Bir Egemenlik Aracı Olarak Sanatta Ödül
Egemenin amaçlarına ulaşmasını kolaylaştıran ve her kesimden insanı bu yarışma kültürü içine çeken bu anlayış, sanat ve edebiyatta kendini çeşitli yarışmalardan ödüller alma, popüler olma ve ürettikleri ürünlerin kalitesinin ölçütü olarak tüketilmiş ürün miktarı ve bunların sonucu olarak da edinilen ve kazandırılan para ve popülerlik gibi kazançlar olarak karşılık bulmaktadır.
İnsanın bilinçli bir yaratım etkinliği süreci olan sanat ortaya çıkışından itibaren egemenlerin ilgisini çekmiştir. Kitlelerin üzerindeki işlevi ve etkisinin farkına varılmasıyla birlikte yönetenlerce, kendilerine, bağımlı kılmaya ve denetimleri altında tutmaya çalıştıkları bir etkinlik olmuştur. Bu denetime alma kimi zaman sanatın ve sanatçının etkinliklerinin baskı ve zulümle, ama daha çok ödüllendirmeler ve ödüllendirmelerin de ötesine geçen dolaylı ya da doğrudan maddi kazanımlar ya da olanakların sunulması ile olmuştur.
Sanatın günümüze geliş süreci kabaca incelendiğinde, ilk dönem sözlü Yunan şiirinde bütün toplumu ilgilendiren ve yaşamı anlatan şiirler, toplumsal yapıda yönetenler ve yönetilenler biçiminde bir yapılanmanın oluşmasını ile birlikte içerik değiştirmiştir. Bu oluşum sonrası şairlerden beklenti toplumu, toplumsal yaşamı anlatmak yerine birey yaşamını ve kahramanlıklarını – ki bunlar öncelikli olarak şövalyeler ve krallardır – anlatan şiirlerin yazılmasına dönüşmüştür. Yine Ortaçağ karanlığında Hristiyanlığın hizmetine giren sanatın ve sanatçısının konusu, süreç içerisinde dönüşen Pagan geleneklerin yerine, ağırlıklı olarak, kiliseler için üretilen İncil, İncil’deki efsaneler ve sayısız İsa betimleri olmuştur. Rönesans’la birlikte ise sanat ve sanatçılar gelişen burjuvazinin maddi destekleri ile varlıklarını sürdürmeye başlamışlardır. Bu maddi desteğin oluşturduğu bağımlılık, üretim etkinliklerinin de, bu soylu ailelerin istekleri doğrultusunda eski Yunan sanatı ve felsefesinin yeniden yorumlanması olarak gerçekleşmiştir. Çin’de, Avrupa’da ve Ortadoğu’da gelişmeler benzer şekilde olmuş, yönetim erkinde etken olan kişiliklerin istemleri doğrultusunda sanatsal üretimlerin verilmesi sonucu ortaya çıkmıştır.
Rönesans döneminde zaten ekonomik olarak güçlü olan burjuvazi, Fransız Devrimi sonrası daha da güçlenmiş yaşamın her alanında olduğu gibi etkinliğini sanatta da güçlü bir şekilde hissettirmiştir. Bu dönemde sanat ve sanatçı görece olarak gerek ilişkilerinde gerekse de konu ve biçem tercihlerinde daha özgür davranmış olsa da genel olarak burjuva yaşamını konu edinir olmuştur. Bu özgür yaratım ve ilişkilerin varlığına karşın paraya dayalı bir piyasa süreç içinde kendini hissettirmeye başlamış, bu gelişmeler farklı burjuva sınıfların (Ticaret burjuvazisi.) oluşumuna olanak tanımasıyla birlikte, sanat pazarlanabilir, satılabilir bir ürüne dönüşmeye başlamıştır. Böylece sanat ve sanatsal ürünlerin müşterisi iktidarlar, burjuvazi ve ezilen kesimden geniş kitleler olmaya başlamıştır. Sanat ve sanatçının üretimlerinin ezilen geniş kitlelere ulaşıyor olabilmesi, gerçekte, pek bir şeyi değiştirmemiş, sanatın ve sanatçının vesayet altında oluşu durumu devam etmiş ve değeri yine yönetim erkini ve piyasa kontrolünü elinde tutanlar tarafında tanımlanmaya mahkum olmuştur.
Öncelikle bir sanatsal bildiri olan sanatın post modern anlayışla üretilmiş yaratılarının kitlelere kapitalizmin amaçlarına yönelik iletimi sanatı, sanatçıları ve onların yaratılarını merkez alırken, bu durumun ezenler yararına bir etkinliğe dönüştürülmesi yine aynı ögelerle olanaklı olacaktır.
Sanat ve sanatçının özgür iradesinin denetiminin egemenler iradesine dolaylı ya da doğrudan teslim olması, doğal olarak, sanatsal üretimlerde değişimlere ve egemen olanın belirlediği sınırlar içerisinde devam eden bir sürecin oluşumuna neden olmaktadır. Salt biçimsel ögelerde değil, ama aynı zamanda içerikte de değişimlerle gerçekleşen bu süreç, sanatçının yaratma özgürlüğünün sınırlanmasına ve üretimlerin işlevlerinin egemen ideolojinin ve amaçlarının gerçekleştirilmesi edimlerinin araçlarına dönüşmesine de neden olur. Bu araç oluş sanatçının emeğinin üretken emeğe dönüşmesiyle sanatçı ve sanatsal yaratılarının kapitalist sistemin pazarlanabilir, alınıp satılabilir bir ürününe dönüşü ile sonuçlanır. Böylece nitelik kaygısının ve sanatsal yaratının temel işlevleri olan bireyin ve toplumun gelişim, değişim ve dönüşüm uğraşısından üstlendiği rolü bir yana bırakılır, sanat, egemenliği altına girdiği ideolojinin bir tamlayanı ve onu gerçekleştirmenin bir ögesine dönüşür.
İçinde bulunduğumuz koşullardan bağımsız olamayan günümüz sanatı ve sanatçısı uluslararası gelişmelerin ve Neo-liberal kapitalist politikaların gerçekliklerinin ve mutlak hakimiyetinin oluşturduğu ortamda varlığını devam ettirme gibi bir durumla karşı karşıyadır. Bu politikalara direnemeyen birçok sanatçı ve sanatsal etkinlikleri günümüzün egemen ideolojisinin hizmetine girmiş ve üretimlerini bu ideolojinin amaçlarının gerçeklemesi doğrultusunda verme gibi bir gerçekle yüzleşmiştir. Bu mutlak hakimiyete teslim oluş günümüz sanat piyasasının gelişimini ve üretimlerini derinden etkilemiş yaratım süreçlerindeki gerek biçim gerekse de içerik seçimlerinde post-modern anlayışın gereklerine göre şekillenmelerin amaç haline dönüşümüne neden olmuştur. Bu post modern anlayışın hakimiyeti ile birlikte , içerik derinliği gereksiz görülmüş, biçimsel ögeler öne çıkarılmış, kuralsız anlamsız imgeler bütünü ve sözcük oyunları belirleyici estetik ögeler olarak algılanmış, sanatta özgünlük yadsınmış, içerik-biçem gerekliliği yok sayılmış ve tümüyle çabuk, kolay ve yığınsal tüketim amaçlı ve piyasada paraya tahvil edilebilecek ürünler üretilmeye başlanılmıştır.
Kapitalist sistemin önemli özelliklerinden biri bireye “kişisel başarı hırsının” verilmesi ve bu isteğin ona kabullendirilerek bir savaşımının içine çekilmesidir. Bu amaçla bireye hedeflediği şeyleri başarmada sürekli olarak rekabet içinde olduklarının önüne geçmesi ya da onları saf dışı etmesi gerekliliği amaç olarak verilir ve başarıda en önemli ölçütün kendisinin en iyi ya da iyilerden biri olması gerekliği düşüncesi yerleştirilir. Egemenin amaçlarına ulaşmasını kolaylaştıran ve her kesimden insanı bu yarışma kültürü içine çeken bu anlayış, sanat ve edebiyatta kendini çeşitli yarışmalardan ödüller alma, popüler olma ve ürettikleri ürünlerin kalitesinin ölçütü olarak tüketilmiş ürün miktarı ve bunların sonucu olarak da edinilen ve kazandırılan para ve popülerlik gibi kazançlar olarak karşılık bulmaktadır. Böylece sanatçının üretilen ürününün edebi değeri, işlevleri ve toplumsal yaşama katkıları tümden anlamını yitirir, ürünün hızlı ve kütlesel tüketimi için pazarlama ve tanıtım elemanlarının edinilmesi ve bunların sanat piyasasında oluşturduğu tüketim gücü başat kaygı olur. Bu durum sanatçının, bağlı olduğu üretim merkezlerinin sanatsal üretimlere atfedilen tüm değerlere ilişkin sağduyularını yitirerek, niteliği ne olursa olsun her koşulda her bedeli ödeyerek pazarlama ve tanıtımda önemli yer tutan ödül ya da ödüllere ilişkin yarışmalara saldırmalarına ve her türden entrikanın altyapısının oluşumuna neden olur.
Böylece ödül sisteminin bir parçası olan sanat, sanatçı ve üretimleri, bir aracı haline dönüştükleri kapitalist ideolojinin hizmetinde estetik ve işlevsel değerlere ilişkin kaygıları yitirdiklerinden ve bir parçası oldukları sistemde süreklilik sağlaya bilemek gerekliliğinden, Neo-liberal politikaların sanattaki hakim anlayışı “post modern sanat” özelliklerini yansıtma gibi bir zorunluluk içinde kendini bulur. Bu durum sanatsal yaratıları gerçekliği yansıtmaktan kaçınan, onu parçalayarak bulanıklaştıran, anlam bütünlüğü olmayan, tarih bilincini silikleştiren, anlatılarını edilgin ve öznel kişiliklere dayandıran, nihilizmi ve varoluşçuluğu öne çıkaran, yaşama ilişkin tüm çelişkileri maddi gerçekliklerinden koparan ve normalleştiren, neden-sonuç ilişkilerini görmezden gelen ürünler olarak ortaya çıkması olarak sonlanır. Böylece kitlelerin hızlı tüketimine sunulan bu ürünlere ulaşan geniş yığınlar içinde yaşadıkları toplumsal yapının, edilgin birer nesnelerine dönüşür ve sistem için sorun olmaktan çıkar ve böylece, doğal olarak, sömürünün çarkları sorunsuz işlemeye devam eder!
Ezen-ezilen çelişkisinde, ezenler lehine dengenin ezici bir şekilde bozulmasına ve bu aracılıkla kapitalist sömürünün sorunsuz ve ağırlaşarak devamına neden olan bu olguların varlığının kalıcılığının geniş yığınlar aleyhine olumsuzluklar doğurduğu ve giderek ağırlaşan toplumsal travmalara neden olduğu açıktır. Topluma ve onun gerçekliklerine ilişkin sorumluluk duygusu taşıyan sanat anlayışlarının ve emekçilerinin bu olumsuzluk durumuna ve sürdürülmesine edilgin yaklaşımı bu durumun daha da ağırlaşmasına, kitlelerin aydın bir bilinç oluşturmasına ve etken bireyler olmasına engel oluşturacaktır. Bu durum duyarlı ve sorumluluk bilincindeki sanat emekçilerinin başarılı ürünler vermek gibi bir sorumluluk üstlenmelerinin yanı sıra, politik bir bilinç de geliştirerek, üretimlerinin geniş yığınların içinde bulundukları koşulların onların lehine değişim ve dönüşümünün gerçekleştirilmesi bilincini üretmesi gerekmektedir.
Neo-Liberal politikaların yaşamımıza soktuğu kişisel başarı hırsının bir sonucu olarak, medyatiklik ve hep zirvede olma düşüncelerinin ekseni dışında olabilmeyi ve edimlerin bireyci beklentiler yerine toplum yararını gözetmesi bir bilinç sorunudur.
Öncelikle bir sanatsal bildiri olan sanatın post modern anlayışla üretilmiş yaratılarının kitlelere kapitalizmin amaçlarına yönelik iletimi sanatı, sanatçıları ve onların yaratılarını merkez alırken, bu durumun ezenler yararına bir etkinliğe dönüştürülmesi yine aynı ögelerle olanaklı olacaktır. Bu gerçeklik kapitalizmin sanatının işlevlerinin detaylı incelenmesini, propaganda ve etkileme yöntemlerinin irdelenmesini, ortaya çıkarılmasını ve onların etkisizleştirilmesini gerektirmektedir. Sorumluluk bilinci, kararlılık ve kuramsal donanım gerektiren böylesi bir süreç, bir taraftan yaşam-toplum ve o toplumsallık içinde ki bireyin ele alınması, eleştirilmesi, incelenmesi olurken diğer yandan sanatçının kendisini de ifade etmesi ve yeniden üretmesi süreci olmak durumdadır. Bu durum, nitelik sıçramayı başarmış sanat, sanatçı ve üretimlerinin özgür ve yaratıcı etkinliklerde bulunmasını, sanat anlayışının gelişmesini ve bu etkinliklerin geniş yığınlarla kucaklaşmasını kolaylaştıracaktır.
Bir türlü istenilen düzeye gelememiş ve ödül sistemi ya da başka etkenlerle ipotek altına alınmış tümüyle güdük kalmaya yüz tutmuş olan eleştiri geleneğinin ve nesnel, objektif eleştirmenlerin yetersizliği son yılların bir gerçeği ve günümüz sanat ve sanatçısının içinde bulunduğu güdük durumu öne çıkan nedenlerinden biridir. Nesnel eleştiri yöntemlerinin yerini alan, siparişle yazılan, adam kayırmacı, ödül mekanizması ile iç içe geçmiş eleştiri yaklaşımların ve post-modern sanat anlayışlarını kutsayan, pazarlamacı alışkanlıklarının yıkılması ve yerine üretilen sanatsal yaratının estetik ve edebi değerlerinin yetkin tanımlanması anlayışını kurumsallaştırmış bir dönüşüm, değişim sürece katkı sunacaktır. Bu, sorumluluğunun bilincinde kuramsal donanım gereklerini yerine getirmiş sanatçı ve eleştirmenlerin yetkin bir bilimsel, felsefi, edebi, eylemsel, özgür, kişisel tercihlerinin değil ama beğeninin “tarihsel gelişiminin” denetiminde yürüyen bir eleştiri anlayışının post-modern sanat anlayışının karşısına konulmasıdır.
Neo-Liberal politikaların yaşamımıza soktuğu kişisel başarı hırsının bir sonucu olarak, medyatiklik ve hep zirvede olma düşüncelerinin ekseni dışında olabilmeyi ve edimlerin bireyci beklentiler yerine toplum yararını gözetmesi bir bilinç sorunudur. Belirli bir emek, kararlılık, sanatın ve eleştirinin tarihsel gelişim sürecine ve işlevlerine ilişkin bilgi, kuramsal yeterlilik ve her şeyden önce samimiyet gerektiren bu bilinç uzun erimde gerek sanatın ve sanatçının üretimlerini, gerekse bu üretimler aracılığıyla toplumsal yaşamı denetim altında tutarak egemenlikleri sürdürme amacındaki yönetenlerle mücadelede en önemli araçlar olacaktır. Yetkin ve ne yaptığının bilincinde olan bir sanat ve eleştiri etkinliği post modern sanat anlayışı fırtınası karşısında böyle durabilir ancak ve bu uğraşı sürecinde bireyciliğe düşmeden sanatsal yaratıları ve bunların işlevlerini böyle başarabilir! Mutlak gibi görünen kapitalizmin sanatta ve yaşamın diğer alanlarındaki egemenliği sonlandırabilmesi ve günümüz insanının edilgin oluşunun ve içinde bulunduğu çaresizlik ve hiçlik duygusunun üstesinden gelinmesine de katkı sunabilir!
Sonuç olarak, tarihinin her döneminde yönetenlerin propaganda süreçlerinin önemli bir aracı olarak algılanmış olan sanatın ve onun üreticileri sanatçıların edimlerinin, bu işlevlerinde dolaylı bile olsa gönüllü oluşunu sağlamak ve sistemin bir parçası haline dönüştürmek amaçlı verilmektedir ödüller. Sanatın yaratıcı etkinliğinin ve üretim özgürlüğünün tutsaklığının aracı olan bu ödüllerin ve sonucunda edinilen diğer kazanımların karşısında olmak ve onu reddetmek her bilinçli sanatçının ve eleştirmenin sorumluluğudur. Bu aynı zamanda bireyin özgür, eşit ve insanca yaşanılan bir dünyanın oluşumuna katkı sunabilme sorumluluğunun gereğidir de!