Siyasal Düşünceler Tarihi I: İlkel Toplumdan Eski Yunana

Siyaset Bilim - MURAT AYDIN

Siyasal Düşünceler Tarihi I: İlkel Toplumdan Eski Yunana
Toplumların tarihsel süreçteki gelişim ve ilerleme izlekleri aynı olmasa da belirli değerler bağlamında ortak paydalar bulunabilmektedir. Keza, insanlık tarihi mücadele, düşünce ve siyasal inşa süreçlerinin iç içe geçtiği bir birikimdir. Bu birikim avcılık-toplayıcılıktan uygarlığa(yerleşik yaşam) geçişle, bu geçişin toplumsal-siyasal bakımdan toplumların işbölümü, artı değeri üretme, yönetim ve düşünsel yaklaşımlarını içeren bir dizi olgunun bütünlüğünden oluşmaktadır.
Siyasal ve düşünsel yaşamın ilk evresi avcılık-toplayıcılıkla ele alınmaktadır. Küçük topluluklar halinde yaşanıldığı belirtilen bu dönem sınıfsal yapı ve ayrımlardan ziyade eşitlikle anılmaktadır. Bu eşitlik dönemi aynı zamanda gelişen iş bölümüyle(kadının küçük tarımsal faaliyetlerle ve erkeğin avcılıkla ilgilenmesi) sınıfsal oluşumun da başlangıcı olarak düşünülebilir. Keza; avcı-toplayıcı topluluklardaki sınıfsallık yönetim, düşünce ve inançtan ziyade göçebe çobanlık ve gündelik tarım yapanlar arasındaki çatışmaya dayanmaktadır. Bu çatışma, avcılık ve savunmada erkeğin rolünü güçlendirerek ataerkilliğe kapıya aralamıştır. Ancak siyasal-toplumsal düşünüşteki asıl kırılma avcı-toplayıcı toplumdan yerleşik yaşama geçiş ve yerleşik yaşamla birlikte üretilen artı değerin mabetlerde toplanması, doğa ve insanla inanç arasında kurulan doğrusal bağla belirginleşmiştir.
Tarımsal üretim; yerleşik yaşamla başlayan uygarlık ve artı değerin sonucu olarak sınıf olgusunun yanı sıra kent dokularının da kaynağıdır. Kentlerdeki ticaret ve zanaatla birlikte iş kollarının gelişmesi, göçebe topluluklar arasındaki çatışmaların orduların oluşumuna vesile olması, tunç ve demirin savaş araç gereçlerinin yapımında kullanılmasıyla istila ve egemenlik düşüncesinin öne çıkması sınıflı toplumu somutlaştırmıştır. Sınıfsallığın, hegemonyanın ve dolayısıyla meşruiyetin asli gücü olarak inanç, mevsimsel döngülerin yanı sıra bir dizi ritüeli içeren ibadetle bütünleşerek somutlaşmıştır. Böylece, din olgusu hem ideoloji hem de inanç olarak toplumla yönetici arasındaki ilişkinin aracılığını üstlenmiştir. Başka bir ifadeyle siyasal erki(iktidarı) elinde bulunduranlar benzetmeci olguların referansıyla oluşan dini inanış aracılığıyla ya tanrı ya da tanrının vekilidir. Artı ürünle gelişen, inançla pekiştirilerek belirginleştirilen sosyal sınıf ayrımında dönemin din adamları hem siyasal kertenin(üst yapı/yönetenler/egemenler) egemen unsuru içinde yer almışlardır hem de egemenliğin meşruiyetini pekiştirmişlerdir. Bu pekiştirmenin referansı ise öte dünyadan ziyade bu dünyanın maddiyatı olmuştur. Referansın rıza üretiminde yetersiz kaldığı aşamada ise "zor" gücü (devletin veya iktidarın asker/kolluk gücü kullanarak uyguladığı baskı) hegemonyanın veyahut egemenliğin varlığını temin etmiştir.
Coğrafyayla tarımsal üretim arasındaki ilişki, ilk inanışların ilham kaynağı olurken dini inanışın etkilediği siyasal düşünüşle artı değer olgusu tüm uygarlıkların ortak unsurudur. Bu ortak unsur etkilenme veya istila sonucunda mevcut meşruiyet kaynaklarının değiştirilmesi veya aynen kabulüyle gerçekleşmiştir. Böylece bileşeni ve formu değişmiş olmasına karşın iktidar kaynağının, meşruiyetin, sınıfsal dayanakların, inanış kaynağının ve ritüellerin değişmediği(değişse bile öz itibariyle sürdürülen) bu tarihsel siyasal düşünüş tarzını günümüz politikliğini anlamanın başlangıcı olarak referans alabiliriz.

& quot;

& quot;