KÖY ENSTİTÜLERİ'NİN ASIL AMACI

Eğitim Bilimleri - MUSTAFA SOLAK

KÖY ENSTİTÜLERİ'NİN ASIL AMACI

Enstitülerin okuma-yazmayı öğretme, tarım teknikleri öğretme, kalkınma gibi amaçları vardır ama asıl amaç farklıdır. Enstitülerin kuramcısı İsmail Hakkı Tonguç Köy Enstitüleri'nin asıl kurulma amaçlarını şu şekilde belirtecekti:
“Köy meselesi bazılarının zannettikleri gibi mihaniki [mekanik] surette köy kalkınması değil, manalı ve şuurlu bir şekilde köyün içten canlandırılmasıdır. Köyü öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırılmalı ki onu, hiçbir kuvvet; yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar edemesin. Ona esir ve uşak muamelesi yapamasın. Köylüler, şuursuz ve bedava çalışan birer iş hayvanı haline gelmesinler. Onlar da her vatandaş gibi, her zaman haklarına kavuşabilsinler. Köy meselesi bu demektir.”
Enstitüler Atatürk’ün “fikri hür, irfanı hür ve vicdanı hür” cümlesini hayata geçirmek için kuruldu. Tonguç “köyün içten canlandırılması” olarak ifade etmiştir.
Köyün içten canlandırılmasından anlaşılması gereken; Atatürk’ün amaçladığı çağdaş, okulu, sağlık ocağı, sanat merkezi, işlikleri ile kendine yeterli köylerin meydana getirilmesidir. Tonguç köyün nasıl canlandırılacağıyla ilgili şunları düşünmüştür:
“Her bakımdan geri durumda, başka bir hayat düzeni içinde bunalıp kalmış olan köyü okulla beraber, sağlık, modern teknik, bunların çeşitli vasıtaları, modern kültür, ekonomik bilgi götürmeyecek olursa, yalnız okuma yazmaya önem veren bir bilgi okulu ile köy canlandırılamaz.”
Onun için “Köy Öğretmen Okulları” yerine “Enstitü” diye adlandırılmıştır. Köy Enstitüleri'nin mimarlarından Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, bunu şöyle ifade etmiştir:
“Biz bu müesseselere köy öğretmen okulu demedik. Çünkü evvelce bu isimde müesseseler vardı. Bunları ona bağlamak istemedik. Bunlar yepyeni şeylerdir. Biz Köy Enstitüsü’nü sadece içerisinde nazari öğretim yapılan bir müessese olarak almadık. İçerisinde ziraat sanatları, demircilik, basit marangozluk gibi ameli birtakım faaliyetler de bulunduğu için okul adı ile anmadık, enstitü diye isimlendirmeyi muvafık gördük.”
Tarım aletleri kullanan, bunları onaran, geliştiren atölyeler köylünün kendi tarımsal sorunlarını çözmelerini sağlayacaktı. Sadece öğretmen değil, sağlık görevlisi de yetiştiriliyordu. Çünkü 22 Haziran 1937’de Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’a “köye yarayacak her türlü elemanın yetiştirilmesi” direktifi verilmişti. Enstitülerdeki sanatsal ders köylünün ruhunu zenginleştirecekti. Her yıl ortalama 25 kitap okuyan Enstitüler, mezun olunca topraktan da öğrendikleriyle bilgisini köylüyle paylaşacak; dahası köylüden öğrenecekti. Kapalı köy yaşamı ve ekonomisi canlanarak köyün dışına taşacak ve çevre köy ve ilçelerle iletişim artacaktı. Tarım yöntemi öğrenen, üretimi artan, zanaat öğrenen köylünün mesleksel uzmanlığı, farklılaşması artacaktı. Bu, köy-kent çelişkisinin de zamanla aşılmasını sağlayacaktı.
Enstitüler sanayiye kalifiye eleman yetiştirmekten farklıdır. Çünkü sadece alete, makinaya değil doğaya hakim olmak amaçlanmıştır. Örneğin kışın dondurucu soğuğunda Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü’nde okula elektrik getirmek için su kanalını açan öğrenciler doğanın zorluğu aşmasını bilmiştir. Tonguç bunu “Köy Eğitiminin amacı büyük ölçüde güçlü vatandaş, yani sosyal nitelikte insan ve ülkenin siyasal, ekonomik, kültürel hayatının gelişmesine katılacak, yani doğanın bütün güçlerine tutsak değil, egemen kılabilecek nitelikte iş adamı yetiştirmek olmalıdır. Biz bu amaca götürecek okul da kitap okulu değil, iş okulu olacaktır.”
Özetle köylerin “uygar toplum yapısının küçültülmüş modeli” olmaları sağlanacaktı. Birer yaşam yurtları olacaktı. Bu sebeple başlangıçta “Eğitim Yurtları” adının verilmesi düşünülmüştü.
Üretimin değerlendirilmesine yönelik döner sermayeler, öğrencinin, köylünün üye olabildikleri üretim ve tüketim kooperatifleri köyde ekonomik gelişmeyi sağlayacaktı. Öğrencinin ve köylünün birlikte çalışması, birbirinden öğrenmesi aydın-köylü çatışmasını da geride bırakacaktı.
Uygulanmayan bilgiye, bilgi olarak bakılmıyordu. Bilgi ihtiyaca uygundu. Zaten bunun için de yaparak yaşayarak öğreniyorlardı. Bilgiyi, dersi okulunu yaparken, okula su getirmek için kanal açarken öğreniyordu. Çünkü bilmek, yapabilmekti. Harç kararken Kimyayı, kiremit döşerken Pisagor teoremini öğreniyordu.
Enstitüler özgürleşmiş, izleyici değil ülkenin kaderine el koyan bireyler yetiştirme amacındaydı. Tonguç “Canlandırılacak Köy” adlı eserinde toprak meselesi ile özgürleşme arasındaki ilişkiyi şöyle ortaya koyuyordu:
“İhtiyaca kafi toprağı olmayan veya toprağı verimsiz olan köylü bedbahttır. Köylülerimizin oldukça mühim bir kısmı topraksızlık veya toprak azlığı sıkıntısı çekmektedir… Nüfusa nispetle miktarı pek çok olan verimli topraklarımızın çoğu bunları işletemeyen veya bu vasıta ile köylüleri istismar edenlerin elindedir. Cumhuriyetin halletmeye mecbur olduğu en büyük iş, toprak meselesidir. Bu iş düzenlenmedikçe Türk halkını mesut bir hale getirmenin imkânı yoktur.”
Görüldüğü gibi Enstitüler’in asıl amacı köylü ağa, din adamı, devlet görevlileri gibi otorite sayılan kesimlerce istismar edilmesin diyeydi. Bu kesimden aklını, ekonomisini bağımsız kılan birey özgürleşmiş olabilirdi. İşte bu özgürleşme çabası Enstitüleri’nin kapatılmasına nende oldu.
Toprak ağası Emin Sazak'ın enstitü mezunlarının kendilerini birer Atatürk zannettiğini yönelik Meclis’teki sözlerine bakan Hasan Ali Yücel şöyle karşılık veriyordu:
“Emin Sazak arkadaşım, köylere verilmiş olan Köy Enstitüsü mezunlarının kendilerini birer Atatürk zannettiklerini ve hattâ daha salâhiyetli hissettiklerini söylüyor. Biz, arkadaşlar, Köy Enstitüsü’ndeki bu Türk çocukları, sizin kabul ettiğiniz kanunlarda yazılı ne vazifeler varsa onları yapmak üzere yetiştiriyoruz. Bu çocukların birer Atatürk olması herhalde temenniye değer bir şeydir. Amma Atatürk olmak güç bir şeydir. Biz onları Atatürk’ün parçaları olmak üzere yetiştiriyoruz. (...) Arkadaşlar, Emin Sazak arkadaşımın oturduğu yerde içini çekmeye hakkı vardır. Çünkü ilköğretim dâvası milletlerin rüşdünü ispat etme dâvasıdır. İlk öğretim davası feodal sistemle kendisini idare etmek isteyenlerin samimi olarak istemeyeceği bir dâvadır.”
Hasan Ali Yücel de Enstitüler’in kalkınma değil feodal sistemle çarpışmak için kurulduğunu ortaya koyuyordu. Feodal kesimden kurtulamayan köylü özgürleşebilir, kendini ifade eder ve sorunlarına, ülkenin geleceğine dair söz söyleyebilirdi.
Bugün çeşitli belediyelerde Köy Enstitüleri’nden ilham alarak “Kent Enstitüleri”, “Meslek Enstitüleri” gibi adlarla eğitim çabaları var. Mesleki beceriyi artırmak yetmez, öğrencinin ruhunu da eğitmek gerekir ki toplumsal amaçlı düşünsün. Kitap okumaya, sanatsal etkinliğe, birlikte çalışmaya yönelik eğitimler de verilmeli ki kendini dönüştürsün. Sadece mesleki bilgi edinen öğrenci kendini geliştirmiş, özgürleştirmiş sayılmaz. Köy Enstitüleri’ndeki Atatürk’ün “fikri hür, irfanı hür ve vicdanı hür” şeklinde ifade ettiği özgürleşme, toplumsallaşma amacına yönelik çok yönlü eğitim üzerinde düşünülmelidir.
Not: Köy Enstitüleri’yle karşılaştırma yapmak ve bugüne görevler çıkarmak için bugünkü eğitim anlatan “Gayrimilli Eğitim” kitabım incelenebilir.