşım içeren bu tavır yetersizdir. Kendi meslek hayatı boyunca, eleştirel tavrını sürdüren Foucault çalışmaların gözden geçirip tekrar iktidar kavramına odaklanmış ve farklı bir anlamda konuyu tekrar değerlendirmiştir;

“Foucault’ya göre bilginin ancak iktidar ilişkilerinin askıya alındığı yerde var olabileceğini; bilginin ancak iktidarın buyrukları, talepleri ve çıkarları dışında gelişebileceğini hayal ettiren geleneği ve bilginin iktidarı yadsımasının koşullarından biri olduğu inancını terk etmeliyiz. Foucault iktidarın, bilgi ürettiğini; iktidarla bilginin dolaysız olarak birbirlerini içerdiğini; ne eş güdümlü bir bilgi alanı olmaksızın, her hengi bir iktidar ilişkisinin varolabileceğini ne de iktidar ilişkileri varsaymayan ve oluşturmayan bir bilgi alanının var olabileceğini kabul etmemiz gerektiğini söyler” (Aruoba’dan Akt. Canpolat 2005: 87).

“Michael Foucault’nun “Panoptikon” Kavramına Göre Azınlık Raporu”  filminin İncelenmesi”

Filmin Kısa Künyesi [1]:

Yönetmen:  Steven Spielberg

Senaryo: Philip K. Dick (kısa öykü), Scott Frank (senaryo).

Oyuncular: Tom Cruise, Colin Farrell, Samantha Morton, Max von Sydow.

ABD: Twentieth Century Fox, DreamWorks.

 

2054 yılında geçen film, toplumun teknoloji yardımıyla, denetim altına alındığı, kontrolün ve güvenliğin temel esas teşkil ettiği bir yapıyı arz etmektedir. İnsanlar normal hayatlarına devam ederken suçlularkatiller, hapishanede bedensel fonksiyonlarını dahi kullanamadan mahkûm kalmaktadır. Yönetici otorite sorgulanamaz ve kusursuz adalet sistemi gelecek dahil toplumun emniyetini garanti altına almıştır. Filmde gözlükleri olmadan burnunun ucunu bile göremeyen Howard Marks karakteri, eşinin kendisini aldattığını “görerek” anlayacaktır. Görmek bilmek demektir. Gözler aynı zamanda bizi ele verir. Kimlik kartlarının olmadığı bu “gelecek anlatısı”nda “her şeyi gören sistem” kontrolü insanların gözleri üzerinden sürdürür.

Film içinde insanın gören bir varlık olarak hem dış dünyada kendisini konumlandırması hem de iç dünyasında, anlama ve bilgiye ulaşmanın yegâne yolu olarak sunulan görmek kavramı düşünsel olarak kaçamayacağım felsefi tartışmaların başında gelir;

Derrida’ ya göre düşünce için kullandığımız neredeyse bütün metaforların görsel metaforlarla bağlantılı olması rastlantı değildir. Örneğin “teori” bakma, temaşa etme anlamına gelen theoria sözcüğünden; “fikir” (idea), “görmek” anlamına gelen eidein den gelir. Derrida 1963 tarihli “Kuvvet ve Anlamlandırma” adlı yazısında daha da ileri giderek bu “karanlık ve ışık” (kendini açığa çıkarma ve kendini gizleme) “metaforun” “metafizik olarak batı felsefesinin kurucu metaforu” olduğunu söyler. Derrida’nın iddiası şudur ki Batı Felsefesi, Platon’dan itibaren Dionysoscu kuvveti Appolloncu biçime tabi kılmıştır. (…) Aslında Derrida’ya göre her türlü anlama, anlam (sens) arama projesi tümüyle Apolloncu bir doğaya sahiptir (Megill, 2008 s.135).

(…) Althusserci ya da daha genelde, Marksist bir strateji benimseyememiş olması son kertede teorinin kendisini reddetmesinden kaynaklanır. 1971’de bir grup radikal liseliyle yaptığı bir söyleşide şu tavsiyede bulunur: “her türlü teoriyi ve her türlü genel söylem biçimini reddedin. Bu teori ihtiyacı reddettiğimiz sistemin bir parçasıdır hala”. Son olarak, Foucault’nun teoriyi reddetmesi (ve temsili reddetmesi –çünkü teori temsilin stilize edilmiş bir biçiminden ibarettir), en geniş anlamda, bütün görsel ya da gözsel (ocular) anlama metaforunu reddetmesiyle de bağlantılı olabilir (Megill, 2008 s.288).

Film içinde en önemli kavramlardan bir tanesi suç öncesi (precrime) kavramıdır. Cinayetin en büyük suç olması ve toplumun en önemli sorunun bu suçla mücadele etmek olduğu filmin temel önermesidir. Diğer suçlara ilişkin bu geleceğin dünyasında bir bilgi verilmezken, “kahin” ler yardımıyla işlenmeden önce cinayetlerin bilgisine ulaşılmaktadır. “Suç öncesi “ biriminin oluşmasıyla beraber 6 yıl boyunca cinayet oranları sıfırlanmıştır. Filmde gelişen teknolojinin verdiği imkânlarla cinayet öngörülebilir hale gelmiştir. Toplumun herkesimi sürekli “göz taraması” ndan geçmektedir. Bu şekilde kolaylıkla denetim altında tutulabilmektedirler. Metroya binerken göz taraması yerlidir. Reklamlar kişiye özel olarak kolaylıkla sunulmaktadır. Göz tarama cihazları her yerde bulunmaktadır. Güvenlik amacıyla, örümcek adını verdikleri küçük robotlarla göz taraması yapılabilmektedir.

 

Normalizasyon

Foucault’ya göre biyo-iktidarın[2] getirdiği bir başka yenilik, iktidarı yasayla özdeşleştiren eski iktidar biçimleri aksine, yasa ikinci plana geçmiştir ve iktidarın belirlediği normlar ön plana çıkmıştır. Böylece de biyo-iktidar bir normalizasyon toplumu oluşturur, bireylere norma uymaya zorlayan onları normalleştiren bir toplum. Normalizasyon toplumunda birey ve öznelliği, bilimsel disiplinci mekanizmalar tarafından,  oluşturulmuş ve biçimlendirilmiş bir bilgi nesnesi ve öznesi olarak ortaya çıkar (Canpolat, 2005: 103).

Filmde anlatılan devlet yapısının temel önermelerinden biri cinayetin ortadan kalkmasıyla birlikte toplumun huzur ve refahının artması ve güvenlikleri üzerinden şekillenen özgürlük ortamıdır. Ancak açık bir şekilde tekno-fetişizmin hayatın her alanında kendini hissettirmesi, yaygınlaşan uyuşturucu kullanımı ve adalet kurumlarının problemli bürokratik yapıları sağlıklı bir toplum yapısı olmadığının göstergeleridir. Sadece cinayetin ortadan kaldırılması mistik-mitsel güçler tarafından sağlanmakta ve topluma adil bir yönetim uygulandığının mesajı verilmektedir.

Uyuşturucu bağımlılarının çocukları tedavi edilirken bilimsel bir kaza yaşanır. Beyin özürlü olarak doğan ve erken yaşta hayatlarını kaybeden bu çocuklar, geleceğe dair öngörüde bulunabilmektedirler. Yapılan bir “Genetik hata “ sonucu kâhinler (Prekoklar) ortaya çıkar. Filmde “kozmik şaka” olarak geçen bu durum insanlığın beklediği “ilahi müdahale” yi temsil eder. Suçun ve yasağın kontrolü insanların kendilerinden değil aşkın bir varlık olan mitsel “kâhin” lere bırakılmıştır. Kâhinlerin bulundukları yer sembolik olarak “tapınak” diye anılmakla beraber, halktan bazı insanlar onlara tapmaya başlamıştır.

Hapishane

Filmin birçok sahnesinde geçen hapishane görüntüleri birebir Bentham Kardeşlerin çizimlerine ve tarihsel uygulamalarına benzemektedir. Canpolat, Foucault’nun, “Hapishanenin toplumsal rolünün suçu bastırmak değil, yaratmak olduğunu” Hapishanenin Doğuşu isimli kitabında vurguladığını belirtmiştir (2005: 99). Filmin başrol oyuncusu ve suç öncesi biriminin şefi olarak geçen karakter bu adalet ve cezalandırma sistemi içinde kendisi suçlu olarak bulduğu andan itibaren direnişe geçecektir. “Foucault nerede iktidar varsa orada direnme olduğunu belirterek iktidar ilişkilerinin var olmalarının bir direnme noktaları çoğulluğuna dayandırır”  (Canpolat, 2005: 100). “ (…) İktidar aynı zamanda özneler üretir. Başka bir değişme iktidar hem yaratır, hem bastırır, ama bastırmadan önce yaratır; çünkü bastırdığı nesneler-bireyler Büyük ölçüde kendisinin ürünleridir (Canpolat, 2005: 101)

Azınlık Raporu

Prekoklar, bazen anlaşamamaktadır. Yapmış oldukları öngörülerde yanılma payı bulunmaktadır. Adalet sistemi bu yanılma payını görmezden gelir. Kusursuz olarak adlandırdıkları sisteme bir zarar gelmesini istemezler. Kâhinlerin öngörüleri üzerinden potansiyel tüm cinayet faallerini hapsederler. Geleceğin değiştirilmesi sürecinde, suç öncesi birimi insan faktörünü önemsemez. Kahinler birer algılama filtresi, gördükleri insanlarda birer suçludur.

İktidarın Gözü: “İktidar bizi özne kılmak suretiyle kendine tabi kılar

  1. Fransızca’da boyun eğdirme veya tabi kılma ile özneleştirme (bir kimliğe bilinç ilişkisi yoluyla bağlanma) fiileri aynı sözcükle (assujetir) ifade edilir ve Foucault bu sözcüğü çoğu zaman iki anlamını da kapsayacak şekilde kullanır (Ferda Keskin, 2015: 18).

1960’lardan beri öznellik, kimlik ve bireyselliğin temel bir politiksorun oluşturduğunu düşünüyorum. Bence kimlik ve öznelliği [kendimizin]politik ve toplumsal etkenler tarafından belirlenmeyen derin ve doğal bileşkenleri olarak görmek tehlikelidir... Kendimiz ve davranışlarımıza dair belli anlayışların tutsaklarıyız. Öznelliğimizi, kendi kendimizle ilişkimizi değiştirmemiz gerekiyor” (Foucalt’tan Akt. Keskin, 2015: 12-13)

 

 

 

 

 

Kaynakça

Akarsu, B. (1975).Felsefe Terimleri Sözlüğü. Ankara: TDK.

Bozkurt, V.  (2010). Gözetim ve İnternet: Özel Yaşamın Sonu mu? Birikim, 136, 75-81.

Dursun, D., Altunoğlu, M.(Ed.) (2006). Siyaset Bilimi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi.

Foucault, M. (2015). İktidarın Gözü.(4.Baskı). Işıl Ergüden (Çev.).  İstanbul: Ayrıntı.

Giddens, A. (2016). Modernliğin Sonuçları (6.Baskı).  Ersin Kuşdil (Çev.). İstanbul: Ayrıntı.

Kutluer, G.  (2016). Gözetim Toplumu Panoptikon. Barış Çaban, Bora Ataman (Der.). Panoptisizm ve Sanat, 49-60. İstanbul: EMO.

Megill, A. (2008). Aşırılığın Peygamberleri: Nietzsche, Heidegger, Foucault, Derrida (2. Baskı). Tuncay Birkan (Çev.). Ankara: Ayraç

Merquior, J.G. (1986). Foucault. Nurettin Elhuseyni (Çev.). İstanbul: Afa

Özdel, G. (2012). Foucault Bağlamında İktidarın Görünmezliği ve “Panoptikon” ile “İktidarın Gözü” Göstergeleri. TOJDAC (The Turkish Online Journal of Design, Art and Communication), 2, 22-29.

Riegel, N (Ed.).  (2005). 21. Yüzyıl İletişim Çağını Aydınlatan Kuramcılar: Kadife Karanlık (2.Baskı). İstanbul: Su.

 

[1] Kaynak: http://www.imdb.com/title/tt0181689/?ref_=nv_sr_1     21.12.2017

 

[2] 18.yy. dan beri Batı toplumlarına hakim olan yeni bir iktidar biçimi (…) Olumsuz sınırlayıcı olan ve hükümranın yaşamı olmak ya da affetmek hakkıyla belirlenen, eski iktidar biçimlerinin tersine, bu yeni iktidar biçimi olumlu, üretken ve yaşamın desteklenmesine yöneliktir  (Canpolat, 2005: 101).