MUCİZE

Fikir Yazıları - Nilifer Bakır Kubilay

MUCİZE
Sabahın erken saatlerinde yürüyüş yapmayı seviyordu. Hem insan kalabalığı olmuyor hem de hava serin oluyordu. Okullarının kapanmasıyla birlikte geldikleri yazlıklarında üç ay tatil yapıp kışlık evlerine geri dönüyorlardı. İkisi de öğretmenlik yapıyordu. Kocası uyuyorken gidip yürüyüp gelmeyi planlıyordu.
Siyah şortunu ve üstüne de pembe askılı bluzunu giyinip, kırmızı çantasını omuzlarına takıp dış kapıya doğru yöneldi. Yatak odasında uyduğunu sandığı kocası seslendi.
''Nilay, yürüyüşe mi gidiyorsun?
''Evet dedi, geleceksen bekliyeyim seni''.
''Yok ya ben geç uyudum dün gece maçlara baktım uykum var sen git güzel, güzel yürü de gel.''
Kendi kendine sessizce söylendi ''Emir geldi Altan paşamızdan yoksa yürüyüşe gidemeyecektim''
Eğilip siyah kırmızı karışık spor ayakkabılarını giyinip bağcıklarını bağladı. Sarı saçlarını at kuyruğu yapmış, gri yazlık şapkasını kafasına takmıştı güneşten korunmak için. Tam dış kapıyı sessizce çekiyordu ki bitişik komşusu seslendi.
''Günaydın Nilaycım''.
Takılarını takmış, kırmızı rujunu da sürmüş röfleli saçlarıyla sanki yürüyüşe değil de düğüne gidiyor gibiydi Nursel.
Kapıyı kapatıp ''Günaydın Nursel ablacım sendemi yürüyüşe gidiyorsun?''
''Evet canım bende yürüyorum artık. Çok kilo almışım baksana, ama sen iyi zayıfladın ne yapıyorsan devam et''
''Yürüyorum başka bir şey yapmıyorum. Bugünlerde iştahım yok nedense''
''Nursel ablacım ben hızlı yürüyorum şimdi seni yormayayım, yoksa birlikte giderdik yürüyüşe'. 'Dedi.
''Olsun'' dedi orta yaşlardaki komşusu. ''Sen hızlı yürümene bak. Bir gün birlikte çay bahçesine gider laflarız malum evler çok sıcak''.
''Tabi ki gideriz, hoş çakal''.
Merdivenleri inerken içinden söylendi' 'Ay dedi ucuz atlattım sabah sabah çok konuşup kafamı şişirecekti ''.
Bu sabah aynada kendini yine çok solgun görmüştü halsizliği de artmıştı, bir doktora gitsem mi diye düşünüyordu. İkinci katta oturuyordu. Binanın merdivenlerden bahçeye indi. Havanın serinliğini yüzünde hissetti hoşuna gitmişti. Mandalina ağaçlarının parlak yapraklarına ve olgunlaşmayı bekleyen minik mandalinaları inceledi biraz. Bahçedeki rengarenk güller, mavi, pembe ortancalar güne güzellik katıyorlardı. Bir iki çiçek fotoğrafı çekti. Nursel'in indiğini fark edince hızlanıp bahçeden çıktı.
Sokaklarındaki küçük büfenin sahibi, gelen sıcak ekmekleri ekmek dolabına yerleştiriyordu.
''Günaydın Ali abi''
'' Günaydın bacım' 'dedi büfeci Ali.
Hızlı hızlı yürümeye başladı sahile doğru. Birkaç kişi daha sahildeki yürüyüş yoluna doğru gidiyordu. Yürüdüğü yolun hem sağında hem solunda tek katlı villalar bulunuyordu. Geniş verandalı, her türlü çiçeğin, ağacın bulunduğu yemyeşil bahçeleri vardı. En çok da bahçe kapılarına sarılmış, evlerin çatılarına kadar uzayan begonvillere bayılıyordu. Sokak taşlarının gelişi güzel doğal bir şekilde dizilmiş olması otantik bir görüntü havası veriyordu sokağa.
Yaşlı bir teyze bahçesindeki kayısı ağacından kayısı topluyordu. Bahçe tellerine yaklaşıp, ''al kızım temizdir bunlar ilaçsız yıkamadan da yiyebilirsin''
Teşekkür edip aldı bir tanesini yedi. Kayısının kokusu hoşuna gitmişti burnuna tutup kokladı hiç bu kadar güzel kokmamıştı kayısı bugüne kadar. Sahile yaklaşmıştı plaj kenarındaki yürüyüş yolunda yürümeye başladı. Birkaç köpek kendi aralarında oynuyor, plajdaki büfeler şezlonglarını yerleştiriyorlardı. Büfenin kenarına acemice çizilmiş Frida Kahlo resimi ile son ses çalınan şarkı ayrı bir dünya yaratıyordu insanın ruhunda.
-Bir gün her şey yoluna girerse, umarım hala hevesim ve isteğim kalmış olur diyordu, Frida.
Palmiye ağaçlarının güzelliği, denizin kokusu, denizdeki boyaları dökülmüş balıkçı teknesinin acelesiz telaşsız hali huzur veriyordu insana.
Kocasıyla yürüdüklerinde bütün bu güzellikleri göremeden alel acele yürüyüp eve dönüyorlardı. O yüzden yalnız yürüyüp bütün güzelliklere doya doya bakıp içine sindirerek gözlemlemek hoşuna gidiyordu. Yürüyüşü yarıda bırakıp sahile ilerleyip büyük kayalardan birinin üstüne oturdu. Martıların sesi, denizin dalgalarını hafifçe kıyıya vurmasını dinledi. Denizin kokusunu içine çekti.
Çantasındaki kaysılardan bir tane daha yedi tadı çok güzeldi. Çalınan şarkının sesi kıyaya kadar geliyordu. Acı çeken bir kadının haykırışlarıydı bunlar. Şarkı yabancı bir dilde söylense de duygular ne anlatmak istediğini hissettiriyordu.
''Aman be sabah, sabah çalacak başka şarkı yok mu bu şarkıyı neden çalıyorlar'' deyip kendi kendine konuştu.
Plaja şemsiyesini kuranlar, şezlonglara yatanlar azda olsa denize giren insanlar vardı.
İlerideki yeşil alanda gençten bir Aerobik hocası on kişilik bir gruba hareket yaptırıyordu. Biraz fazlaca kilosu olan yaşlı adam hareketleri kafasına göre yapıyor, yerde bir o yana bir bu yana yuvarlanıp duruyordu.
Telefonundaki saate baktı iki saati geçmişti zaman. Kayanın üstünden kalkıp eve doğru yürümeye başladı. Yolda önünde yürüyen iki orta yaşlı kadının konuştuklarına ister istemez kulak kabarttı. Yeşil kumaş üzerine turunç rengi çiçekleri olan etekli kadın durmadan anlatıyordu. Beyaz şortlu kırmızı tişörtlü kadında arada onaylıyordu söylenenleri. Ben diyordu kadın,
''kocam öldüğünde iki çocuğumla yalnız kaldım. Benim ailem bana hiç sahip çıkmadı. Üstelikte hiçbir gelirim yoktu biliyor musun? İki çocuğumu da ne zorluklarla büyüttüm. Ailem beni ne iyi ,nede kötü günlerinde aradı. Yeğenlerimin düğünlerine herkesi çağırıp beni ayırdılar unuttular. Bu kadın genç yaşında ne yapar çocuklara nasıl bakar demediler''.
Beyaz şortlu kadın ''boş ver sıkma canını şimdi her şeyin var onlar utansın yaptıklarına deyip teselli veriyordu''.
Ne utanması, sen sabah bizim kapıyı çaldın ya ben açtığımda o karşıdaki odada kim uyuyordu biliyor musun?
Kim uyuyordu?
''En büyük abim. On gün bende kalacakmış. Astım hastası olmuş, tatile ihtiyacı varmış doktor denize git demiş. Ya arkadaşım utanmayı bırak sen ne yaptın bunca yıl diye sormuyor bile. Ben kadın halimle gocunmadan namusumla çalışıp bu evi de öyle aldım. Ne yapayım yine de abimdir, ben elimden geldiğince ağırlarım evimde''
''Allah, Allah, Nursel'den kurtulduk bu dertli kadınlara çattık''. Fırına uğrayıp birkaç simit ve ekmek alıp eve geldi. Eşi balkona kahvaltı hazırlamıştı.
''Nerede kaldın Nilay? Çay acıyacak çok bekledi hadi otur da kahvaltımızı yapalım'' dedi.
''Hani senin uykun vardı geç yatmıştın neden kalktın ki?''
''Kalkıp meleğime kahvaltı hazırlıyayım dedim''
''Önce şu sardunyaları suluyayım sen başla ben geliyorum''.
Sardunyaları sularken yan binanın birinci katındaki komşusunun siyah beyaz renkteki kedisini bebekler gibi kucakladığını gördü. Kafasını bebek gibi kadının omuzuna doğru yaslayan kedicik sevgiden mest olmuş bir biçimde kıpırdamadan duruyordu. Bu manzara hoşuna gitmişti Nilayın. Ellerini yıkayıp kahvaltı masasına oturdu. Lacivert tişörtü ne çok yakışıyordu kocasına, koyu mavi gözleri daha bir güzel görünüyordu. Kocasına biraz baktıktan sonra kahvaltısına başladı.
''Canım bugün Ayvalık Cundaya gidelim mi?'' Dedi Altan.
''Gidelim valla oradaki tarihi Rum evlerine bayılıyorum''.
''Kahvaltıdan sonra hazırlanıp çıkalım bütün gün gezeriz''.
''Tamam canım''.
Kahvaltı masasını topladıktan sonra hazırlanmak için odasına gitti. Hazır ütülenmiş giysilerinden sıfır kollu yeşil şifon elbisesini giyindi. Biraz ruj biraz göz kalemi makyajını bitirdi. Altan'da da hazırlanmıştı. Evden çıkıp arabalarına bindiler. Cundaya gitmek için yola koyuldular. Arabadaki radyoyu açtı hafif müzik eşliğinde iki tarafı da zeytin ağaçlıklı yolda ilerliyorlardı.
''Of şu yolun zeytin ağaçlarının güzelliğine bak,''
''Evet çok güzel, gitmişken papalinada yiyelim sahildeki restoranların birinde. 'Dedi kocası.
Cunda'ya yaklaşırken köprüden geçerlerken dilek diledi Nilay. Arabayı park etmek için bayağı yer arayıp bulduktan sonra, Cundayı dolaşmak için arabadan indiler. Sahile gitmeden Arnavut kaldırımlı dar sokakları aheste bir şekilde hayran kalarak dolaşmaya başladılar. Ara sokaklarda fotoğraflar çektiler. Fotoğraf çekerlerken genç bir kızın sıcaktan etkilenip bayılacağını fark ettiler, hemen bir sandalye getirip oturttular, Altan restorandan tuzlu bir ayran alıp geldi. Kıza içirdiler ayranı gölgede bir müddet oturan kız kendine geldiğinde teşekkür edip uzaklaştı yanlarından. Gezilerine kaldıkları yerden devam ettiler. Dükkânlardaki değerli taşlardan yapılmış takıları, yel değirmeni bibloları, oyalı yazmaları, şile bezinden elbiseleri; hediyelik eşyaları inceleyip birkaç parça istedikleri hediyelik eşyalardan aldılar.
İyi giyimli yaşlı bir adam yavaş adımlarla yanlarına yaklaştı. Hafiften gülümseyerek,
''Bak oğlum şu mavi taşlı kolye bu güzel kıza güzel olur istersen al onu''
''Çok haklısın amcacım, ben hiç düşünemedim. Hangisini bu koyu renkli olanımı yoksa açık maviyi mi alsam acaba?''
''Açık mavi olanı' 'dedi yaşlı adam.
''Ama benim elbisem yeşil keşke beyaz giyinseydim kolye daha güzel uyardı''. Nilay kocasının boynuna taktığı mavi kolyeye bayılmıştı. Yaşlı adam bu işi biliyordu.
''Kızım dedi, sen Giritlimisin?''
''Yok amcacım ben Türk'üm. Neden sordun? Giritlilere mi benziyorum''.
''Ben Girit Türk'lerindenim senide benim kızlara benzettim''. Dedi.
''Sizde Türk'sünüz bizde amcacım benzememiz normal. Kızlarınıza bizden çok selam söyleyin lütfen.
Yaşlı Giritli amcayla vedalaşıp mavi bayraklı sahile doğru yürüdüler.
Birer tane sakızlı dondurma alıp yediler. Mis gibi denizin havasını soludular. Öğlen saati hava iyice ısınmaya başlamıştı.
''Haydi şimdi papalina zamanı''
''Serin bir restoran bulalım sıcak bunalttı'' dedi Altan.
Mavi tahta sandalyeleri olan ,beyaz masa örtülerin üzerinde küçük vazolarda renkli çiçekleri bulunan restorana gidip oturdular. Deniz börülcesi eşliğinde papalinalarını iştahla yediler. Garsona rica edip birer fotoğraf çektirdiler ve yer bildirimi yaptılar.
''Her yaz gelip burayı gezsek te ben buranın büyüsünden bir türlü vazgeçemiyorum' 'Dedi Nilay.
Restorandan kalkıp biraz daha dolaştılar sahilde. Havanın bunaltıcı sıcağından dolayı eve gitmeye karar verip arabalarına gidip bindiler.
Yolda biraz midesi bulanan Nilay için yolun kenarında arabayı durduran Altay,
''Canım bugünlerde bu halin ne böyle yarın bir doktora gidelim''.
''Evet gidelim Altan bugünlerde iyi değilim, acaba diyorum onca tedaviden sonra bir mucizemi oldu.''
''Ne gibi bebek mi yoksa!
''Mucizelere inanırım ben, belki de tanrı acıdı bize ve 7 yıldan sonra bir bebek verdi olamaz mı? 'dedi Nilay.
Bebek düşüncesi ikisini de heyecanlandırmıştı. Arabaya binip yola devam ettiler. Doktora gitmek için sabah erken kalkıp , gittiler.
Nilayın düşündüğü şey gerçek olmuştu. 11 haftalık bebeklerinin müjdesini verirken doktor inanamadılar. Ultrasonografi ile çekilen bebeklerinin görüntüsüne bakmaya doyamadılar.
Yedi yıl boyunca bugünü beklemişlerdi. Onca tedavi sonuç vermezken bir mucize gerçekleşmişti.
''Ay Altan bebek olduğunu bilmeden ne çok yürüyüş yaptım ben, iyi ki düşmedi bebeğimiz yoksa asla kendimi affetmezdim.''
''Bir şey olmadı düşünme artık olanları.''
''Hemen sizinkileri ve bizimkileri arayıp haber verelim.''
Bir hafta sonra her iki taraftan da aileleri gelmiş, bebek için kutlama yapmışlardı. Nilayı çok yormamak için bir gece kalıp gitmişlerdi.
''Maceralı dolu up uzun yolculuk bizi bekliyor Altan'ım. Artık üç kişilik bir ekip olarak yaşama renk katmaya varmısın?''
''Hayatım boyunca hiçbir şeye bu kadar hazır olmamıştım canım.''
Balkonlarında uzun bir zaman oturdular birlikte. Dolunaylı yaz gecesinin bu kadar güzel olduğunu hiç hatırlamıyorlardı. Ay ışığının yeryüzüne inip her yeri rüya alemine çevirmesi muhteşemdi. Sanki her yer siyah beyaz bir resim tablosu gibiydi. Birbirlerine sarılarak, Tanrıdan, bu rüyanın hiç bitmemesini dilediler...
Nilifer Bakır Kubilay