ZAMANSIZ YOLCULUK

Fikir Yazıları - Nilifer Kubilay

ZAMANSIZ YOLCULUK
Uzun uzun baktı Hande'nin ekrandaki fotoğrafına, kusursuz yüz güzelliğine sahip endamlı bir duruşu vardı, mutlu görünüyordu. Dünyaya ışıl ışıl bakan siyah gözlerindeki hüznü umutsuzluğu bir tek en candan dostu okuyabiliyordu.
Ekrandan gözlerini ayırarak ceviz yeşili kadife koltuğuna oturmaya çalıştı , boğazına bir şeyler düğümlenmişti , tutmaya çalıştığı duygularını serbest bırakıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Rüya olmalıydı bu gerçek olamazdı Hande henüz çok gençti .
Allah'ım! Bu neydi inanamıyorum dedi.
Temmuz akşamının sıcak nemli havasını derin derin çekti içine. Sigarasını yaktı ,etkisinde kaldığı durumdan azda olsa uzaklaşmak istiyordu.
Şimdi hayatta olsaydı bol kahkahalı sohbetlerimiz olurdu ne çok gülerdik her şeye diye düşündü. Yaşlı komşuları Saliha teyzenin ne kadar çalışkan ve becerikli olduğunu konuşurlardı zaman zaman.
''Biz diyordu, yaşlanınca ne hale geleceğiz kim bilir yerimizden kalkamayız, altımıza kaçırırız herhalde bu gidişle"
Yaşlılığın kendilerinden çok uzak olduğunu biliyorlar, içten içe gülümsüyorlardı.
Her zaman neşeli ve bakımlıydı Hande, insan ayırımı yapmadan herkesle sohbet eder ihtiyacı olanların yardımına koşardı.
Daha dün kendisini çaya çağırmış kocasının ona neler yaşattığını anlatarak hüngür hüngür ağlamıştı.
Biliyor musun? Demişti, yaptığı güzel ikramlıkları arkadaşına itinayla sunarken.
''Bana hiç söylemediği o güzel sözleri o kadına söylüyor adi herif, bu sabah mesaj atmış telefonundan gördüm görmez olaydım'' Kanadı kırılmış bir serçe gibi titriyor, omuzundaki ihanet yükünün altında boğuluyordu.
''Oysa ki onu ne çok sevmiştim, 15 yaşımda hayatımı ellerimle altın tepsi içinde sunmuştum ona. Beni kaçırdığının ertesi günü hiç tanımadığım ailesinin yanına bırakıp askere gitmişti. Henüz çocuk sayılırdım, kaynanamdan çok çektim hele o bilmiş görümcem yok mu bir kaşık suda boğsam yeridir'' Gözleri kan çanağına dönmüştü odanın içi kendi iç dünyası gibi karmakarışık bir hal almıştı. Arkadaşı kendisinin evden bir müddet uzaklaşmasını kardeşlerinin ya da ailesinin yanına kısa süreliğine gitmesini , sakin bir kafayla neler yapması gerektiğini düşünmesini söyledi.
''Hayır gidemem bırakamam evimi , hem gitsem de annemler, kardeşlerim bana kapılarını açmazlar. Kaçtığımdan beri bana hiç sahip çıkmadılar. Oğlumun yüzünü, torunlarını bir kez bile görmek istemediler, gidemem gitmem''. İhanet duvarlarının içine sıkışmış kurtarıcısını bekleyen bir zavallı gibiydi.
Arkadaşını kapıdan yolcu ettikten sonra mutfağa yöneldi. Telefonunu eline aldı bir taraftan kahve yapıp bir taraftan da titreyen elleriyle sigarasını yaktı. Kahvesini mutfak masasına koyup mutfağın camını açtı hava çok sıcaktı terliyordu , beyaz porselen üzerine gri pembe desenli kahve fincanına uzandı bir yudum içti, mutfak penceresinden oğluna baktı , dışarıda komşunun çocuklarıyla oynuyordu.
Eve gelince ona da yaptığım pasta böreklerden veririm yer, karnı doyar diye düşündü. Son bir haftadır başı inanılmaz derecede ağrıyordu ''sıcaklardan herhalde'' dedi.
Telefonunu eline aldı açıp sosyal medya hesabında dolaşmaya başladı, daha sonra kocasının sayfasını tıkladı her zaman yaptığı gibi, gördüğü şeyler karşısında bir kez daha yıkıldı. Gerçek olamazdı bunlar, İhanetin acı yüzünü gözleriyle görünce ,dipsiz bir kuyuya düşmüş gibi oldu.
Nasıl yani ya, nasıl olur bu?
''Bu adam ahlaksızlığı iyice ele almış utanma ar namus duygusu kalmamıştı. Gezdiği yerlerin ve o kadınla çekilmiş fotoğraflarını yüklemişti hesabına. Ailem beni dışladığı için yapıyor böyle, onlar sahip çıksaydı eğer yapamazdı bunları bana '' dedi.
Akşam üzeri sokaktan babasıyla birlikte eve dönen oğlunu doyurduktan sonra odasına gitmesini söylemişti. Oyun oynamaktan çok yorulmuş olan çocuk itiraz etmeden odasına doğru gitmişti.
Akşam kocası geldiğinde de şiddetli bir tartışma çıkmıştı aralarında. Adam tartışmadan sonra evi terk edip gitmişti. Art arda sigarasını içip sevdiği birkaç arkadaşıyla konuşup paylaşmıştı sıkıntılarını, onlarda kendilerince tavsiyelerde bulunmuşlardı. Hiçbir tavsiye ilaç olmamıştı Hande'nin derdine.
Banyoda yüzünü yıkayıp, kızarmış , şişmiş gözleriyle bakmıştı aynadaki suretine bu haliyle bile ne kadar güzel olduğunu söylüyordu ayna kendisine. Başına ne geldiyse hep bu güzelliği yüzünden gelmemiş miydi zaten. Aynadaki solmuş haline acıdı.
Oğlunun yattığı odaya doğru yürüdü, yatağında derin derin uyuyan oğlunun sıcaktan terlemiş saçlarını boynunu sildi, eğilip saçlarından öptü kokladı. Pencerenin sinekliğini açılmış görünce aceleyle kapattı. Oğlunun sivrisinek ısırığına alerjisi vardı eğer ısırırlarsa vücudu kızarıp ısırık yerleri abartılı bir şekilde kabarıyordu. Kıyamazdı yavrusuna kılına zarar gelsin istemezdi, kendine benzetirdi oğlunu, sevecen güler yüzlü bir çocuktu.
''Yine, fotoğraf albümünü odasına getirmiş bu çocuk' 'dedi. Eline aldığı albümün sayfalarını tek tek çevirip baktı. Annesi babası ile ailecek çekilmiş fotoğraflarını görünce çocukluk günlerini anımsadı, 15 yıl beraber olduğu ailesiyle yaşadığı o güzel günlere dönmek için nelerini vermezdi.
Güler yüzlü mutlu çocukluğunu bırakmıştı baba evinde. En çokta annesine sarılmayı özlemişti gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu, avuçlarına bırakılmış kederli sevgisiz hayatı yaşamak zorunda bırakılmıştı.
Odadan çıkıp oturma odasındaki gri çekyata uzandı. Başı inanılmaz derecede zonkluyor çok kötü ağrıyordu , böyle bir ağrıyı daha önce hiç yaşamamıştı. Belki uyursam geçer diye düşündü.
Oğlu sabah kalkmış her zaman erken kalkan annesinin uyanmadığını görünce yatak odasına koşmuştu orada yoktu, salonda uyuyordu eğilip öptü yanağından annesini çok üşümüştü nedense. O kadar seslenmesine rağmen hiç uyanmıyordu.
''Anne çok acıktım kahvaltı hazırlamamışsın'' dedi
Koşup karşı komşularının ziline bastı annesinin uyanmadığını anlattı çocuk ağlayarak.
Ah! Dedi can dostu, sonun böyle olmamalıydı, o kadar hayat dolu bir insandın ki yaşamak en çok sana yakışıyordu.
Sigara dumanıyla dolmuş odasında ceviz yeşili koltuğundan kalkıp balkonuna çıktı, biraz nefes almak istiyordu. Yaz akşamının hafif serinliğini teninde hissetti kaç saat kalmıştı odada farkında değildi. Gencecik yaşında en yakın arkadaşını toprağa vermişti, yaşamı bir hiç uğruna son bulmuştu. Onunla olan güzel anılarını, dostluklarını unutmayacaktı hiçbir zaman.
Hayat dediğimiz şey neydi?
Aradığımız küçücük bir mutluluğun peşinden koşmak mı, yoksa tam mutluluğu bulduğumuzu zannederken, kapkara bir perdenin mutluluğumuzu örtmesi miydi hayat?
Nilifer Kubilay