TÜRKAN

Fikir Yazıları - Nilifer Kubilay

TÜRKAN
Uzakta çok uzakta kuş uçmaz kervan geçmez doğunun en ücra köşesinde kimsenin gitmeye cesaret edemediği bir dağ köyü. Yılın çoğunu karlar altında geçiren insanların yaşadığı bir yer.
Senede bir ay güneş yüzü gören tenleri soğuktan ayazdan kırışmaya yüz tutmuş, coğrafyasındaki yaşama zorluğunun yüzlerine yansıdığı sert bakışlı, esmer tenli, yufka yürekli insanlar.
Temmuz ayının ortaları, Fikret'in toprak evinin tepesindeki küçük pencereden sızan cılız ışığın gölgesinde, birazdan doğacak olan bebeğin evin kaderini nasıl belirleyeceğini meraklı gözlerle bekleyen ama ortalarda görünmeyen köylüler.
'' Çabuk ol haydi suyu geldi! Birazdan bebek doğacak, sobaya da tezek at soğutma odayı''. Dedi ebe kadın.
Yaz günü olmasına rağmen akşamları soğuk olan, yün yorganlarla yatılan bir köydü burası. Goncagül'ün ablası birde ebe vardı içerideki odada. Fikret kapıda birkaç arkadaşıyla bekliyordu. İçi içine sığmıyordu. Karısı ona oğlumuz olacak bak gör, çünkü köydeki kadınlar bana sen çok güzelleştin hiç çirkinleşmedin demişlerdi.
Oğlu olacaktı Fikret'in aslan gibi bir oğlan. Büyüdüğü zaman onunla köyün içerisinde dolaşıp gururlanacaktı.
Goncagül güller kadar güzel henüz 17 yaşındaydı bir yıl önce evlenmişlerdi Fikret'le. Evlendikten sonra birbirlerini çok sevmişlerdi.
Goncagül'ün güzelliğini sessiz mülayim tavrını, çok severdi kocası, hiçbir şeye itiraz etmezdi.
Fikret içeriden gelen seslerle tedirgin oluyor bir taraftan da oğlunu kucağına alacağı anı bekliyordu.
Ebe kadın doğumu yaptırmıştı Goncagül'ün beti benzi solmuş baygın bir şekilde yatıyordu yerdeki yün yatakta. Ne yaptıysa kanamayı durduramamıştı ebe. Belki kanaması birazdan kesilir diye bekliyordu. Çok zorlu bir doğum olmuştu.
Çelimsiz kara kuru bir kız bebek gelmişti dünya ya. Ebe kundağa sardığı bebeği annesine gösterdi annesi göz ucuyla zorla baktı hafiften gülümsedi, bebeği kucağına vermeye çalışırken, Goncagül'ün aşırı kanamaya fazla dayanamadan öldüğüne şahit olmuştu.
''Kurtaramadık çok kanaması oldu'' dedi ebe Goncagül'ün ablasına bakarak. Bunu duyan ablası Yurdagül kendini yerden yere atıp ağlamaya başlamıştı.
''Oy kurbanın olam can bacım, Goncam keşke ben öleydim gardaşım''diye feryat figan etmişti. Fikret koşa koşa eve girip ''ne oldu ebe kadın niye ağlıyorsunuz?'' diye sormuştu.
Ebe kurtaramadıklarını aşırı kanamadan Goncagül'ün öldüğünü söyledi üzülerek. Başı önde ne diyeceğini bilemeden başsağlığı dileyip kundaktaki bebeği gösterdi. ''Bir kızın oldu gözün aydın''. Dedi. Fikret göz ucuyla baktı, bu bebeği hiç sevmedi, çünkü Goncagül'ünü soldurmuş elinden almıştı.
Karısını köyün çok uzağında olan mezarlığa gömdüler. Herkes dağılıp gittikten sonra kimse kalmadı mezarlıkta Fikret'ten başka. Avazı çıktığı kadar bağırdı ağladı dağlarda yankılandı sesi kuşlar, kurtlar acısına ortak oldu onlarda ağladı.
Eve döndüğünde, Yurdagül'e bebeği uzatıp alıp götürmesini, kendisinin bakamayacağını her ay masrafları için para vereceğini onu büyütmesini söyledi. Baldızı düşünmeden bacısından hatıra kalan bu bebeği büyütmeyi kabul etti. Nasıl olsa 6 çocuk vardı evde birde bu aralarında büyür gider diye düşünüyordu. Kocasının evle ilgisi olmadığı için bebek konusunda sorun çıkaracağını zannetmiyordu hele her ay para verecekse Fikret hiç sorun olmazdı. Yurdagül bebeği kucakladığı gibi evden uzaklaştı.
Teyzesinin evinde 6 kardeşiyle birlikte büyüdü Türkan. Siyah kıvırcık saçları esmer bir teni vardı. Yüzü pek gülmezdi asık suratı çatık kaşları onu daha da sevimsiz yapıyordu. Çok zayıf, uzun boylu oluşundan dolayı yaşıtlarından büyük görünüyordu.
O yaz 13 yaşına girmişti. Teyzesi Türkan'a çeşmeden hep su taşıttırırdı. Küçük olmasına rağmen elinden her iş gelen becerikli hamarat bir kızdı. Cakkılı omuzuna aldığı gibi çabucak çeşmeden kovaları doldurup getirirdi. Asi bir yapısı vardı. Annesinin kendisini doğururken ölmesi onun suçuymuş gibi teyzesi ve babası onu hiç sevmemişti. Sevgisiz bir ortamda büyürken kendini herkesten korumak için pençelerini hep hazırda tutardı. Ağabeyleriyle ablalarıyla hiç geçinemezdi her konuşmada bir kavga yaratırdı. Evdekileri bıktırmıştı hamaratlığı olmazsa çekilecek yanı yoktu.
Bir gün uzak köyün birinde orta yaşta bir kadın eşiyle birlikte, bu köye kendi babasının evini ziyarete gelmişti.
Köye yılda bir ya da birkaç kişi ya gelir ya da gelmezdi. Köylüler uzaktan gelen misafirlere hoş geldin demek için komşularında toplanmışlardı. Türkan'da gitmişti teyzesiyle. Kapının yanındaki yünden yapılmış iri iri kırmızı gül desenli geniş mindere yavaşça ilişip oturdu. Ev sahibi gelenlere çay ikram ederken orada oturan kızların arasından Türkan hızlıca kalkıp tepsiyi ev sahibinin elinden aldı ve herkese çayları dağıttı. Uzak köyden gelen kadın bunu görünce aklına bitişik komşusunun oğlu geldi onlarda oğullarına kız arıyorlardı biraz fakir fazlaca kalabalık bir aile olduklarından kimse kızını vermek istemiyordu. Türkan tam onlara göre bir gelin olurdu, çalışkan birine benziyordu kalabalık evin işi çok olduğundan bunu ancak böyle çalışkan bir kız rahatlıkla hallederdi.
Yurdagül'e yeğeniyle ilgili düşündüğü şeyleri söyledi misafir gelen kadın. Sevinmişti teyzesi olur anlamında kafasını salladı onayladı. Zaten evde kimseyle geçinmiyordu, gitsin bir an önce yuvasını kursun diye düşündü. Kendi kızları daha büyüktü onları henüz kocaya vermemişti.
''Güzün gelsinler uzak yer git gel olmasın, nişan, kına, düğün her şeyi geldikleri gün yapsınlar alıp gitsinler gelinlerini''. Dedi misafir kadına.
Türkan gelin olacağını duymuştu teyzesinden hiç üzülmemişti bu evden daha güzel bir eve giderim diye düşündü. Teyzesi Fikret babasına kızını verdiklerini güzün gelip götüreceklerini söylemişti babası hiç tepki vermemiş bir şey dememişti.
Güz gelmiş havalar soğumuştu. Teyzesi gelin kızı hazırlamış birkaç parça bir şeyler iliştirdiği bohçayı odadaki sedirin üzerine koymuştu. Üç atlı ile toplamda 8 kişi gelin almaya gelmişti. Oğlan tarafının getirdiği eski sararmış bir gelinliği giydirmişler, bir kaçta takı takmışlardı. Hiç ağlamıyordu kaderine razı gidiyordu Türkan. Kocası olacak adamı ilk o gün görmüştü. Kendisinden büyük esmer uzun boylu sert bakışlı biri. Kına yakıldı, kendi aralarında yenildi içildi eğlenildi.
Gelini götürme zamanı geldiğinde, ev halkıyla tek tek vedalaşıp gelini ata bindirip yola koyuldular.
Türkan hayatında ilk kez köyünden dışarı çıkmıştı. At üzerinde giderken merak içerisinde çevrede ne var ne yok her yeri inceliyordu. Tarlalardaki sarı çiçekler her yere yayılmıştı aralarında tek tük boy gösteren gelinciklere bakmaktan gözlerini alamamıştı. Uzun bir yolculuktan sonra gelin olduğu eve geldiler. Merak içerisinde gelinin gelmesini bekleyen köylüleri görünce ürkmüştü. Toplanan köylüler bu yoksul çok çocuklu eve kim kızını vermiş diye merak içerisinde gelini inceliyorlardı.
Koca evine adımını attığı gün teyzesinin evini özlemeye başlamıştı Türkan. Çok yoksul hiçbir şeyleri olmayan bu yabancı evi sevememişti. Kaynanasını kayınbabasını o gün orada gördü. Orta yaşta insanlardı. Kaynanası çıkık elmacık kemikli pembe beyaz tenli güzel bir kadındı. Kayın babası kocası gibi uzun boylu zayıf esmer bir adamdı. Üç beş küçük çocuk kızlı oğlanlı etrafta koşup duruyor arada geline bakıp gülümsüyorlardı. Türkan çocukları görünce korkusunun azaldığını hissetti, çocukları çok severdi bir tek onlara kızamazdı. Çocukken kimse sevmemişti kendisini.
Boş bir odaya aldılar gelini oturması için bir tek sedir ve yerde serili büyükçe yünden yapılmış bir halı, mor güllerle yeşil yapraklarla işlenmiş, birde köşede yünden yatak vardı.
Uzun boylu kendi yaşlarında bir kız siniyle yemek getirip koydu sedire.
-Adın ne senin?
-Türkan.
-Güzelmiş adın. Benimkisi de Zeliha senin görümcenim. 14 yaşındayım. Ağabeyimde şimdi gelir yemeğinizi yiyin dinlenin, sabaha işlerimiz çok'' deyip kapıdan çıktı.
Kapı açıldı kocası içeriye girdi. Sedire doğru yanaşıp yemek yemeye başladı. Hiç konuşmadı yüzüne bakmadı Türkan'ın. Eliyle sende ye diye işaret etti. Acıkmıştı yemeye başladı oda bir şeyler. Akşam olmaya başlamıştı çok yorgunlardı uyumak için yataklarına giderken, teyzesinin hazırladığı bohçadan pazen geceliğini giyinip yattı. Kocası hiç dokunmadan arkasını dönüp yattı. O anda yanında yatan adamı çok sevmişti, onu korkutmamıştı çünkü. Uykusuz ve yorgunlardı hemen uykuya daldılar. Sabah erken kapıları çalındı dışarıdan kaynanası var gücüyle bağırıyordu.
''De haydi uyanın işlerimiz çok!''
Hemen kalktı yataktan bohçasını açıp teyzesinin diktiği mavi üzerine beyaz çiçekli pazen elbisesini giyip, boncuk oyalı yaşmağını bağladı. Kocası yine yüzüne bakmadan bir şey demeden odadan çıkıp gitti. Türkan umursamadı bu durumu . Odadan çıkıp el pençe divan bekledi kapıda gelinler öyle yaparlardı çünkü görmüştü önceden.
Kaynanası hamur yoğurmasını bugün tandırda ekmek pişireceklerini söyledi. O gün denilenleri yaptı, gücü yetmese de sonraki günlerde de denilenleri yaptı. Çünkü kocasını seviyordu onun için her şeye katlanıyordu. Ama kocasının gözü onu görmüyordu nedense.
Çok üzülüyordu bu duruma gizli gizli ağlıyor ''Allah'ım neden azıcık anama benzetmedin beni'' deyip gözyaşı döküyordu. Anasının güzelliğini köydeki herkes anlatırdı. Bir kış öyle böyle geçmişti açlıkla, yoksullukla, yorgunlukla baharı görmüşlerdi. Kaynanası ve Zeliha bugün tarlalara gidip yemlik toplayacaklarını söylemişti. Belki kendisini de götürürler diye bekliyordu odada.
Zeliha seslendi ''haydi yenge yemlik toplamaya gidiyrik'' koşa koşa çıktı odadan. Beraber evin arka tarafındaki tarlalara yürüdüler. Hafiften güneş ısıtıyordu her yeri karlar erimiş dereler taşıyordu sulardan. ''Şu yukarı ki tarlada yemlik çok var oraya da gidek'' dedi kaynanası. Yukarıdaki tarlaya yürürken biraz ileride bir ağacın altında kocasını gördü yanında hafif toplu bir kızla konuşuyordu. Görmemezlikten geldi kocasıyla aşığını. Dere kenarına doğru hızla yürüdü, oturdu ıslak çimenlerin üzerine gözyaşları dereye karıştı bu dünyada kimse sevmemişti onu yetimliği boynunu bükmüştü çocukluğundan beri. Hıçkıra hıçkıra ağladı kadersizliğine.
Oturduğu yerden kalkarak eğilip otlardan biraz daha toplamak istedi, kar sularının coşturduğu dere çılgın bir Nehir'e dönüşmüştü. Göz pınarlarının buğusuyla bastığı yere dikkat etmeden, ayağının otlara takılıp kaymasıyla dereye savruldu, çılgın suların arasında hiç boğuşmadan kendisini öylece bırakmıştı suyun derinliklerine, kötü yazgısıyla vedalaşıp, doğduğu gün babası tarafından terk edilmiş o küçücük bebek sevilmemenin, kimsesizliğin acısıyla gözden kaybolmuştu.
Nilifer Kubilay
Yöresel-Bölgesel terimi olarak Cakkıl: Zincirli iki ucuna kova takılan uzun çubuk (Erzurum)