Öz Terapi
Kitap Tanıtımı:
Dr. Şule Çağlar yazdı
Genel olarak “terapi” denildiğinde; psikolojik bir yardım ilişkisi akla gelir. Bu ilişki bir terapist/psikolojik danışman (yardım eden) ile bir danışan (yardım alan) kişi arasındaki profesyonel bir ilişkidir.
Peki ya “öz terapi” dediğimizde akla ne geliyor?
İşte ben, Psikolojik Danışma ve Rehberlik alanında bir uzman (doktoralı) olarak, bu tanıtım yazısında bu ismi taşıyan bir kitabı, kapsadığı bazı boyutlar açısından inceleyip sizlere tanıtmaya çalışacağım.
Öz terapi nedir?
Son yıllarda duymaya başladığımız, psikoloji alanındaki literatürde karşılaştığımız bir kavram. Öz terapi; genel olarak bir terapist olmadan kendimize uyguladığımız bir terapi modeli olarak düşünülebilir. Serbest düşünme ve çağrışım yöntemleri veya yapılandırılmış bazı tekniklere dayalı olarak uygulanabilir. Bir bakıma, kendimizle iyileştirici, geliştirici ve dönüştürücü bir diyalog başlatmak ve bu yolda ilerlemektir. Temel sayıltısı; insanların kendi kendini iyileştirme yeteneğine sahip olduğu ve eğer bu yeteneği işlevsel hale getirebilirlerse, iyileşme ve gelişme kaynağının kendisi olduğu inancıdır. Her ne kadar bu sayıltı, klasik anlamdaki terapi modellerinin tümünde de kabul edilse de buradaki fark danışman ve danışanın aynı kişi olmasıdır.
Bu kitap, Psikolojik Danışma ve Rehberlik alanında tanınmış bir akademisyen olan Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak’ın, bir içsel keşif öyküsüdür. Kendini keşfetmek, anlamak, zihin-beden ve çevre bütünlüğü içinde kendi özüne ulaşmak amacıyla, spontane bir temas ilişkisi oluşturarak, bilinç-bilinçaltı çağrışımlar ile kendi içine yaptığı ‘psikolojik bir kazı’ çalışmasıdır.
İçsel bir kazı çalışması
Kitap, bu açıdan ele alındığında; kendini araştırıp içsel gerçekliği ile yeniden tanımlamayı isteyen kişiler için son derece değerli bir ‘örnek’ olma özelliğindedir. Öz-yansıtma modelini ustaca kullanarak, nasıl kendimizle diyalog başlatacağımızı, kendimizi açık bir kalple dinleyebileceğimizi, kendimizi daha iyi anlayabilmek için hangi soruları sorabileceğimizi ve deneyimlerimize nasıl netlik kavuşturabileceğimizi incelikle detaylandırıyor. Kişinin kendi gelişiminin kontrolünü ele alabileceğini, kendi yaşamının altını oyan, yıkıcı düşünce ve duygu kalıplarını fark edip, bunları olumlu ve yapıcı eylemlere dönüştürmenin mümkün olduğunu gösteriyor yazar, bir arkeolog titizliğiyle.
Kitap, çocukluktan kalma duygusal yaralar taşıyan yanlarımızı, yargılayan ve öz değerimizi baltalayan içsel eleştirmenleri nasıl tanıyacağımızı anlatırken, aynı zamanda geçmişte sıkışıp kalarak istemeden bizde acıya neden olsalar da, onları şefkatli müttefiklere nasıl dönüştürebileceğimizi gösteriyor.
Beden-zihin bütünlüğü
Kitabın en yenilikçi özeliklerinden birisi; kendimizin farkındalığının zihinsel ve bedensel farkındalığımızdan oluştuğunu açıkça kanıtlamasıdır. Kendi iyileşmemiz üzerinde çalışırken, hem bedensel hem de zihinsel ihtiyaçlarımızı ele alıp zihin ve beden arasındaki güçlü bağlantıyı keşfetmemizin önemini somut örneklerle gösteriyor.. Kitap bize, “sadece zihnin inandıklarını değil, bedenin söyleyeceklerini dinleyin” diyor. Öz terapiyi, bedenin bilgeliği ile sürdürüyor yazar. Beden farkındalığının, bireyin kendini daha derin ve daha doğrudan anlaması ile ilgili olduğunu ve bedenden gelen bilgileri algılayıp kendi deneyimlerimizle bütünleştirebildiğimiz ölçüde ‘sağaltım’ın gerçekleşebildiğini gösteriyor. Bunun da bedenin, “ben”in bir parçası olduğunun kabulü ile mümkün olabileceğini gösteriyor.
Toplumsal cinsiyet rolleri
Kitabın ana temalarında biri de ‘Toplumsal Cinsiyet’ rollerinin, kuşaktan kuşağa aktarılarak, nasıl kadınların kendi vücutlarıyla karmaşık, çelişkili ve yıkıcı bir ilişki yarattığını örneklerle detaylandırıyor.
Bu kitap, derinlemesine öz farkındalık geliştirmek için, bireyin kendini ancak içinde yetiştiği sosyo-kültürel çevre öğeleri ile birlikte inceleyerek anlaşılabileceğini somut örneklerle gösteriyor. Bu bağlamda Yeşilyaprak bize, toplum tarafından üst kuşaklardan aktarılan erkeklik ve kadınlık rolleri ve kurallarının nasıl benliklerimizin yapılanmasının da bir parçası olduğunu açıkça ve yaşanmış deneyimlerle gözler önüne seriyor. Yaşadığımız toplumda “kız çocuğu” olarak büyümenin; tutumlarımızı, inançlarımızı, düşüncelerimizi, duygularımızı, dünyayı nasıl deneyimlediğimizi, kendimizden ne beklediğimizi, ilişkilerimizi, sosyal yaşamımızı, yaşam seçimlerimizi nasıl etkilediği ve tüm bunların bize neye mal olduğu konusunda çok net mesajlar veriyor.
Toplumsal cinsiyet rollerinin dikte ettiği şekilde birçok kadının sürekli olarak başkalarının ihtiyaçlarına cevap verme, bakıcı, besleyici, destekleyici olma ve sorumluluk alma gibi rollerinin irdelendiği kitapta kadınların kendini ifade etmesi ve kendi gelişimlerini aramasının önemi de vurgulanıyor.
Kitabın en can alıcı noktası da aile ilişkileri, nesilden nesille aktarılan inançlar, beklentiler, sorumluluklar ve duygular. Sanki görünen nehrin altındaki gizli ama kuvvetli bir akıntı ile akan bir nehir kadar yönlendirici. Kitap, aile ilişkilerinde duygu ve yaşantıların nasıl birbirine karıştığı, zaman zaman kördüğüm olduğu halleri analitik bir şekilde anlatıyor. Yalnızca anlatmakla kalmayıp, onları titizlikle ayıklıyor, yerli yerine koyup, açıklık getiriyor. Kız çocuk ve anne arasındaki ilişki dinamiklerinin derin bir şeklide analiz edildiği bu kitap birçok kadın için son derece aydınlatıcı olacaktır.
Yüzleşme
Bu olağanüstü kaynak, kişinin kendi kendini ifşa etmesi, şeffaf olması, doğal ritmini bulması açısından son derce yol gösterici özelliktedir. En önemlisi, kitap kendi yaşamımızı ve gelişimimizi düşünmemizi, kendi acı ve yaralarımızla yüzleşmemizi teşvik ederken, böyle bir sürecin ne denli güç olsa da, ayrıştırıcı ve bütünleştirici özelliği ile iyileştirici bir süreç olduğunu ve ‘öz’e ulaşmanın kendini kabulü kolaylaştırıp ‘şimdi’de var olmayı sağladığını açıkça gösteriyor.
Bence kitap çok boyutlu ve çok katmanlı olarak irdelenebilecek özelliklere sahip. Bu yazıda hepsini ele almak mümkün değil. Yine de bir dönem kitabı olarak, bir gelişim psikolojisi kitabı olarak, davranışı açıklayan danışma kuramları ve bir terapi modelinin uygulaması olarak.. vb.. açılardan ‘insan’ı anlamanın gerçekçi bir anlatısı olarak okunması gerekir kanısındayım.
Yazarın dediği gibi şimdiden “iyi okumalar, iyileştirici okumalar..”
-----