Kamusal Alan

Siyaset Bilim - MURAT AYDIN

Kamusal Alan
Farklı yapıları barındıran ve kapitalizmin gelişim sahalarını genişletmeye çalışan sivil toplumun yerini belirleme çabalarının bir yönünü kamusal alan tartışmaları oluşturmaktadır. Sivil toplumun gelişimi ve modern anlamda kamusal alanı şekillendiren husus burjuvazinin modernleşmeye atfettiği değerlerle örtüşmektedir. Sivil toplum ve kamusal alan hem günümüz kişi, toplum, devlet ve toplum-devlet ilişkilerini demokratik bağlamda tartışmak hem de iç içe geçen bu kavramların ifade ettiği düşünsellik bakımından önemlidir. Öncelikle XVII. yüzyıldan itibaren etkisini gösteren olgular ( reform, Rönesans, kapitalizm, sosyal ve kültürel yargılar vb.) devletin ya da kişinin şahsında bütünleşen temsil olgularını ortadan kaldırırken kahvehaneler, tiyatrolar ve salonlar gibi mekânsallıklar yeni algı tarzının belirginlik kazanmaya başladığı yerler oldu. Toplumun iştirak ettiği bu sahalar, o döneme kadar siyasal olanı temsil edenlerin dışına taşmamış olan ve soy gibi değerlere bağlı temsil olgularını da aşan ilişkileri ortaya çıkardı. Çoğu literatürün kamusal alan tartışması da sınıf, soy veya kimlik gibi sosyal sermaye unsurlarından bağımsız yapılan söyleşilere ve bu söyleşilerdeki herkesin görüşlerini özgürce ve hiçbir kısıtlamaya tâbi olmadan ifade edilebilmesiyle ilişkilidir. Ancak dönemin toplumsal sınıf formasyonu dikkate alındığında farklı toplumsal kesimlerin ortak zeminde buluşması ve kanaatlerini özgürce paylaşması az biraz abartma veya iyimserlik içeriyor olabilir. Çünkü sınıfsal geçişlerin olması muhtemel olabilir fakat kanaatlerin özgürce ifadesi ancak aynı toplumsal formasyonun mensubu olmakla muhtemeldir. Dolayısıyla bu mensubiyete bağlı eşitlik olgusunun kaynağı farklı toplumsal birimlerden/sınıflardan insanların varlığından mürekkep olmaktan ziyade aynı siyasal, iktisadî, sosyal veyahut kültürel değerler bakımından ortaklaşan, aynı sınıfın üyesi olmalarına tekabül eden bir eşitliktir. Kanımca da bahse konu durumun böylesi bir tabloyla eş değer olduğudur. Buradan hareketle eşitliğe dayalı bu ilişkilerin cereyan ettiği kamusal alanın tek ve ortak değil, toplumsal birimin her bir parçası kadar kamusal alanın olduğunu belirtebiliriz.
Eşitliğin farklılıklardan ziyade aynı değer yargılarının bir ürünü olmasında, yani, kamusal alan dediğimiz müşterekliğe anlam kazandıran olgunun oluşumunda iki önemli husus bulunmaktadır. İlki dönemin geçerli hegemonyası içinde bulunan ama siyasal olana içkin olmayan fakat ticaret sermayesiyle gelişme göstermiş bir ticaret erbabının varlığıdır. İkincisi ise bu iktisadî zenginlikle güç haline gelen ticaret erbabının, sınıfsallığın göstergelerinden olan politik alandan dışlanmışlığı veya ayrışmışlığı ihlal ederek politik alana sirayet etme çabası içinde bulunmasıdır. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, kamusal alanın kamusal tartışmalarını gerçekleştiren bu yeni toplumsal güç hem kendi aralarında hem de toplumsal saha da siyasal olana ilişkin fikirleriyle politik alana müdahil olurken toplumu da politize ederek tartışmaların tarafı haline getirmektedir. Aslında, kamusal alana mihengini kazandıran husus tam da bu aşamada başlamaktadır. Yani, yeni bir sınıf olarak sivil topluma tekabül eden burjuvazinin politik konularda sahip olduğu fikriyattan ziyade toplumun sıradan üyelerini bu sürecin parçası yapmasından kaynaklıdır. Dolayısıyla gelişim gösterdiği dönem itibariyle kamusal alan, homojen sınıfsal kesimlerin sosyalleştiği birer platform olduğu gibi toplumsal ve siyasal ilişkilerden dışlanmış toplum kesimlerini de bir şekilde bu sorunsalların muhatabı kılmaktadır. Aslında bu muhataplık rastlantısal değil, bilakis güç ilişkilerinin gereği olarak iktisadî varlığın muhafazasının politik güç ihtiyacından/gerekliliğinden kaynaklı bilinçli bir tercihe dayandığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla, kamusal alan, gerekçesi ve amacı ne olursa olsun, modern dönem siyasal kimliğinin taşıyıcısı olan toplumun politik olanı da kapsayan konulara müdahil/muhatap olmasıyla vesile olduğu yeni bir siyasal ortam bağlamında düşünülmelidir.
Dar kapsamıyla, toplumsal bileşenlerle özdeşliği ve homojenliğe dayalı eşitlik düşüncesiyle, kamusal alan günümüz de farklı kimlikleri aynı platformda buluşturmaktadır (başlangıçta burjuva lehine olan işlevin zamanla hak talebi, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve devletin müdahale alanının kısıtlanmasını içeren bir dizi girişimi içerecek şekilde genişlemesi). Şöyle ki, kamusal alan, sivil toplumun, yani, burjuvazinin ürünü olan siyasal demokrasinin kamuoyu boyutu günümüz politik atmosferinde önem barındırmaktadır. Çünkü XIX. yüzyıldan itibaren devletin hegemonyası(daha doğrusu göreli özerkliği olan devlet olgusunda bütünleşen egemen sınıf veya sınıf fraksiyonunun hegemonyası) altında ancak devlet erkinin dışında gelişen sivil toplum; toplumu, devlet veya otoriteye karşı dayanak olarak algılamıştır. Bu durum, yani, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde siyasal meşruiyetin toplumla özdeşleşmesi sivil toplumu demokratikleşme tartışmalarında öne çıkarmıştır. Zaten Doğu Avrupa’da otoriter rejimlerin düşmesiyle sivil topluma yapılan vurgu (Türkiye dâhil) arasındaki ilişkinin buradan kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Sivil toplum ve kamusal alan tartışmalarının Türkiye’deki seyrinin, Avrupa’daki gelişim veya izlek referans alındığında, mevcut olmadığı söylenebilir. Lakin sivil toplum olgusu tartışmaya açık olmakla birlikte kamusal alan, toplumsal koşulların niteliğine göre farklı niteliklerde görünüm arz edebilir. Osmanlı da Tanzimat sonrasında toplumun bilgi kaynağının oluşmasıyla, yani, basının etkisiyle (tartışmaya açık olmakla beraber) kamuoyunun gelişme gösterdiğini söyleyebiliriz. Diğer yandan kahvehaneler, tiyatrolar, karagöz ve meddah hikâyeleri gibi nitelikler toplum görüşlerinin oluşumunda, beyanında etkili olmuştur. Modern gelişim bağlamında burjuva kamusal alanı ve değerleri ön plana çıksa da kamusal alanın tek, yekpare bir olgu olmadığı; toplumların kendi niteliklerine göre bir kamusal varlık gösterdiklerini belirten görüşler kayda değerdir. Buradan hareketle Osmanlı ve sonrasında modern kimliğin niteliğini barındıran, hak ve özgürlüğü içeren, zihniyet olarak kendi dönemine ve sonrasına yön verebilmiş bir mevcudiyetten bahsedemeyiz. Ama her ne kadar toplum ve siyasal olanın maiyetindeki parçalılık ve dini değerlerin ağırlığı mevcut olsa da sosyal tabaka sınırlarındaki eşitlik kapsamında eleştirilerin, ifadelerin ve görüşlerin özellikle II. Meşrutiyet sonrasında barizleştiğini belirtebiliriz.