YÜREĞİNE DOKUNMAK

Fikir Yazıları - Nilifer Kubilay

YÜREĞİNE DOKUNMAK
Ağustos ayının en sıcak günlerini yaşıyorlardı. Son günlerde her şeyden bunalmış bir durumda arkasına bakmadan kaçıp gitmek, uzaklaşmak istiyordu. Bu şehir, bu sokaklar ve olur olmaz insanlar üstüne geliyordu nedense. Ne yapacağını bilemez bir durumda evde kocasıyla birlikte zaman eskitiyordu Birlikte yaşadığı insanın sorumluluğunu yükünü artık taşıyamaz hale gelmişti. Bir zamanlar âşık olduğu adama karşı artık merhamet duygusu besliyordu. Yaşanılmamış onca güzel yıllar ve gençliği heba olup gitmişti hayatından. Son bir yılda daha da artmıştı yüreğindeki sıkıntılar. Aynaya baktığında o neşeli gözlerinin içi gülen genç kadını göremiyordu artık. Kumral dalgalı saçlarına aklar düşmüş, güzel yüzü solmaya başlamıştı. Kendini yalnız hissettiği günler, bitmez tükenmez yorgunluk yaratmıştı ruhunda. Eskisi gibi değildi artık hiçbir şey.
Gün akşam olunca çekildi odasına uyumak için.
''İnşallah bugün atak geçirmez'' dedi kendi kendine.
Aşırı sıcaktan yatağında sağa, sola dönüp uyumaya çalıştı. Gece yarısı uykusunun arasında çığlık sesleri duyup kalbinin hızlı hızlı atmasına engel olamadan kan ter içinde uyandı. Neler olduğunu anlamaya çalıştı bir müddet dışarıdan gelen seslere kulak kabarttı. Bir kadın avazı çıktığı kadar bağırıyordu '' imdat'' diye. Yatağından kalkıp balkon kapısına doğru yürüdü balkona çıktı. Bitişik gri binanın ikinci katında oturan genç kadın sokakta ağlıyordu. Etrafındaki komşuları onu teselli etmeye çalışıyorlardı. Şaşırmış bir halde balkondan kadına bakarken, sokak lambalarının aydınlattığı loş ışıkta, siyah şapkalı ve siyah giysili genç bir adamın bisikletiyle hızlı bir şekilde yoldan geçtiğini gördü. Adam son ses bağırıyordu.
''Sen bir daha senden boşanacağım de de bak neler oluyor'' diyordu.
Seni gebertmezsem bana da ....... Demesinler diye söylenip hızla bisikletiyle sokaktan geçip gitti.
Gördükleri karşısında çok korkmuştu, kalbi daha da hızlı atıyordu. Kâbus görüyordu sanki. Cam sürahiden bir bardak su doldurup içti, derin derin nefes alıp odasına gidip yatağına uzandı.
''Daha bilmediğimiz ne hayatlar var kim bilir''. Dedi.
Son günlerde kadınlara, genç kızlara çocuklara yapılan şiddeti istismarı düşündü. İnsan kendinden fiziken zayıf olana neden yapar bunları bu acizlik değil miydi? Daha dün haberlerde izlemişti üniversiteli genç bir kızı öldürüp parçalayıp torbaya koyup çöp konteynerine atan, babası yaşındaki caniyi.
Gecenin saat dördünde aklından bir sürü şey geçiyordu. Sevgisiz, hoşgörüsüz, empati yoksunu insanlarla dolmuştu her yer. Merhametli yardımsever insanlara enayi gözüyle bakılıyordu artık. Menfaat çıkar ilişkisi içerisinde yaşanılıyordu her şey. Menfaatini karşılamazsan eğer senden kötüsü yoktu. Bir süre yatağında dönüp durdu.
Okul yıllarını düşündü. ''Bizim zamanımızda öyle miydi sanki
'' dedi içinden kendi kendine konuşurken. Arkadaşımız için bir şey yapsak asla karşılık beklemezdik. Sevgiler aşklar ne kadar safçaydı. Daha paylaşımcıydı arkadaşlıklar. İkili ilişkiler saygı sevgi çerçevesi içinde kimseye duyurulmadan yaşanılırdı. O zamanın gençliği daha ağır başlıydı diye düşündü.
Siyasi olayların okullarda yoğun olduğu dönemlerdi. Lise sonda aynı sınıftalardı, Harun kafayı Mine'ye takmıştı. Onu sinirlendirmek hoşuna gidiyordu sürekli şakalar yapıyor bıktırıyordu . Yine bir gün yaptığı şakayla çok kızdırmıştı . Mine onunla hiç konuşmamış lapa lapa yağan kara aldırış etmeden hızlıca evine gitmişti. Odasına girip akşama kadar moreli bozuk bir şekilde zaman geçirmişti.
Annesi mutfakta akşam yemeği hazırlıyordu. Mine'yi mutfağa çağırdı.
-Kızım çabuk buraya ge bir şey söyleyeceğim.
-Efendim anneciğim,
-Kızım deminden beri yolun karşısındaki kaldırımda senin yaşlarda bir çocuk elinde bir demet çiçekle bizim mutfak balkonuna doğru bakıyor. O çocuğu tanıyor musun? Yazık çocuğa hava çok soğuk kardan adama dönmüş baksana, karda çok yağıyor.
-Yo tanımıyorum, ben odaya gidiyorum anne, deyip odaya giderken annem sessizce elimden tutup mutfağa doğru çekmişti.
-Kızım bu senin arkadaşın onu anladım. Şimdi git baban duymadan çocuğu evine yolla, yoksa hastalanacak bu çocuk. Ne kadar dışarıya gitmek istemese de nafile dinletemedi annesine.
Sokağa çıktığında Harun'a doğru yürüyüp neden akşam akşam gelip, evlerine doğru baktığını ve üstelik bu soğuk havada buralarda ne işi olduğunu sordu.
Harun orta boyda, hafif toplu yakışıklı bir çocuktu. Uzun kirpiklerinin üstü bile karla kaplanmıştı. Siyah gözleriyle öyle güzel bakıyordu ki sevdiği kıza. Elindeki karla kaplı buz tutmuş çiçek demetini uzattı sevdiği kıza.
Mine sevgiyle uzatılan bir demet çiçeği aldığı gibi eve doğru hızla ilerledi . Annesi kapıyı açmış sessizce bekliyordu. Babası görmesin diye, çiçekleri balkon dolabının içine sakladılar.
O akşamdan sonra Harun ve Mine çok iyi anlaşan iki arkadaş olmuşlardı. Yıl sonuna doğru yakın arkadaşlıkları aşka dönüşmüştü. Okullar kapandıktan sonra aile arasında bir nişan yapıp yüzük taktılar. İki yıllık uzunca bir bekleme süresinden sonra düğün yapmaya karar verdiler.
İki yıllık eğitim enstitüsünü bitiren Harun ile hayatını birleştirip çok mutlu olmuşlardı. Evliliklerinin ilk yılları rüya gibiydi. Bu güzel yıllar çokta uzun sürmemişti. Çevrelerindeki arkadaşları, dostları imrenerek bakarlardı birbirine aşık bu güzel çifte.
Çocuk istemelerine rağmen çocukları olmuyordu nedense. Harun için sorun değildi bu durum. Fakat Mine öyle düşünmüyordu, çok üzülüyordu bu çocuk meselesine. Aşklarının meyvesi olan bir bebek istiyordu. Evliliklerinin dördüncü yılında Harun'un annesinin ani kalp kriziyle hayatını kaybetmesi kocasını çok üzmüş kendisini uzun süre toparlayamamıştı. İşe gitmek istemiyordu artık nedense.
Okula gitmemek için bahaneler uydurmaya başlamıştı. Birkaç kez okulda yaşadığı kalp çarpıntısı, terleme ve ölüm hissini evde de yaşamaya başlamıştı. Sık sık ataklar geçiriyordu bu son günlerde.
Kalp çarpıntısına, terlemesine ve titremesine ne yaptılarsa engel olamamışlardı. Sonunda Dr. Gitmeye karar verdiler. Kardiyolojiye gitmek için randevu alıp gittiler.
Doktor bazı kan tahlilleri ve tetkiklerin yapılmasını söylemişti. O gün bütün tahlil ve tetkikler yaptırdılar. Sonuç olarak fizyolojik hiçbir rahatsızlığı bulunmadı. Psikiyatra yönlendirildiler. Muayene sonrası panik atak teşhisi konuldu. Doktorun verdiği tavsiyeleri can kulağıyla dinleyip, kullanacağı ilaçlarını da alıp evlerine döndüler.
Harun o günden sonra hiç eskisi gibi olmadı. Kaygılı huzursuz ve ilaçların etkisiyle sürekli uyuyan biri haline gelmişti. Dışarıya hiç çıkamıyordu. Bütün günü odasında kitaplarıyla bilgisayarı ve akvaryumdaki birkaç balığıyla geçiriyordu. Balkona dahi çıkmıyordu. İlaçlarını bazen düzenli kullanıyordu, fakat arada bıkıp bırakınca tekrar eski haline dönüyor kendini toparlaması uzun zaman alıyordu.
Böylece uzun yıllar geçmişti, durum aynıydı hiç değişmiyordu. Evin bütün sorumluğu Mine'nin üstüne kalmış, kocasına özenle ve sevgiyle bakmıştı. Ama bu son günlerde artık ruhen kendini çökmüş yorulmuş mutsuz hissediyordu. Mine telefon edip annesini evine çağırdı.
-Annecim bugün bana gelebilir misin? Kendimi hiç iyi hissetmiyorum dedi.
-Neyin var neden iyi değilsin? Diye sordu annesi. Telefonda bir sessizlik.
-Tamam kızım ben birazdan çıkar gelirim, gelirken bir şey istiyorsan alayım.
-Evet annecim siyah üzüm alırsan çok sevinirim? Biliyorsun çocukluğumdan beri çok severim.
Konuşmanın ardından annesi bir saat sonra zile basmıştı. Kapıda kısa boylu, güler yüzlü tertemiz giyinmiş orta yaşlardaki annesini görünce dünyalar Mine'nin oldu. Elinde iki dolu market poşetini uzattı kızına. Çok yorulmuştu. Annesinin elinden poşetleri alıp hoş geldin deyip sarıldı annesine. Salona geçip oturdular. Harun rüyada gibi yarı uyur yarı uyanık, saç baş karışmış bir şekilde kayınvalidesine hoş geldin deyip hâl hatır sorduktan sonra odasına gitti.
- Damadını iyi görmemesine rağmen kızı üzülmesin diye, ''kızım'' dedi, Harun'u iyi gördüm. Sadece ilaçlar biraz kilo yapıyor herhalde. Önceki geldiğimde daha zayıftı''. Mine annesine bakarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Bir kafesin içinde sağa sola çarpan çaresiz bir kuş gibi hissediyordu kendisini. Bundan sonraki hayatı da hep böylemi geçecekti. Kendinde o gücü hiç göremiyordu.
Annesi kızının bunalmış olduğunu biliyordu. Bir çıkış noktası arıyordu kafasında. Yanlış bir cümle kurmaktan da korkuyordu. Biliyordu ki en ufak bir cümlesinde kanatlarını çırparak kafesin kapısını açarak uçup gidecek yuvasından.
Mine'yi dizlerine yatırdı saçlarını okşayarak, onların nasıl bir aşkla sevgiyle birbirlerine bağlı olduklarını anlattı. İnsanların bazen zorluklar karşısında çaresiz ve çıkmaz bir duruma girdiklerini, ama arada sevgi varsa her şeyi aşacaklarını anlattı.
''Sen güçlü bir kadınsın. Ve ben ayakları üzerinde güçlü duran bu kadına hayranım dedi''.
Mine annesinin bu cesaret verici sözlerini dinledikten sonra, annesinin gözlerine sevgiyle bakarak, sevginin en güçlü ilaç olduğunu, içlerindeki kopan çığlığı birbirlerine tutunarak yok edeceklerini anlamıştı.
-Kızım, dedi annesi. Sen kursa git istersen sevdiğin bir uğraşı bul kendine, sen kurstayken ben evde Harun'la ilgilenirim merak etme. Senin için iyi olur biraz rahatlarsın, ne dersin?
-Düşündü, neden olmasın, dedi.
-Ben şimdi buradayım sen kendini iyi hissedene kadarda burada kalacağım. Eylül'de kurslar açılınca kayıt olursun yavrum dedi.
Annesinin gelmesi çok rahatlatmıştı Mine'yi. Kurs fikride kafasına yatmış görünüyordu. Mutfağa gidip annesinin getirdiği siyah üzümleri bol suda yıkayıp, kenarları altın sarısı beyaz porselen tabaklara paylaştırdı. İlk önce üzüm dolu tabağı kocasının odasına götürdü. Harun odaya giren karısına kış günü bir demet çiçeği uzatırken nasıl sevgiyle baktıysa yine aynı öyle bakıyordu. Yıllarca itinayla, sevgiyle bakmıştı kendisine, bu hastalıktan kurtulmayı kendisi de çok istiyordu ama başaramıyordu.
''Mineciğim rica etsek anneme gitmezse kalsa biraz bizde, sana iyi geliyor annemin burada oluşu. Seni üzgün görmeye dayanamıyorum''. Dedi kocası.
''Annem gitmiyor canım bir müddet bizimle kalacak. Sen beni merak etme iyiyim ben. Sıcaklar bunaltı biraz ondandır herhalde''. Dedi
Harun siyah üzümleri yerken ''tadı çok güzelmiş'' deyip yemeye devam etti. Sürekli açık olan penceresinin tülü güneşten sararmaya yüz tutmuş, pencerenin mermerinde her gün ekmek verip beslediği güvercinlerin dışkısı kurumuş ve kötü bir görüntü oluşturmuştu odanın penceresinde.
Babası bu daireyle birlikte iki daireyi de oğlunun üzerine devretmişti. Diğer iki dairenin kirasıyla geçiniyorlardı. Elinden geldiğince oğluna her zaman yardımcı olmaya çalışıyordu yaşlı adam.
Mine, Harun'un gözlerine bakıp ellerinden tutarak,
''Canım sen benim yıllar önce yüreğime dokundun ne yapsam da söküp atamam, atmam. Sen hep benimle kal sensiz bir ömrü asla düşünemiyorum''. Dedikten sonra sıkı sıkı sarıldı sevdiğine.
Annesi de merak edip gelmiş, konuşulanları duymuştu. Nemli gözleriyle çocuklarına sarılırken, bir taraftan da konuşuyordu, ''Geçmişte yaşadığımız sevgi dolu mutlu anılarımızı her daim kalbimizin bir köşesinde saklarsak o sevgi bizi en zor günümüzde güçlü kılar çocuklar, bunun en güzel örneği sizsiniz''. Deyip odadan çıktı...
Nilifer Kubilay.
Bırakacağın eli hiç tutma tutacağın eli ise hiç bırakma. Sahte sevgilere gül olmaktansa gerçek sevgilere diken ol.
- Hz. Mevlana