ASi KADINLAR KORUSU

Fikir Yazıları - SERPİL ARI YILMAZ

ASi KADINLAR KORUSU

Bu topraklarda, kadınları çocukluklarından itibaren anaç yetiştirilmek için uğraş verilir . Doğurganlık, kadınların en olmazsa olmazıdır. Doğurabilmektir bir kadının dünyaya gelişi!
Mücadele edecekse eğer bu hayatta, çaba sadece aile için verilmelidir.
Ne yaşarsa yaşasın kadın aile düzenleri için asla pes etmemelidir.

Kocalarından asla vazgeçmemeli, ne olursa olsunolanları sadece dört duvar bilmelidir.
O sebeple bu bilinmeyen topraklarda kadınlar didinip dururlar aileleri için. Çünkü onlar ataları olan kadınlardan böyle görmüşler, böyle büyütülmüşlerdir.
Yuvayı dişi kuş yapar sözü milli marştan daha çok söylenir, daha çok yinelenir kadınlara. Değer görmekten ziyade değer vermeye kodlanmıştır beyinleri daha küçücük yaşlarından itibaren…
Sürekli ikaz ışıkları gibi uyarı veren cümlelerle büyütülürler.

-Şşşş!.. Sen kızsın...

-Şşşş!.. O erkek...

Böyle toplumlarda zaman içinde dişi olmanın aslında iyi bir itaatlar olunması ile doğru orantılı olduğunu anlar, sırf bu sebepten dolayı her kız evladı yaşamını buna göre şekillendirmeye başlar.

Bir çok insanda görülen ve kalıtsal yolla geçen kalıcı belirtiler gibi kuşaktan kuşağa bu kodlamalarla yaşar gider. Uyarılar sistemli bir şekilde beyinlerine işler.
“Biz anamızdan babamızdan böyle gördük.” nameleriyle de sürer gider...

Herkes bir önce ki kuşakta ne gördüyse diğer kuşağa da onu aktarma derdindedir. Bütün çabaları da bu yöndedir.

Kabilelerden (?) kalabalık olan bu toplumlarda en ilkel kabilelerle başa baş yarışacak ananeler görülebilmektedir.

En mutlu evlilikler hep itaatkar kadınların olduğu evliliklerdir bu tür medeniyetlerde. Kadın’ın sesi çıkmadan, herhangi bir talepte bulunmadan, çok konuşmadan sadece denileni yapacak bir yaşam formu olduğu düşünülür. Çünkü bu tipteki kadınlar toplum tarafından da takdir görür. Bir süre sonra daha çok takdir görmek için, tamamen susar ve daha çok çabalar. İstekleri ve duyguları tamamen yok edilemeye çalışılır ve yine çok bilmişler heyetitarafından her ağızdan homurtular duyulmaya başlanır!
Aman çocuklarından, ailenden önemli mi senin isteklerin?
Kadın sonunda çaresizce bu kodlamalara boyun eğerek hayatına adı konulmamış bir köle misalidevam eder gider.
Mankurtlaşır!
Kaliteli köle haline gelir.
Lakin her toplumda eninde sonunda bir asi de çıkar!
Ve hikayelere boyun eğenler değil eğmeyen bu asi kadınlar konu olur!
Zamanın birinde şurada şöyle bir kadın varmış diye başlar bütün cümleler...
Boyun eğmemiş yaşananlara!
-Falanca adama baş kaldırmış!
-Haksızlıklara hayır diyebilmiş!
-Vay be ne yürekli kadınmış!
-Helal olsun valla oh iyi etmiş!
-Ezdirmemiş etini, kemiğini avazı çıktığı kadar bağırmış sesini duyurmak için...
-iyi etmiş o kansıza iyi !.. Aramış işte hakkını...

diye hep kendinden söz ettirmişlerdir bu asi kadınlar...
Okuduğumuz bir çok kitapta da, izlediğimiz bir çok filmde de hatta bir çok ressamın çizdiği en iddialı tablolarda da hep bu kadınlar vardır. Yaşadıkları dönemlerde bu Asileri Kadınlar Korosunun solistlerdir bunlar...


-Ağlama Ayşe! kalk hadi! git elini yüzünü yıka!
Çantanı al ve okuluna git hadi ağlama bırak ağlamayı!
-Kime diyorum kalksana!

Ayşe kıpırdamadan ağlaya ağlaya bakıyordu anasının yüzüne!

-Hösttt ulan sahipsiz sen kim oluyorsun da benim lafımın üzerine laf söyleyecek oluyorsun! Otur oturduğun yerde Ayşe sakın kalkayım deme!

Okul mokul yok! Evde oturacak artık bağlayacak başını da kısmetini bekleyecek!

-Ayşe Kalk dedim sana. Ayşe kalk!

Elini yüzünü yıkayıp okuluna gideceksin kalk hadi!

-Hadi kız sıkıysa kalkta gör başına neler geleceğini...

-Ne gelecekmiş başına haaaa!!!
Ne gelecekmiş söylesene Gavur Davut’un oğlu Gavur Osman!
-Höstttt köpek! Kes sesini ölmüş babamı ağzına alma saygısız, ahlaksız, sahipsiz köpek kessss diyorum sana!
-Kesmezsem ne yapacaksın haaaaa
-Ne yapacaksın sesimi kesmezsem söylesene!

Hicran bir hışımla kayınbabası Osman Ağaya doğru yürüdü. Susmuştu. Gözlerinden ateş fışkırıyordu, dişlerini sıkıyordu dişlerinde o an binlerce ton ağırlığı parçalayacak bir gücü hissediyordu. Yaklaştı Osman Ağa’ya doğru, nerdeyse alnı alına değecek kadar yakınına geldi.
Sıktığı dişlerinin arasından sadece Osman Ağanın duyacağı şekilde
-Defol evimden dedi.
-Defol git bizleri rahat bırak artık!
-Çık git diyorum sana lanet moruk ne duruyorsun hala!

Osman Ağa’nın gözbebekleri yerinden çıkacak gibi oldu. Ayıra bildiği kadar ayırıyordu gözlerini hicranın yüzüne bakarken. Yüzünde şeytani bir ifade dolanıyordu. Gelininin karşısında boynunu daha da dik tutmaya çalışıyordu. Küçümsemeyle karışık öfkesi yüzünü kıpkırmızı bir hale sokmuştu. Dişlerinin arasından bir kez daha
-Defol git bu evden sözlerini bastıra bastıra tekrarladı Hicran.

Dondu kaldı olduğu yerde Osman Ağa
Tam elini kaldırıp Hicrana tokat atmaya yelteniyordu ki tuttu elini Hicran anneliğinin yüreğinde yıllarca biriktirdiği güç ile kolunu kıvırıp
-Sakın dedi yine dişlerini sıkarken sakın!
Yetti artık bizlere ettiğin zulüm.
Defol git evimden dedi.
Bana da kızlarıma da karışamayacaksın artık! Karıştırmayacağım kızlarımın hayatına ne seni ne de kimseyi!

Bana çektirdiğiniz eziyeti kızlarım çekmeyecek artık! Kızlarım okuyacak, onlar okula gidecek ve kimse de buna engel olamayacak! Engel olmaya kalkanda karşısında beni bulacak!

Osman Ağa oğlundan yardım dilenircesine baktı Salih’ten tarafa ama Salih sadece olanları izliyor ve yine olaylara tepkisiz kalmayı tercih ediyordu.

Hicran haklı Ağa baba, cana getirdiniz kadını bu kapıya geldiğinden beri, beni sindirip kendine yama ettin, bir gün dinlemedin, bir gün önemsemedin söylediklerimi, oh olsun işte!
Hicran sana gereken dersi verdi nihayet!
Benim söyleyemediğim ne varsa söyledi sana. Yıllarca içimde biriktirdiğim bütün herşeyin hakkını saydı avucuna.
Yok herşeyinizin sahibi benim, benim malımla adamsınız, ben olmasam postunuz beş kuruş etmez! Aç kalırsınız aç! Laflarınla beynimizi yedin yıllardır. Sanki sabahtan akşama kadar o tarlalarda çalışan biz değilmişiz gibi... sanki güneşin altında yanan biz değilmişiz gibi...sanki bizim gibi alnının terini silerek hak etmişsin bu toprakları gibi... Davut Ağa’dan sana miras kalmasaydı bu mallar acaba kapına bir eşek bağlayacak kudretin olur muydu senin!
Yıllarca gözünün yaşını kurutmadınız karımın, sahipsiz kadın diye bağırdığın şu kadına sizin yüzünüzden sahip bile çıkamadım ben. Sürekli erkek doğuramadı diye yüzüne vurdunuz. Oğlum yok diye beni adam yerine koymadınız. Soyu kuruyana çıkarttınız adımı. Eeee zalım Davut’un oğlu ZalımOsman! Ulan senin anan senden başka bile doğuramamış! Sen önce dön kendi yalnızlığına yan! Ahhh Babam olmayacaktın ben sana gösterecektim gününü ama o feleğin gözü kör olsun ki beni senin oğlun yapmış!

-Ulan salihhhhhhhh birşey desene eşekoğlu eşek!
-Şu kadına dersini versene!
-Dağıtsana ağzını burnunu!
-orda o kopasıca kafandan ne geçiyor acaba?

Salih bir an da düşüncelerinden sıyrılıp babası ile göz göze geldi.

Hicran haklı! diyecek gibi oldu ama ağzının içinden bu kelimeleri çıkartmaya yinede cesaret edemedi. Ama Korktuğundan değildi...
Babasının yüzüne acımaklı ve nefret dolu bir bakış attı.
Döndü arkasını ve merdivenlere doğru yürüyüp gitti. Merdivenleri çıktı. Odaya girdi ve olanca kuvvetiyle kapıyı çarptı. Tahta Kapı bir an yerinden fırlar gibi oldu...

-Salihhhhh ulan salihhhhh nereye gidiyorsun!
-Hayvanoğlu hayvan şu kadının dersini vermeyecek misin?
-Salihhhh... salihhhhhh lannnnnn duymuyor musun beni? Salihhhhhhhh
Yer gök duydu Salih diye bağıran sesi bir tek Salih duymadı! Yıllarca çok duymuştu nasıl olsa bir kez de duymasaydı! Ya da artık duymamalıydı...

Hicranın sesini duydu Osman Ağa.
Seni artık bu evde kimse duymayacak Topal Osman Hadi şimdi defol git! Çık evimizden!

Öksürerek boğazını temizledi. Yere okkalı bir tükürükdü ve hayatı boyunca içinde biriktirdiği bütün kini Hicran’ın gözlerine göndererek ayağını sürte sürükleye avlunun kapısına yöneldi Osman Ağa...

Ayşe olduğu yerden kıpırdayamamış donup kalmıştı olanlar karşısında. Küçücük bedeni tir tir titriyordu. Çocuk yüreğiyle dedesinin annesini dövecek olmasının endişesini taşıyordu o anlarda çünkü bu bilinmeyen bu topraklarda hala koca harici Kayınbaba’nın da gelini dövebilme hakkı vardı. Ve buna daha önce de şahit olmuştu Ayşe ve kız kardeşleri!

Dışarıya çıktığı an da küfürlerin lügatını yazmaya başlamıştı Osman Ağa.
-Şu sahipsiz kahpeye bakın hele!
-Şu oruspuya bak sen!
-Topal Osman haaaa!!!!
-Topal Osman!!!

-Evimden Defolmuş ulan aşağılık oruspu
-Kimi kimin evinden kovuyorsun sen.
-Senin sahibin bile yok lannnnn
-Sahipsiz kaltak!
-Göstereceğim lan ben sana.
-Seni sürüm sürüm süründürmezsem bana da Osman Ağa demesinler!
-Seni sürmezsem bu köyden bende adam değilim lannnn!

Sesi yeri göğü inletiyordu Osman Ağa’nın
Avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
Ağzından küfürle karışık tükürük saçıyordu etrafına...

-Ulan ben size göstereceğim Topal Osmanı!
-Topal ayağımı size yalatmazsam bende adam değilim!
-Köpekler gibi yalayacaksınız ayağımı. Yalvaracaksınız bana lan!
-Yapma etme diye yalvartacağım sizi!

Osmanın 5 yaşındayken kırılan ayağı daha sonra onlu yaşlarında yine aynı yerden bir kez daha kırılınca bu defa düzelmemiş ve içe doğru dönmüştü. İçe dönen ayak normal ayaklardan farklı adım attırıyordu.
Bu yaşına kadar da kendinin yanında “ağam ağam” diye koşturan ırgat bile arkasından Topal Osman diye konuşur olmuştu.
Anasınının, kumasının kızına taktığı Çolak lakabı, biricik oğlu Osman’a “Topal” olarak iade edilmişti evren tarafından... Kimsenin Ahı Kimsede kalmamıştı... Belki de ayağını, kolunu, kırıp işkence ettiği hatta öldürdüğü hayvanların ahıydı bu kimbilir? Evren’de hiç bir suç cezasız kalmıyordu nihayetinde... Osman’da cezasını ayağıyla Ödemiş ve Topal Osman lakabını almıştı.

Osman Ağa’nın bağırmalarını duyan bütün köylü birikmeye başlamamıştı Hicranların evinin önüne.
Dama, pencereye koşanların sayısı da az değildi. Herkes sabahın köründe Bu Topalın derdi ne diye merak eder olmuştu.
Kendi aralarında ne anırıyor bu diye gülenler dahi vardı. Nihayetin de babasından ve anasından edindiği bütün kötü huyların ortak paydası Osman Ağa buluşmuştu.

Çevresine biriken kalabalığa nefretle bir göz attı Osman Ağa!
Hepsinden tiksiniyordu!
Hepsi aşağılık fakir fukara tayfasıydı.
Kapısında çalışan köpeklerdi!
Açlıktan nefesleri kokan sefillerdi...

Toplanan köylü alık alık bakıyordu Osman Ağa’nın yüzüne.

Sabah güneşinin teğet geçen ışığı yüzlerine vuruyordu köylülerin, hepsi gözlerini kısıp ağızları yarı açık Osman Ağaya bakıyorlardı. Kimi elini alına götürmüş gölge yapmaya çalışıyor. Kimi bulduğu duvar dibinde ki gölgeye sığmaya çalışıyordu. Köyün Okula gitmeyen çocuklarından tutunda her yaştan bir kaç adam doluşu vermişti evin önlerine kimi genç kimi yaşlı...
Sinekler ve tavukların pek umrunda değildi bütün bu olanlar. Onlar yine bildikleri rutin mesailerine başlamışlardı. Sinekler rast gele her pisliğe konuyor, tavuklar kendi arasında bir o yana bir bu yana şuursuzca kaçıp duruyorlardı.

Kalabalığın bakışlarının kendine odaklanmasına daha fazla dayanamadı Osman Ağa. Hemen kendini toparlayıp, kalabalık ile konuşmadan
Ayağını çeke sürükleye, homur homur oradan uzaklaştı.


Hicran, Osman Ağa’nın söylediği her şeyi duymuştu. Kapının önüne çıkıp boğazına yapışmak ve oracıkta canını almak istemişti kayınbabasının ama kendi kontrol etmeyi başarmıştı.
Ayşe; ana iyi misin diye Hicranın boynuna sarıldı. Hicranda kızına aynı şekilde sarılarak karşılık verdi.
-iyiyim kızım iyiyim hatta olmadığım kadar iyiyim.
-içimi bu topal’a boşaltmadan ölseydim gözüm açık giderdim.

Kızının çenesini tutup gözleriyle buluştu Hicran.
-Ben olduğum sürece kimse size karışamayacak, kimse sizi üzmeyecek, kimse kılınıza zarar veremeyecek!
Okuyacaksınız! Bu bilinmeyen topraklardan bilinen topraklara gidip orada yaşacaksınız!
Mutlu olmak için çabalayacaksınız en başta.
Sonra hayalleriniz için yaşayacak, dürüstçe amacınıza ulaşmak için yorulacaksınız!
Ben yaşadığım sürece hep yanınızda olacağım bunu unutma ve kimseden de korkma!
Size zarar verecek olan her kim olursa onu dişlerimle parçalayacağım!
Benim yaşadığım hayatın aynını yaşamamız için mücadele edeceğim.
İsteyen Asi desin, isteyen hayasız ama umrumda olmayacak şu saatten sonra ben bildiğim doğruları yaşayacağım artık bu topraklarda.
-Hadi şimdi git elini yüzünü yıka ve okuluna yetiş!
-Hayır ana bugün gitmek istemiyorum okula! Hem şimdi beni bekliyordur Okulun önünde dövüp tekrar eve göndermek için. Gitmeyeceğim okula en azından bugün gitmeyeceğim!
-Olmaz Ayşe Olmaz gideceksin okuluna her sebepsiz, saçma sapan olaylar için okulu ihmal etmeyeceksin.
-Hadi beraber gidiyoruz Okuluna, Topal Osman’ı da tekrar orada görürsem ve yine ağzından çıkanı kulağıduymazsa o zaman olacaklardan kendisi sorumludur.

-Hadi Ayşe, hadi Kızım!
Ver şu elini bana ve gidelim seninle okuluna.

Elinden tuttuğu Ayşe ile okulun yolunu tuttu Hicran.
Salih nasıl olsa odadaydı ve Sitem bebeğe de bakardı zaten.

-Ana sen ne güzel, ne güçlü bir kadınsın bende büyüyünce senin gibi olacağım.

-Hemen büyüme Ayşe...
-Hemen büyüme...
Çocukluğunu yaşa! Benim yerime de yaşa
Bu bilinmeyen topraklarda ki her kız çocuğu için de yaşa...
Yaşayacaksın Elbet! Yaşatacağımda...

Hadi bakalım şimdi okula...