AY IŞIĞI

Fikir Yazıları - Nilifer Kubilay

AY IŞIĞI
Güneş ışıklarının soldurduğu siyah kasketi ve yamalı kahverengi pantolonuyla toprak evin gelişigüzel örülmüş taş merdivenine oturmuş, küçük kızı Suna'yı kucağında uyutuyordu. Dışardan bakıldığında cızlavetten (ayakkabı) görünen yamalı çoraplarının iri dikişleri bile eskimeye, kopmaya yüz tutmuştu.
Aşağıdaki Kom'dan gelen Güllü davarları sağmış süt dolu büyük sitilleri (bakraç) eve doğru getiriyordu. Babasının kucağında uyuyakalmış kızını görünce üzüldü!
'' Oy ben ölem kuzum aç karnına uyumuş' 'dedi.
Lakabı Marro olan Muharrem yerinden kalkıp karısının peşi sıra içeriye girdi, ve kızını yerdeki büyük yün mindere yatırdı. Uyanmaya hiç niyeti olmayan Suna arkasını dönüp uyumaya devam etti. Kızının yattığı mindere sessizce ilişip oturan Marro kasketinin içine diktirdiği küçük cepten kenarları parlak simlerle kaplanmış minik bir ayna çıkarttı ve yüzüne baktı . Kendini aynada görmek hoşuna gidiyordu. Canı sigara çekti, tütün tabakasını çıkartıp bir sigara sardı ziftli ağızlığına takarak keyifle içti.
Güllü kapılarının önündeki ocağın altına odun atıp, etrafı ocağın isinden kararmış büyük bakır kazana sütleri döküp odunları tutuşturup yaktı. Süt taşmasın diye arada sırada iri kepçeyle karıştırıp, kazanın başında süt kaynayana kadar uzun bir süre bekledi. Kaynayan sütü dışarıda bırakmamak için kocasını çağırıp birlikte içeriye taşıdılar.
Akşam karanlığı çökmeye başlamıştı yavaş yavaş Suna uyanmış anasının getirdiği sofrayı görünce sevinmişti. Yemeklerini yedikten sonra, babasının aynasıyla oynamaya başladı küçük kız. Aynayı bırakıp, birazda Annesinin saçlarıyla oynadı. İlerleyen saatlerde uykuları gelmişti, Suna uyumak istemedi bugün çok uyumuştu, ama herkes uyuyunca oda uyumak zorunda kalmıştı.
Gece uyanan Güllü helaya gitmek için yatağından kalktı. Eline aldığı ibrikle dışarıdaki tahtadan yapılmış helaya doğru yürüdü. Köpeklerin ulumasını duyunca içini bir korku kapladı. ''Keşke kocamı uyandırsaydım birlikte gelseydik bahçeye'' dedi içinden. Heladan çıktıktan sonra eve doğru yürümeye başladı. Birden arka taraftan hızla gelen ayak sesleri duydu. Arkasından birisinin yaklaşıp iri elleriyle ağzını sıkı sıkı kapatıp, bir eliyle de belinini var gücüyle sarıp hızlıca evin yan tarafına doğru sürükledi. Bahçedeki dut ağacının altına kadar götürdü genç kadını. Yüzü kıpkırmızı olmuş kesik kesik nefes alıyor hırıltılı sesler çıkartıyordu.
Karanlık gecede ay havayı biraz aydınlatıyor, kendisini sürükleyen adamın yüzünü az da olsa seçebiliyordu. Bu değirmencinin oğlu Veli'ydi! Yüzü kıpkırmızı olmuş kesik kesik nefes alıyor daha çok sıkıyordu belini Güllü 'nün.
Muharrem uyanıp yanında karısını göremeyince hızla dışarıya çıktı. Aceleyle bahçeyi dolandı helanın olduğu taraflara baktı göremedi karısını. Karanlıkta dut ağacının altında birilerinin olduğunu fark edince o tarafa doğru hızla yürüdü. Veli’nin sıkı sıkı tuttuğu karısının korktuğunu bağıramadığını görünce, yerden büyükçe bir taş alıp Veli’ye fırlattı. Kafasına aldığı darbenin acısıyla kaçmaya çalışırken yere düşüp can havliyle bağıran Veli'ye yaklaşıp eline geçirdiği odun parçasıyla gelişi güzel vurmaya başlamıştı. Güllü şok geçiriyordu olanlar karşısında kocasının katil olmaması için koşup kollarından tutup engellemeye çalışsa da gücü yetmiyordu. Sopa kırılana kadar dövülen adam kanlar içinde yerde cansız yatıyordu.
Çok kızgındı karısına. Neden gece dışarı gittiğinde kendisini de uyandırmamıştı sanki. Şimdi böyle şeyler olmazdı, yerdeki ırz düşmanına baktı tükürdü yüzüne, içindeki nefret sönmemişti.
''Gel buraya'' dedi karısına kızgın bir şekilde.
Güllü ürkek adımlarla yaklaştı kocasına.
''Tut şu şerefsizin ayaklarından götürüp atak bir yere''.
Zorla tuttu ayaklarından Veli'nin kocası da kollarından tuttu sürüye, sürüye evlerinden uzağa köyün dışında bir yere götürüp attılar. Gece ay bulutların arkasındaydı çok az aydınlatıyordu havayı buda işlerine gelmişti kimse görmeden yok etmişlerdi. Eve doğru yürürlerken bir taraftan da biri gördü mü acaba endişesi içinde etrafa bakınıyorlardı.
Evleri köydeki diğer evlerden biraz uzaktaydı. Eve döndüklerinde Suna mışıl mışıl uyuyordu. Hemen kanlı giysilerini çıkartıp ellerini yüzlerini yıkadılar. Temiz kıyafetler giyinip yataklarına girdiler. Güllü affet beni der gibi baktı kocasının yüzüne.
-Nasıl böyle bir hata yaptın Güllü, sen ne zaman helaya gitsen beni uyandırırdın niye böyle yaptın?
Karısının ağlamasına dayanamadı zaten çok korkmuş şok geçirmişti bugün. 'Tamam artık şu andan itibaren bu geceki olaydan bahsetmek yok''. Başını sallayarak onayladı karısı.
Sabah olduğunda hiç uyuyamamışlardı. Karısı erkenden kalkmış geceden kalma kanıtları yok etmek için su kaynatıp kanlı giyesilerini yıkamıştı. Dışarıda herhangi bir şey var mı diye kolaçan etmişti. Dut ağacının etrafını temizleyip ortalıkta çok görünmeden aceleyle evine girmişti.
Veli çapkınlığı ile köyde tanınan biriydi. Çoğu kadın onun kötü bakışlarından korkar ondan hoşlanmazlardı. Namuslarına laf gelmesin diye babalarına, kocalarına onun hakkında bir şey söylemez susarlardı. Babası köyün en zengini olduğu için oğlunun yaptığı her türden kötülüğün üstünü kapatmasıyla bilinirdi. Oğlu da babasından aldığı bu destekle yoksul olan köylülerin namusuna göz diker, istediği her şeyi yapma cesaretini gösterirdi.
Birkaç gün sonra köye jandarmalar geldi herkesi köy meydanına topladılar. Velinin öldürüldüğünü bundan haberlerinin olup olmadığını sordu oradaki ahaliye. Herkes birbirinin yüzüne baktı. Bilseler bile söylemeyi düşünmüyorlardı. Öyle birinin ölmüş ve ortadan kaybolmuş olması köydeki kadınların kabuslarının son bulması demekti.
Jandarmalardan biri ‘’demek ki kimse bir şey görmemiş, eğer bir şey duyarsanız bu konu hakkında yakındaki karakola ihbar etmeniz yeterli’ ’dedi.
Köyün yaşlısı Hatça nene öne çıkıp ‘’görsek te habar etmez idik böyle bir şerefsizin ortadan kalkması eyi oldu komutan efendi. Sen biliyinmi geçen gış benim dünya gözeli Ayşa gızıma sarkıntılık etti o sapık’’dedi. Bütün kadınlar kafalarını sallayıp sessizce bir şeyler söyleyip Hatça neneyi onayladılar.
O sırada jandarmalardan biri cebinden kenarları sarı simli küçük aynayı çıkartıp gösterdi.
-Bu ayna kimin?
Hatça nene atladı hemen ‘’benim o ayna öteyi gün çerçiden almıştım. Demek ki cebimden düşürmüşüm’’.
‘’Sen naapacan aynayı nene’’ dedi gülerek jandarma .
‘’Gendime değil oğul torunuma almıştım unutmuşum vermeyi ihtiyarlık işte’’. Dedi.
Jandarma elindeki aynayı Hatça neneye verip ,’’eğer bir şey duyarsanız bize bildirin’’ dedi. Toplanıp gitti jandarmalar.
Akşam geç saatte Muharrem'in evinin kapısı çalındı. Güllü açtı kapıyı! Hatça nene elinde birkaç yufka ekmekle girdi evlerine. Cebinden çıkardığı aynayı uzattı Güllü ’ye ‘’Al bu senin gocanın çerçiden senin için aldığını görmüştüm’’.
Güllü aynayı aldığında korku dolu gözlerle baktı yaşlı kadına. Hatça nene eğilip öptü Güllüyü yanağından. Sessizce kulağına’’ köyümüz gızlarımız gurtuldu bir sapıktan’’ dedi.
Nene biraz Suna'yı sevdi. Güllü 'nün yapıp getirdiği bir bardak çay ile birlikte, yufka ekmeğine lor peyniri koyup sararak yedi. Birazda oradan buradan sohbet edip evine gitmek için kalktı. Muharrem'de fırladı yerinden neneyi evine götürmek için.
-Ayaklarına sağlık nenem gene gel emi? dedi Güllü.
-Gelirim gızım haydin iyi geceler kalın sağlıcakla, deyip yola koyuldu.
Bir yıla yakın jandarmalar köye gelip gittiler. Değirmenci oğlunu öldüreni kim bulursa yüklüce para vereceğini duyurmuştu. Uyanık köylülerden birisi köyün saf delisini ''bu yaptı'' diye ihbar etmişti parayı almak için. Kimseden ses çıkmayınca zavallıyı suçlu diye alıp götürmüştü jandarmalar. Müebbet aldığı duyulunca, Muharrem gidip teslim olmak istemişti. Hatça nene'' değmeyin orada galsın zavallı, analığı her gün döviyi yemek vermiyi hiç değilse sıcak bir yeri yiyecek ekmeği olur'' demiş engellemişti.
Uyanık köylü parasını almış. Kabak saf köylünün başına patlamıştı...
Nilifer Kubilay