SALLANAN SANDALYE

Fikir Yazıları - Nilifer Bakır Kubilay

SALLANAN SANDALYE
Öğleden sonraydı, güneşin pencereden içeriye sızan ışıkları salonun köşesindeki sallanan sandalyesine oturup pencereden dışarıyı izleyen Kamila'nın üzerine vuruyordu. Bahçedeki ceviz ağacı binanın boyuna erişmiş dalları pencereye dayanmıştı. Camın önünde sallanan sandalyesine oturmuş, televizyonda çalan klasik müzik eşliğinde hafif hafif sallanıyor sokakta gelip geçeni izliyordu. Kırlaşmış saçlarını şık bir tokayla tepesinde toplamış, kucağındaki kedisiyle uslu bir çocuğa benziyordu. Yaşına göre bakımlı kibar biriydi. Neredeyse bir asıra yaklaşmıştı yaşamı. Salonun köşesindeki yere kadar uzanan camlardan dışarıya bakar ilginç bir şey görse kendi kendine konuşurdu.
-Aaaa! Dedi.
''Bak bak nasılda karşısındaki kadını aşağılar gibi bakıyor. Şekerim insanlarda bir tuhaflaştı, kadıncağıza öyle bakınca büyük biri oldu sanki, ayıp ayol'' Dışarıda gördüğü karşılıklı konuşan kadınların birine davranışından dolayı kızmıştı.
Dış kapının açıldığını duydu.
''Annelerin en güzeli sokaktakileri mi izliyorsun?''
''Sen mi geldin oğlum'' Çocuk gibi sevinip sallanan sandalyesinden sendeleyerek kalktı''.
''Bugün yine çok güzelsin Kamila Sultan'' Dedi. Oğlunun böyle tatlı dilli oluşu hoşuna gider kendini şımarık bir çocuk gibi hissederdi.
''Canım yavrum ''. Deyip, ana oğul sarıldılar birbirlerine.
''Kamila sultan sana biraz bir şeyler aldım ihtiyacın olan şeyler. Gel birlikte onları yerleştirelim sonra ben gideyim biraz işim var, akşama uğrarım birlikte yemek yeriz. Hafta sonu da seninle gezmelere gideriz tamamı güzel annem''.
Birlikte mutfağa gidip buz dolabına alınan yiyecekleri yerleştirdiler. Aldığı çikolatadan bir parça kırıp annesine uzattı. Çikolata yemeyi severdi annesi.
''Bak dolapta her şey var canın ne isterse al ye annecim. Sen ne istiyorsan söyle ben alırım sana. Bak sana kaşar peyniri almayı unutmuşum bende yaşlandım artık Kamila sultan. Ben gideyim şimdilik. Haydi anacım akşama görüşürüz deyip kapıyı usulca çekip gitti.
''Tamam oğlum'' dedi sessiz ağlamaklı. Aynı sokakta yakın oturuyorlardı. Gelini Suzan oğluna demişti ki ''gelsin kalsın annen bizde, ama biliyorsun Adnan kedi tüyü bana alerji yapıyor, astımım var yoksa seve seve bakarım ben annene.''
Ona göz kulak olmak için, Kamila'nın evine yakın aynı sokakta kendilerine ev satın almışlardı. Her gün oğlu annesine bakmak için gelirdi. Gelini de istediği yemekleri yapar evini temizletmek için temizlikçi ayarlardı. Kamila'nın birde Miya'sı vardı beyaz bir kedi. Küçüklüğünden beri kedileri çok severdi Kamila. Kedisi onun çocuğu gibiydi. Onula uyur, onunla bütün gün zaman geçirirdi.
Mutfak masasının üstünde yarım kalan çikolatayı eline alıp sallanan sandalyesine doğru gidip oturdu. Yediği çikolatanın tadı onu geçmişine sevdiği çocukla ilk buluştuğu güne götürmüştü. Her buluşmaya geldiğinde elinde çikolatayla gelirdi. İkisi de Arnavut kökenliydi. Ataları Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kurulduğu yıllarda ekonomik nedenlerle Türkiye'ye göç etmişlerdi. Bunun yanı sıra Arnavutların yaşadığı ayrımcılık ve şiddet gibi sosyo politik koşullarda göç etmelerine etken olmuştu.
Arnavutluk'tan Türkiye'ye göç edip İstanbul'un Arnavutköy ilçesine yerleşmişlerdi. İki katlı ahşap binanın birinci katında kiralık evde oturuyorlardı. Ev sahipleri de kendileri gibi Arnavut göçmeniydi. Ev sahiplerinin bir tek çocukları vardı. Öğretmenlik yapıyordu Enver. Orta boylu, mavi gözlü yakışıklı bir gençti.
Kamila on altı yaşında zarif güzel bir kız. Açık kumral saçları kahverengi gözleri porselen gibi pürüzsüz teniyle çok güzel bir kızdı. Bir de kendinden beş yaş büyük abisi vardı.
Göç esnasında taşındıkları eve çok eşya getirememişlerdi. Evlerinde fazla eşyaları yoktu ama temiz ve düzenliydiler. Bir günde evi yerleştirmişlerdi.
Pencereden bakıp gökyüzünde gördüğü dolunaylı, mehtaplı bir gecede Kamila sessizce evin bahçesine inmişti. Yaz gecesinin serinliği ve iğde ağacından yayılan o muhteşem çiçek kokuları aklını başından almıştı. Ülkelerinden göç edip gelmeleri bütün aileyi alt üst etmiş yormuştu. Bahçede ağaçların altındaki derme çatma tahtadan yapılmış sedire oturup, başını gökyüzüne çevirip yıldızlara baktı doya doya. Bu ülkede nasıl bir hayat bekliyor du kendilerini bilemiyordu. İki katlı ahşap binanın dış kapısından ev sahibinin oğlunun da bahçeye indiğini gördü. Akşam yemeğinden artanları bir kaba koymuş bahçedeki kedilere vermek için bekliyordu. Yemek saatlerini kaçırmayan kediler tahtadan olan bahçe setlinden atlayıp, bahçeye girmiş iştahla yemeklerini yiyiyorlar dı. Ev sahibinin oğlu binanın dış kapısına doğru yürürken birden ağaçların altında tek başına oturan kiracılarının kızını gördü. Yanına doğru gitti.
''Ne yapıyorsun gece vakti burada! Diye sordu.
''Çok yoruldum biraz hava alıyorum. Kedileriniz mi var sizin?'' dedi
''Evet biz ailecek severiz kedileri onları bahçede besliyoruz. Benim adım Enver seninki?''
''Ben Kamila''
''Bende çok severim kedileri. Arnavutluktayken benimde kedim vardı ama getiremedik orada bıraktık. ''dedi üzülerek.
Kamila'nın abisi açık olan pencereden seslendi, ''Kamila çabuk eve gel!'' Çok korktu abisinin sesinden koşarak eve gitti. Evden bağırma sesleri geldi abisi kızıyordu kardeşine. Enver bir müddet bahçede evden gelen seslere kulak verdi. Sesler kesilince usulca merdivenlerden yukarıya evlerine çıktı. O gün bir şeyler hissetmişti kiracılarının kızına karşı.
Arnavutköy'deki kiralık evde oturalı bir yıl olmuştu. Bu arada ev sahibi Remziye hanımla dostluklarını ilerletmiş samimi olmuşlardı. Annesi, Remziye hanımla çarşı pazar dolaşır arada yanlarında Kamila'yı da götürürlerdi. Zamanla İstanbul'u sevmiş alışmışlardı. Enver ile birbirlerine âşık olan Kamila'yı bütün aile öğrenmişti. Evlendirmek için Enver'in tayininin çıkmasını bekliyorlardı.
Ağustos ayının güzelliği evlerinin bahçelerine yansımış çardaktaki asmadan sarı siyah üzümler sarkıyordu Yaz boyunca her gün çardağın altına mahalledeki diğer komşularıyla birlikte oturur zaman geçirirlerdi.
Ev sahipleri Remziye Hanım otoriter bir kadındı. Kızdığı zaman bakışlarıyla insanı korkuturdu. Özellikle bunu Kamila'ya çok yapardı. Eğer gelini olacaksa şimdiden bazı şeyleri öğrenmesi gerekiyordu.
Sabah erken uyanan Kamila pencerenin önündeki çiçekleri suluyor bir taraftan da radyoda çalan neşeli balkan şarkısıyla oynuyordu. Annesi seslendi!
''Kamila bugün çardağa inerken ne pişirecen?''
''Peynirli kol böreği yaparım anne sen merak etme.''
Pasta ve yemek konusunda çok becerikliydi çok güzel yapardı. Hele de müstakbel kayınvalidesine beğendirmek için daha da özenle yapardı.
Bir hafta önce babası ve abisi Arnavutluk'a yarım kalan işlerini tamamlamak için gitmişlerdi. Annesi ve kendisi evde yalnızdı.
''Anne! Babam ve abim gelince nişanı da yaparız değil mi?''
''Hele bir gelsinler de nişanı yaparız güzel kızım.''
Annesi çok severdi kızını, bazen düşünürdü Remziye kızına çok çektirir mi? Diye, bir üzüntü kaplardı içini o zamanlar.
Babası ve abisi iki gün sonra döndüler. Babası hiç iyi görünmüyordu yolculuk onu çok yormuştu. Bu arada abisi yurt dışı ile bağlantılı bir gemide iş bulmuştu. ''Eğer gelemezsem merak etmeyin bir şekilde yurt dışında bir ülkeye yerleşirim size de mektup yazarım sakın merak etmeyin beni demişti giderken''. Gidiş o gidiş bir daha geri dönmedi abisi. Kamila ile Enver evlendiler bir ay içerisinde. Enver'in tayini İstanbul Polonezköy e çıkmıştı. Polonezköy de okulun lojmanına yerleştiler. iki odalı şirin bir lojman eviydi. Okulun hemen yanında kilise vardı. Çoğunlukla Polonyalıların oturduğu bir yerdi.
Enver'le çok mutluydular. Kocası hiç kayınvalidesine benzemiyordu. Hoşgörülü, sevecen, kibar hiç sesini dahi yükseltmeyen biriydi.
Lojmandaki komşularıyla çok güzel zamanlar geçiriyorlardı. Polonezköy'ün şehre uzak oluşu doğasının harika olması huzur içinde yaşamalarını sağlıyordu.
Evliliklerinin ilk yıllarında babasının erken vefat etmesi Kamila'yı ve annesini derinden etkilemişti. Abisi yabancı ülkeye gittiğinden beri hiç gelmemişti. Yalnız kalan annesini de yanına almış birlikte hep yaşamaya başlamışlardı.
Lojmandaki ikinci yıllarında oğlu Adnan dünyaya gelmişti. Babasının adını vermişlerdi oğluna. Annesi Adnan'ı büyütürken, Kamila'da M.E.B açtığı sınavına girip kazanmış işe girmiş çalışmaya başlamıştı.
Sallanan sandalyesinde kucağındaki kedisiyle klasik müzik dinlerken uyuyakalmıştı. Akşam olmuş hava kararmıştı. Anahtarla açılan kapı sesiyle uyandı. Oğlunun ve gelininin seslerini duydu.
''Oooo! Kamila Sultan güzellik uykusunda yine.''
Suzan evin lambalarını yakıp perdeleri çektikten sonra. Yemek masasını hazırladı. Kayınvalidesinin sevdiği zeytin yağlı yemeklerden yapmış yanına da en sevdiği tatlı profiterol almıştı.
Miya halının üstüne yatmış tüm şirinliğiyle Suzan'a gel beni sev diye oyunlar yapıyordu. Suzan hapşırmaya başlayınca kocası Miya'yı oturma odasına götürmüş mamasını orada vermişti.
Yemek masasına oturdu Kamila. Hoşuna gitmişti oğlu ve geliniyle akşam yemeği yemek. Adnan'a uzun uzun baktı aynı babasına benziyordu. ''Keşke, dedi Enver'de bizimle olup bu güzel günleri görseydi.'' Yemekten sonra fotoğraf albümüne bakıp eski günleri andılar hep beraber...
Nilifer Bakır Kubilay
23.11.2021