Bireyselleşme ve İnsan Sevgisi Üzerine
Kimi zaman tereddütlü ve çözümsüz görüşlere sahip nitelikli çağdaşlık eleştirmenlerinden birisi olan Jean Baudrillard, New York kentini yalnızlık ve sevgisizlik kenti olarak betimlemektedir. Baudrillard’ın bu eleştirisi 30 yaşını çoktan geçmiş olanlar ve çoğunlukla da Amerika’ya Fransa’dan bakanlar için geçerli bir eleştiridir. Benzer bir eleştiri, popüler Amerikan kültürünün tüm dünyaya yayılmış bir hak, demokrasi ve başarı hikâyesi çerçevesi olarak nitelendirilebilecek Amerikan rüyasının eleştirildiği Requiem for a Dream (Bir Rüya İçin Ağıt, 2000) adlı filmde de bulunabilmektedir. Kendi sosyal çevresini terk ederek popüler, gözde, başarılı ve lüks bir yaşamda hak ettiği yeri almaya çalışan insanların geçmişlerinden getiremedikleri insanların eksikliğini yaşadıkları yalnız, sevgisiz ve mutsuz bir yaşam. Ama işte bireyselleşme de tam olarak bu değil midir?
Bireyselleşme döneminde sevgi, gereksinimlerini birbirinden gidermenin alışkanlık haline gelmesi ve bu alışkanlığın zamanla taraflara huzur vermeye başlamasıdır. Hayranlığı imleyen heyecan aslında gereksinimleri gidermeyle ilgili örtük bir iştahın dışavurumundan ibarettir. Bu sevgide dürüstlük, güven ve samimiyet yoktur, ama merak, heyecan ve sürprizler devamlıdır. Bir bağlaçla birbirinin zıddı durumuna gelmiş bu cümledeki sözcükler bir arada ve uyumlu da olabilirlerdi, ama bireyselleşme ve tüketim toplumunun istediği bu değildir. Bireyselleşme döneminde birey hem yalnız hem de tek başınadır. Kalabalıklar içerisinde bile hissettikleri ve bedeninin algıladıkları bakımından yalnızdır; yani bir insana dokunamamaktadır, ona güvenerek bir şeyler anlatamamaktadır. Çoğunlukla insan olmayanlara yönelik bir ilgi ve meşguliyetle kendini teselli etmeye çabalayan yalnız insan gitgide ilkel ve kaba bir materyalizme teslim olabilmektedir. Bu gayet anlaşılabilirdir, çünkü insan neyle çok meşgul olursa dünyaya ve yaşama onunla bakmaya başlamaktadır. Hayvanlar ve teknolojik aletlerle yoğun meşguliyetin aksine insanlara hiç dokunmama bireyin insani duyarlılığı, empati duygusu ve sevgi alışkanlıklarını sabote etmektedir. Bu süper bencillik durumu kendini gitgide daha tatmin olamamış, ertelenmiş, ihmal edilmiş ve öfkeli hissettirmektedir, çünkü insan insana dokunarak yaşayabilir. Bir de bu yalnızlaştırmaya yanlış yorumlanmış ve bir gözetim aşamasına evrilmiş haremlik-selâmlık uygulamalar dâhil olabilmektedir ki, cinsiyetlerin birbirleriyle iletişimlerini olanaksızlaştırmaktadır. Bu da bireyselleşmenin bir parçasıdır, yani yerli kültürlerin insanın insansızlaşmasını fark edememeleri nedeniyle cinsiyetleri birbirlerinden büsbütün koparmaları ve bunun dini inancın gereği olduğunda ısrar etmeleri, insan-insan ilişkilerini vergilendirmek isteyen küresel kapitalizm ve tüketim toplumuna hizmet etmektedir. Yerli kültürlerdekiler ise aslında alışmadıkları her şeyin yanlış olduğunu düşünerek kendi kültürlerini korumak niyeti ve yanlış yorumuyla bireyselleşmeye bu şekilde katılmaktadırlar. Oysa insanın insandan büsbütün uzaklaştırılması, insanın insana kayıtsız ve hatta bazen düşman olmasıyla sonuçlanmaktadır.
Sevgi, insan bireyinin kendini önce yakınındaki, sonra çevresindeki ve uzağındaki insanlarla, nihayet evren ve Tanrı ile beraber yaşıyor hissedebilmesiyle bir mutluluğa dönüşebilir. Burada sevgi, önce insanın insana gösterdiği ilgi ve verdiği emektir. İnsanların birbirlerine dokunmadıkları ve emek vermedikleri bir sevgi gerçekte sevgi değildir ve ister hayvanlara ister tabiata yönelmiş olsun böyle bir sevgi veya ilgi sonucunda insanların aleyhine gelişmeler yaşanır. Öte yandan insanların birbirlerine dokunmalarını ve emek vermelerini büyük veya güçlü insanların küçük veya zayıf insanların her şeylerine karışmak olarak anlayan bilinçsiz insanlar da benzer bir neticeye yol açmaktadırlar. Yeni-materyalizm, ekofeminizm ve posthümanizm gibi insan-insan ilişkisini insan-evren ilişkisine kanalize ederek insan-merkezciliği reddeden yaklaşımların önemli bir handikabı sevgiyi bütünüyle yok etme yan etkisini hesaplamamış olmalarıdır. İnançlı ve dindar insanların ideal dünya tasavvurları da bu yaklaşımlardan pek farklı değildir. Halbuki Tanrı inancı ve dinsel inançlar insan-insan ilişkisine yani sevgiye yatırım yapılmasını ve her ne olursa olsun sevgiden vazgeçmemeyi emrederler. İnsanın neslini koruyan sevgidir. Tanrı, evreni ve canlıları sevdiği için yaratmıştır. Sevgi, edebi metinler veya şiirlerdeki gibi romantik ve lüks bir gereksinim değildir; onsuz insanın damarlarındaki kan bile akamaz ve vücudun sağlığında bozulmalar meydana gelir. Tek bir cümleyle, insan sevgiyle yaşar. Bireyselleşme bu gerçeği değiştirmek istedi ve insanları, insanın kendini ispat etme ve başarıyla yaşayabileceğine inandırarak bencil yaptı. Keşke herhangi bir şeye inanmış insanlar –sözgelimi iyinin evrendeki en doğru varlık olduğuna inanmışlar bile- bireysellikle eşanlamlı bir hale gelen bencilliğin sandıklarından daha fazla yıpratıcı olduğunu anlayabilselerdi. Aristoteles’in binlerce yıl öncesinden yaptığı saptamaya göre, dostluk, insanın sahip olabileceği en önemli erdem olduğu kadar yaşayabilmek için zorunlu bir bileşendir. İnsan, onu seven bir arkadaşı olmaksızın yaşayamaz ve hiçbir iyi şeyi seçemez.
Çocukların ebeveynlerinden bir şeyler talep etmeyi ve onların da bu talepleri yerine getirmelerini sevgi sanmaları, ebeveynlerin de çocuklarını sürekli gözetim altında tutup denetleyerek onları koruduklarında sevgi göstermiş olacaklarını sanmaları birer aldanmadır. Sevgi, insanla insanın ölçülü ve gereksinimler oranında ilgilenmesini içermektedir. Tanrı’nın kâinat ve evrenle ilişkisi de böyle bir sevgi anlayışı üzerinden anlaşılmak istenildiği için O’nun ya kötü veya sevgisiz olabileceği gibi bir ana fikir son yıllarda insanlar arasında yayılmaya başlamıştır. İnsanlar insanlara bundan daha büyük bir kötülük yapamazlardı. Sevgi, bencil insanın elde edebileceği bir başarı veya kendini ispat edebileceği bir ilgilenme içeriği değildir. Bu yazıyı şu cümleyle bağlayabiliriz: İnsan ancak insanla mutlu olabilir. Bu vakıa, bizzat yaşam ve deneyimler kadar bütün kutsal kitapların gösterdiği bir hakikattir. İnsanı sevmeyen bir insan başka hiçbir varlığı sevemez.
Muhammet ÖZDEMİR