Prof. Dr. Necmi GOKYER, öncelikle “Makro Eğitim Politikalarının Okul yönetimi ve mikro politikaların öğretmenlere etkisi

Eğitim Bilimleri - UĞUR ÖZEREN

Sayın Prof. Dr. Necmi GOKYER, öncelikle “Makro Eğitim Politikalarının Okul yönetimi ve mikro politikaların öğretmenlere etkisi ”söyleşimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz.
Türkçe’de politika terimi, İngilizcedeki policy, Fransızcadaki politique terimlerinin Türkçeleşmiş şekli olup, Yunanca kent anlamına gelen polis teriminden türemektedir. Politika, sakınma, sağgörü, akıl, sağduyu, yetenek gibi anlamları kapsamaktadır. Politika, devlet arzu ve iradesinin ortaya konması, yönetim ise, bu iradenin gerçekleştirilmesidir. Politika, hem bir ilke veya ilkeler sistemi, hem bunlarla ilgili kurallar topluluğudur.
Eğitim politikaları; bir ülkenin geleceğini, eğittiği insanları yoluyla ilerletmek hedefine uygun olarak makro ve mikro düzeyde, mevcut eğitim sisteminin korunması veya değiştirilmesine yönelik gücün kullanımını içeren kararlar olarak ifade edilebilir. Eğitim politikaları; sadece devletin işleyiş süreci ve resmî ilişki ağları ya da okullar, eğitim programları, öğretmenler ve hukuki düzenlemeler değil aynı zamanda, ülkenin politik, sosyal ve ekonomik bağlamından etkilenen insan ve grupların isteklerini gerçekleştirmek temelinde detaylı, amaç odaklı, hiyerarşik, uzmanlığa dayalı alınan kararlar ve uygulamalar olarak görülmektedir (Bakioğlu ve Korumaz, 2019).
Örgütlerin başarıya ulaşmasında temel unsurlardan biri; insan unsurunu bir arada tutan ve insanların birlikte huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşamalarını sağlayan kültürdür. Kültür olmadan bir toplumun var olması ve gelecek nesillerce devamının sağlanması da mümkün değildir. Bu yüzden kültür toplumun vazgeçilmez bir unsuru olarak kabul edilmektedir. Literatürde kültürün çok sayıda tanımı yapılmıştır. Kültürün genel kabul gören tanımına göre, kültür, toplumun çevresiyle mücadele ve birlikte yaşamaktan kaynaklanan sorunların çözümü sırasında öğrenilmiş, işlevselliği nedeniyle yeni katılan üyelere aktarılmak istenen beceri, deneyim, alışkanlık, yöntem, gelenek, görenek, değer ve inançların tümüdür (Schein, 1990, s. 111).
İnsanlar dünyaya geldiklerinde diğer insanlar tarafından hazırlanmış bir ortam ve üretilmiş bir kültür içerisinde kendilerini bulurlar. Bu durum, insanın bir tercihi değildir. İnsan, insan olmanın ne anlama geldiğini de diğer insanlardan öğrenir. Bu da sosyalleşme ve eğitim süreci içerisinde gerçekleşir. Sosyalleşme, birey açısından bir bakıma kültürün içselleştirilmesi sürecidir. Sosyalleşme sürecinin içeriği kültürden kültüre farklılaşır ve kültür, sosyalleşme süreciyle kuşaktan kuşağa aktarılır (Şişman, 2002, s. 2). Bir toplumda kültürün oluşturulması ve yerleştirilmesi için önemli noktalardan bir diğeri de kültürün içselleştirilmesi zorunluluğudur. Fakat kültürün içselleştirilmesi, özellikle örgütler için oldukça zorlu bir süreçtir. Hem örgütün hem de işgörenlerin kendilerine özgü tutum ve davranışlarının yanı sıra kendilerine has değer yargıları da vardır. Örgütsel amaçların gerçekleştirilmesi, örgütsel ve bireysel tutum ve değerlerin uzlaştırılması ile sağlanabilir.
Soru 1: Sanayileşme, Endüstri 4.0 sürecinde makro düzeyde eğitim politikaları, okulların yönetilmesi süreçlerine ne kadar etkili olabilmektedir? Sizce bu süreç eğitimde bir nasıl dönüşüm yaratmaya başladı? Okul yönetimleri bu süreçte nasıl etkileniyorlar?
Tarihsel Süreçte Sanayi Devrimleri, 18. yy. sonlarında İngiltere merkezli olarak Avrupa’da görülmeye başlayan bir dizi teknolojik gelişme dünyadaki üretim sistemlerinin atölyeden fabrikaya, parça başı üretimden yığın üretimine geçmesi sonucunu doğurmuştur. Buharla çalışan makinelerin üretilmesi, yığın üretimi yapabilecek teknolojilerin icat edilmesi bu sürecin önemli belirleyicileri olmuştur. Endüstri alanındaki çarpıcı gelişmeler Avrupa’nın başta ekonomi olmak üzere birçok alanda diğer bölgelere göre büyük üstünlük kurmasına yardımcı olmuş ve doğurmuş olduğu sonuçlar itibariyle bu süreç “Sanayi Devrimi” (Endüstri 1.0) olarak adlandırılmıştır (EBSO, 2015, s. 4).
19 yy ortalarına gelindiğinde çok önemli bir gelişme yaşanmış, elektrik teknolojileri ilk kez fabrikalarda üretim hatlarında kullanılmaya başlanmıştır. Bu yeni teknoloji beraberinde yeni üretim şekillerinin gelişmesine katkı sağlamıştır. İlk kez Henry Ford’un geliştirdiği ve otomotiv sektöründe uyguladığı bant tipi seri üretim tarzı devrimsel bir etki meydana getirmiştir. Düşük maliyet, kitlesel üretim ve standart ürüne dayalı bu üretim modeli on yıllar boyunca güncelliğini korumuş ve 2. Sanayi Devrimi (Endüstri 2.0) olarak kabul edilmiştir (Alçın, 2016:20).
1970’li yılların başında ilk kez geliştirilen programlanabilir makinalar sanayileşmede yeni bir dönemin habercisi oldular. Bu dönemde üretim süreçlerinin elektronik ve bilgi teknolojileri ile otomasyonunun sağlanması üretim teknolojilerine yeni boyut katmıştır. Bu dönemde ilk mikro bilgisayar geliştirilmiş, dijital teknolojiler öne çıkmıştır. 3. Sanayi Devrimi (Endüstri 3.0) olarak kabul edilen bu dönem mikroişlemciler, elektronik ve bilgisayar temelli bir üretim yapısını belirginleştirmiştir (SIEMENS, 2016, s. 5).
21. yy başlarına gelindiğinde ise bilişim ve iletişim teknolojilerindeki çok önemli gelişmeler internetin yaygın kullanımını, bunun yanında yazılım alanındaki gelişmeler de akıllı sistemlerin gelişmesini sağladı. Bu süreçte ortaya çıkan fiziksel ve dijital sistemler arasında bağlantı kurarak üretim süreçlerini insansız biçimde kurgulayabilen yeni üretim sistemleri, 4. Sanayi Devrimi ya da günümüzde yaygın biçimde kullanılan adıyla Endüstri 4.0 olarak değerlendirilmeye başlanmıştır.
Endüstri 4.0 Nedir?
Endüstri 4.0 kavramının ortaya çıkışı, Alman hükümetinin yürüttüğü ileri teknoloji temalı bir projesiyle olmuştur. Proje üretimin bilgisayarlaştırılması yaklaşımı ile hazırlanmıştır. Daha önceki sanayi devrimlerindeki önemli dönüşümlerden esinlenen proje, yeni dönemi Endüstri 4.0 olarak adlandırmıştır. Kavram ilk kez 2011 yılında Hannover Fuarı’nda kullanılmıştır (Banger, 2016, s. 79). Endüstri 4.0, kuramsal boyutta ise ilk kez Kagerman ve arkadaşları tarafından 2011 yılında yayınlanan “Endüstri 4.0: Nesnelerin interneti ile 4. Endüstri Devrimine Giderken” başlıklı makale ile gündeme gelmiştir (Kagerman, vd., 2011). Makalede dünyanın yeni bir döneme girdiği ve bu dönemin Endüstri 4.0 olarak nitelendirilmesi gerektiği belirtilmekte ve bu süreci oluşturan bileşenler hakkında bilgi verilmektedir. Daha sonra Alman Ulusal Bilim ve Mühendislik Akademisi (Acatech) tarafından 2013 yılında yayınlanan “Endüstri 4.0 Stratejik İnisiyatifinin Uygulanmasına Yönelik Tavsiyeler” başlıklı raporla konu kuramsal boyutta resmi bir çerçeve kazanmış oldu (Acatech, 2013).
Endüstri 4.0, değer zinciri boyunca birbirleriyle özerk bir şekilde iletişim kuran teknoloji ve cihazlara dayanan üretim süreçlerinin organizasyonunu ifade etmektedir. Bu organizasyon geleceğin “akıllı” fabrikası olarak tanımlanan, bilgisayar tarafından yönlendirilen sistemlerin fiziksel süreçleri izlediği, fiziksel bir sanal kopyasını oluşturduğu, kendi kendini örgütleme mekanizmalarına dayalı, otonom kararlar alabilen bir yapıyı anlatmaktadır (Industry 4.0, 2016: 20).
Endüstri 4.0, mühendislik, planlama, üretim, operasyonel ve lojistik süreçlerinde en yüksek kalite standartlarıyla birlikte daha fazla esneklik ve dayanıklılık sağlayacak; Aynı zamanda maliyet, kullanılabilirlik ve kaynak tüketimi gibi çeşitli ölçütlere dayanılarak optimize edilebilen dinamik, gerçek zamanlı olarak optimize edilmiş, kendi kendini organize eden değer zincirlerinin oluşmasını ifade etmektedir (Acatech, 2013: 20).
Endüstri 4,0’daki temel amaç, kendini yönetebilen üretim süreçlerinin olduğu akıllı fabrikaların hayata geçirilmesidir. Bu ise ancak “Siber-Fiziksel Sistem” ve “Nesnelerin interneti” ile mümkün olabilmektedir. O nedenle Sanayi 4.0’ı anlayabilmek için terminolojisi içerisinde sıklıkla kullanılan bazı kavramları öncelikle bilmekte yarar vardır. Bu kavramlardan birçoğunun bugün hayata geçirilmiş olması her birini Sanayi 4.0’ın ilk işaretleri olarak göstermekle birlikte, gelecekte neler olabileceğine dair de önemli ipuçları vermektedir. Örneğin 3 Boyutlu Yazıcılar ve Nesnelerin interneti bireye dokunan en önemli ipuçları arasında sayılabilir (EBSO, 2015, s. 9).
Eğitim 4.0 Nedir?
Son 30-40 yıldır dünya hızlı ve büyük bir değişim içerisindedir. Her şey ve herkes, değişimin bu hızına ve yeniliklere uyum sağlamak zorunda kalacaktır. Bu hızlı değişim; bireysel olarak kendimize ve topluma uyum sağlayabilmemiz için bazı becerileri edinmemizi zorunlu kılmaktadır. Özellikle de 2020 yılının başında bütün dünyanın karşı karşıya kaldığı salgın sürecinde, eğitim ordusunun bilgi teknolojilerini kullanma becerilerini edinmesi zorunluluk haline gelmiştir. Eğitim 4.0, Endüstri 4.0’ın ihtiyaçlarına cevap verecek yeni eğitim sistemine verilen bir isimdir. Dijital teknolojiden yararlanan, kişiselleştirilmiş veri, açık kaynak içeriği kullanan küresel anlamda bağlantılı olan teknolojik dünyanın ihtiyaçlarına cevap veren nitelikte yepyeni bir sistemdir. Çocukluktan, okul dönemine, oradan iş hayatına kadar sürekli öğrenmeyi sağlayan, toplumda güçlü bir rol edinip fark yaratmamıza yardımcı olan bir sistemdir.
Endüstri 4.0’ın yani dördüncü endüstri devriminin konuşulduğu bugünlerde, eğitimin bu değişime ayak uydurması ve hatta yön vermesi gerekiyor. 4.0 endüstri devrimi, sanayinin dijitalleşmesi, otomasyonunun sağlanması, yüksek teknolojiyle donatılması anlamına geliyor. Bu yeni dönemde büyük veri kullanımı önem kazanıyor, “Nesnelerin İnterneti” aracılığı ile tüm cihazlar birbirine bağlanabiliyor. Cep telefonunuz bir kredi kartına, bilekliğiniz kimliğe dönüşebiliyor, siz eve doğru yola çıktığınızda fırınınıza “yemeği pişir” emrini gönderebiliyorsunuz. Tabii tüm bunlar, siyasi ve ekonomik politikaların yanı sıra eğitim politikalarının da değişimini beraberinde getirmektedir.
Endüstri 4.0’ın Eğitim 4.0’a Yansımaları
4.0 endüstri devrimi, sanayinin dijitalleşme ve bilgisayarlaşma aracılığıyla yüksek teknolojiyle donatılması anlamını taşımaktadır. Bu devrim, “Nesnelerin İnterneti” aracılığı ile makinelerin birbirleriyle iletişim kurabileceği yeni bir dönemin başlangıcı olarak da tanımlanmaktadır. Aslında, bu bakış açısıyla bakıldığında Endüstri 4.0’ı sadece teknolojik bir devrim olarak görmemekte fayda vardır. Bu değişim, sağlıktan eğitime, ekonomiden sanata bütün alanların dönüşümünü de zorunlu kılmaktadır. Endüstri 4.0’ın getirdiği teknolojik çıktılar diğer bütün alanların girdisi olacak ve böylelikle değişim bütün alanlarda iliklerine kadar hissedilecektir.
Ülkeler, bu değişime uyum sağlayabilmek için düşünce üretiminden markalaşmış ve pazar payına ulaşmış ürün üretimine kadar tüm döngüyü ve eko sistemi yönetecek ve işletecek bireylere ve kurumlara yatırım yapması gerekmektedir. Fikriyle, projesiyle, Ar-Ge’siyle, teknolojisiyle, inovasyonuyla, markalaşmış ve pazarlaşmış ürünüyle bir üretim modeli geliştirilmesi zorunluluk haline gelmiştir. Bu durum, eğitim odaklı bir düşünce devrimini de beraberinde getirmekte ve her alanda olduğu gibi eğitim alanında da yapılan araştırmalar, dünyadaki bu hızlı dijital değişime ayak uydurmak ve öncü olmak zorundadır. Bu değişim ve gelişmeler doğal olarak eğitim sistemine yansımakta ve öğrenme ve öğretme anlayışı ve uygulamalarını da derinden etkilemektedir.
Bu durum tespiti, Endüstri 4.0’ın ihtiyacı olan teknolojiyi her alanda tasarlayacak, geliştirecek, üretecek ve üretilen teknolojiyi kullanabilecek insan gücünün eğitiminin kaçınılmaz olduğunu ortaya koymaktadır. Endüstri 4.0’ın gerçekleri üst düzey düşünme becerilerine sahip bireyler yetiştirilmesinde ve kurumların organizasyonunda hayati önem taşımaktadır. Bu devrime uyum sağlayacak ya da yön verecek bireylerin ve kurumların gelişiminin düşünülmesi, planlanması ve uygulanması gereken hayati bir konudur. Herkes için sadece bilmenin yetmeyeceği düşünmenin zorunlu hale geleceği bir dönemin başlangıcındayız. Öğrenen organizasyonlar artık düşünen organizasyonlara doğru bir dönüşüm göstermek zorundadır. Dünya problemlerini doğru hissedecek ve tanımlayacak (eleştirel düşünme), çözümü için yenilikçi fikirler üretecek (yarattıcı düşünme), çözüm için doğru yöntem ve teknikleri kullanacak (bilimsel ve analitik düşünme) bireylerin her alanda yetiştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu durum okulöncesi, ilköğretim, ortaöğretim, yükseköğretim ve yaşamboyu öğretimde olmak üzere çok geniş bir persperktifte birbirleriyle entegre ve etkileşimli olarak düşünülmesi, planlanması, tasarlanması ve uygulanması gereken bir konudur. Konuya ekonomik olarak baktığımızda yeni dönemde ürünlerin planlama, tasarlama ve geliştirme aşamalarında çalışacak insan kaynağı ihtiyacı giderek artacaktır. Bu durumun ülkemiz açısından da önemli kazanımları olacak ve bu süreçlerde çalışacak nitelikli insan sayısı arttıkça ürün kalitemiz de artacaktır.
Akademi dünyası da Eğitim 4.0 kapsamında birey, kurum ve ülke olarak hedeflenen kazanımlara ulaşmak amacıyla eğitim kalitesini arttırmak, teknoloji ile bütünleştirmek, inovatif ürünler geliştirmek, dijital platformlara transfer edilebilecek eğitim uygulamaları ve materyalleri tasarlamak, eğitimin psikolojik faktörlerini incelemek, yeni ve güncel eğitim platformları oluşturmak, bireysel ve kurumsal öğrenme yönetim sistemlerini geliştirmek, bireysel farklılıklar konusunda uzmanlaşmak gibi konularda eğitim araştırmalarına odaklanmak zorundadır. Yaşamboyu öğrenme ve eğitim kavramlarının da aslında bu dönemde dikkat çektiğini ve anlam kazandığını görüyoruz. Endüstri 4.0 bu değişimi daha da hızlandıracaktır. Eğitimin bu değişime ayak uydurması ve hatta yön vermesi için yeni politikaların üretilmesi de kaçınılmaz hale gelmiştir.
Özellikle Z kuşağı (Doğum tarihi 2003 ve sonraki yıllar olarak varsayılan bir kuşaktır, belirgin özellikleri arasında; Teknoloji ile son derece iç içe olacakları, çok fazla bireysel ve bağımsız olmalarının sonucu olarak, yalnız yaşamlarının artacağı, pek çok işi bir arada yapan kuşak olarak görüldükleri, örneğin, kahvaltıda hem müzik dinleyip hem gıda hem de eğlence tüketecekleri, yaratıcılık ve yenilikten zevk alan ve aynı zamanda güven arayan bir kuşak olacakları sayılmaktadır) diye adlandırdığımız yeni neslin teknoloji ile yakın arkadaşlığı düşünüldüğünde bireylerin çok fazla vakit geçirdiği bu platformlara öğrenme ve öğretim etkinliklerinin yazılımlar aracılığıyla taşınması da giderek önem kazanmaktadır. Yeni teknolojiler sayesinde bireyler, özellikle gençlerimiz arkadaşlıklarını, sevinçlerini, üzüntülerini, problemlerini ve geleceğe ilişkin umutlarını bu platformlarda yaşamaya başlamışlardır. Bu platformlar artık onların yeni yaşam ve kendilerini ifade etme alanları haline gelmektedir.
Z kuşağı diye adlandırdığımız teknoloji ile sıkı fıkı olan yeni nesil, okullarda artık tabletler üzerinden eğitim alıyor, online sınavlara giriyor, uygulamalar üzerinden öğreniyor, akıllı ve interaktif beyaz tahtalarda ders görüyorlar. Anaokulundan üniversiteye kadar Endüstri 4.0’ün eğitim üzerine etkilerini görmemiz mümkündür. Akıllı cihazlar, hatta makineler, yeni medya araçları günlük yaşamımızı etkilerken eğitimi ve gelecekte değişmelere uyum sağlayabilmemiz için edinmemiz gereken becerileri de şekillendirmektedir. Her bir öğrencinin kendi tercihleri, ilgi alanları, öğrenme hızları, öğrenme yöntemleri bulunmaktadır. Okul içi ve/veya okul dışı etkinliklerle ve bireyi tanıma teknikleri ile öğrencilerin bu özelliklerini tanımalıyız ve ona göre değerlendirmeliyiz. Bu da Rehber öğretmenliği daha da önemli hale getirmiştir.
Eğitim 4.0, diğer alanlarda olduğu gibi eğitim dünyasında da dijital dönüşümün gerçekleştirilmesi anlamına gelmektedir. Endüstri 4.0 anlayışına paralel olarak eğitim dünyasının 4 ana dönüşümü yaşadığını söylemek yanlış olmaz. Wallner ve Wagner (2016), Puncreobutr (2016), Rosik (2017), Fisk (2017) gibi araştırmacılar bu konuya dikkatleri çekmektedir. Genel hatları ile eğitim dünyasındaki değişim ve dönüşümün aşağıdaki gibi bir süreci izlediği görülmektedir.
Eğitim 1. 0: Doğal olarak tarım toplumunun ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte eğitimlerin gerçekleştirilmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Tarım toplumlarında bilgi öğretmenden öğrenciye kavramlar yardımı ile aktarılırdı. Olayları ve ilgili bilgileri öğrenebilmek için kapsamlı çalışmalara ihtiyaç duyulmaktaydı. Öğrenciler daha çok hocalarını izlemek ve onların uyguladıkları yöntemleri uygulamak durumunda idi. Yeni metotlar geliştirmek temel amaçlardandı.
Eğitim 2. 0: Endüstriyel toplumlarda eğitim sistemlerinin içeriklerinde de önemli bir dönüşüm yaşanmış, daha çok sanayi kuruluşlarının temel ihtiyaçlarını karşılayacak teknolojilerin ve teknolojik araçların geliştirilmesi esas olmaya başlanmıştır. Özellikle iş hayatında kullanılacak teknolojilerin geliştirilmesi önemli bir eğitim bileşeni olmaya başladı. Özellikle kütle üretimini tetikleyecek gelişmeler önemli bir eğitim motivasyonu olmaya başladı. Pooworawan, (2015)’e göre bu dönemde eğitim kurumları bir fabrika, öğrenciler ise bu fabrikalarda üretilen ürünler olarak görülmeye başlanmıştır. Eğitim içerikleri eğitimden geçirilecek öğrencilerin temel niteliklerine işaret etmiştir. Sınavlar eğitim sisteminin kalite kontrolü, diplomalar ise garanti belgesi olarak görülmeye başlamıştır. Bu aşamada daha çok Bloom tarafından tanımlanmış olan öğrenme sürecinin eğitim sistemlerini yönlendiren bir güç olduğu görülmektedir (Bloom et al.,1964).
Eğitim 3. 0: Toplumun enformasyon odaklı yapılanması başlayınca doğal olarak eğitim sistemleri de “teknoloji toplumu”nun ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde yapılanmaya başladı. Bu dönemin temelinde “kendi kendine öğrenme” olgusu ortaya çıktı. Dijital medyanın kullanılmasıyla internet başta olmak üzere sosyal medyanın kendisini eğitim sistemlerinde ağırlıklı olarak hissettirdiği dönem başladı. Bilgisayar destekli ve karşılıklı etkileşimli eğitim sistemleri ortaya çıktı. Bu dönemde ortaya çıkan diğer önemli bir dönüşüm ise öğrencilerin bilgiyi tüketenler olmak yerine “bilgiyi üretenler” olarak eğitilmeleridir. Bu aşamada özellikle eğitim sistemlerinin kalite güvencesinin sağlanması temel olmaktadır. Bologna süreci (Crosier D. and Parveva, 2013) ile başlayan çok uluslu ortak eğitim programlarının ve sistemlerinin devreye alınması söz konusu olmuştur.
Eğitim 4. 0: Endüstri 4.0 dönüşümü ile eğitim sistemlerinde de inovasyonun hâkim olmaya başladığını söylemek yanlış olmaz. Daha doğrusu, önümüzdeki yıllarda inovasyon ağırlıklı eğitim gerçekleştiren eğitim kurumlarının başarılı olması söz konusu olabilecektir. Eğitim kurumları Aslangilay’ın (2016) dikkatleri çektiği gibi inovasyonu sadece küreselleşmenin etkisi ile dünya çapında rekabet gücünü artırmayı sağlamakla sınırlı görmeyip, bununda ötesine geçerek eğitim sisteminin temel bileşenlerinden birisi olarak görmek durumunda kalacaklardır.
Ayrıca Eğitim 4.0 ortamında görselleştirilmiş eğitim öğretim araçlarının yoğun olarak kullanılması kaçınılmaz bir gereksinim olacaktır. Toplumsal dönüşüme ayak uyduracak yeni teknolojilerin eğitilmesi temel ihtiyaçlardan sayılacaktır. Bu dönemde “yaşam boyu öğrenme” eğitim kurumlarının temel misyonları arasında yer alacaktır. Bilgi kadar liderlik, işbirliği, yaratıcılık, dijital okuryazarlık, etkili iletişim, duyusal zeka, girişimcilik, global vatandaşlık, takım çalışması ve problem çözebilme kabiliyeti gibi yeteneklerin geliştirilmesi ve kabiliyetlerin kalitesinin garanti edilmesi de temel öğrenme kazanımı sayılacaktır. Bu açıdan bakıldığında Eğitim 4.0 sadece eğitim sistemi olarak görülmemelidir. Kritik analitik düşünme, yenilikleri ortaya çıkartmak (inovasyon), verimlilik, sorumluluk ve çok kültürlü bilgi paylaşımı, kariyer geliştirme gibi unsurlara odaklanmak kaçınılmaz olacaktır.
Endüstri 4.0’ın gerektirdiği her alanda tasarlayacak, geliştirecek, üretecek ve üretilen teknolojiyi kullanabilecek insan gücünün eğitimi kaçınılmaz bir gerçektir. Endüstri 4.0’ın gerçekleri; üst düzey düşünme becerilerine sahip bireylerdir, bilmenin yetmeyeceği, düşünmenin zorunlu hale geleceği yöntemlerdir. Dünya problemlerini doğru hissedecek ve tanımlayacak (eleştirel düşünme), çözümü için yenilikçi fikirler üretecek (yaratıcı düşünme), çözüm için doğru yöntem ve teknikleri kullanacak (bilimsel ve analitik düşünme) bireylerin her alanda yetiştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu durum okulöncesi, ilkokul, orta okul, ortaöğretim, yükseköğretim ve yaşam boyu öğretim de olmak üzere çok geniş bir perspektifte birbirleriyle entegre ve etkileşimli olarak düşünülmesi, planlanması, tasarlanması ve uygulanması gereken bir konudur.
Eğitim 4.0 yaklaşımında genel olarak yapılandırmacı eğitim sistemlerinin uygulanacağı belirtilmekte ve Bloom taksonomisinin ötesine geçilerek özellikle aşağıda açıklanan 3 alana dayalı bir öğrenme sürecinin uygulanacağı tanımlanmaktadır Gomaratat (2015).
Anlamayı düzenleyen 3R (Recalling- Hatırlama, Relating- İlişkilendirme, Refining- Rafine etme)
Araştırmayı tetikleyen 3I (Inquiring- Sorgulama, Interacting- Etkileşim, Interpreting- Yorumlama)
Netice üretmeye dayalı 3P (Participating- Katılımcı olma, Processing- İşleme, Presenting- Sunma)

Öğrencilere bu yetenekleri kazandırabilmek için görsel öğrenme, kişiselleştirilmiş eğitim sistemleri, oyun ve senaryo tabanlı öğrenme, proje bazlı problem çözme, artırılmış gerçeklik gibi yaklaşımların kullanılmasının gerekli olacağına işaret edilmektedir (Nedeva and Dineva, 2012).
Başta yükseköğretim akademik camia olmak üzere, eğitim sistemlerinde hedeflenen kazanımlara ulaşmak amacıyla üniversitelerde eğitim kalitesini arttırmak, öğretmen adaylarını teknoloji ile bütünleştirmek, onlarla inovatif ürünler geliştirmek, dijital okuryazarlığı geliştirmek gibi konularda eğitim araştırmalarına odaklanmak zorunluluğu bulunacaktır. Geleceğin bu tür eğitim ihtiyaçlarını karşılamak üzere eğitim sistemlerinde de önemli değişimler yaşanacaktır. Yukarıda kısmen açıklamaya çalışıldığı gibi genel hatları ile öğrenmeden daha çok inovasyon ağırlıklı bir yaklaşım öne çıkacaktır.
Öğrenmenin giderek çocuklar için önemli bir aktivite olmaktan çıkarak hayat boyu öğrenmenin önemli olacağı günlere doğru süratle yol alınmaktadır. İlgili literatürün incelenmesi neticesinde eğitim 4.0 kapsamında oluşacak olan temel değişim ve dönüşüm noktaları aşağıda maddeler halinde özetlenmiştir:
1. Eğitim öğrenim faaliyetleri farklı mekânlarda, farklı zamanlarda ve farklı araçlar kullanılarak olabilecektir. Her yerde ve her zaman eğitim/öğrenim anlayışı hâkim olacaktır. Bireyler kendi anlayış ve kavrayışları doğrultusunda uzaktan eğitimler alabileceklerdir. Teorik bilgiler sınıf dışında elde edilebilecektir. Pratik bilgiler ise yüz yüze eğitimin temel taşlarını oluşturacaktır.
2. Öğrenciler kendi kabiliyet ve yeteneklerine uyarlanabilir eğitim sistemleri üzerinden kişiselleştirilmiş eğitimler alabileceklerdir. Öğrencilerin öğrenme hızları ve durumlarına göre eğitimin içerikleri de zenginleştirilebilecektir. Öğrenciler bir konuyu anlamakta zorluk çekerler ise o konunun üstesinden gelinceye kadar tekrar tekrar eğitimleri alabileceklerdir. Bireysel öğrenme becerileri ile doğru orantılı olarak sürekli cesaretlendirileceklerdir. Böylece öğrencilerin öz güven kazanmaları sağlanmış olacaktır. Ayrıca öğretmenler de hangi öğrencilerin hangi konularda daha fazla desteği olduğunu görebilecekleri araçlara sahip olacaklardır. Diğer bir deyişle, öğrencileri eğitim sistemine uydurmak yerine sistemi öğrencilerin kabiliyet veya yeteneklerine göre şekillendirmek mümkün olabilecektir.
3. Her ne kadar derslerin amacı öğrenciyi belirli bir noktaya götürmek olsa da her öğrencinin hedeflenen noktaya erişmesi için izleyeceği yol farklı olabilecektir. Öğrenciler kişiselleştirilmiş öğrenme araçları ile kendileri için uygun olduğunu düşündükleri araçlar ile kendi öğrenme süreçlerini tasarlayabileceklerdir. Öğrenciler Kendi tercihleri ile serbest olarak tercihleri doğrultusunda şekillendirilmiş yani kendi eksikliklerini giderebilecekleri eğitim programı ve araçları ile esnek öğrenme gerçekleştirebileceklerdir. Harmanlanmış öğrenme, sınıfsız öğrenme, kendi cihazları ile öğrenme gibi yeni yaklaşımlar ile öğrenme önemli olacaktır.
4. Öğrenciler kendilerini gelecekteki serbest ekonomik ortamlarda bağımsız çalışmaya hazırlamak durumunda kalacaklarından proje bazlı öğrenme ve çalışma gerçekleştirmek durumunda kalacaklardır. Yani yetenek ve kabiliyetlerini kısa sürede nasıl uygulayacaklarını öğrenmek durumunda kalacaklardır. Kurumsal ve organizasyonel zaman yönetimi öğrencilerin geleceğe hazırlamaları için öğrenmeleri gereken temel gereksinimlerden birisi olacaktır.
5. Teknolojik gelişmelerin ışığında özellikle insan bilgi ve uzmanlığı gerektiren, yüz yüze etkileşime dayalı bir öğrenme ortamı oluşturulabilecektir. Derslerin temel teması alan bilgisi ve tecrübeye odaklanacaktır. Öğrencilere daha çok gerçek dünya problemlerini çözebilecekleri yetenekler kazandırmak üzere eğitimler verilecektir. Bu da daha çok STAJ, MENTOR Projeleri, ve TAKIM çalışması, İŞBİRLİĞİ odaklı yaklaşımlar ile eğitim/öğrenim faaliyetlerinin zenginleştirileceğini göstermektedir.
6. Günümüzde cehaleti ortadan kaldıran en önemli 3 göstergeden birisi matematik bilgisidir. Gelecekte manuel matematik işlemlerinin artık cehaleti önleyen unsurlardan görülmeyeceği açıktır. Bilgisayarlar her türlü istatistiki analizleri yapabilecek, verileri analiz edebilecek ve geleceğe yönelik tahminler gerçekleştirebilecektir. İnsanların yapması gereken daha çok bu verileri yorumlayabilmek olacaktır. Cehaleti ortadan kaldıran ve okuryazar sayılmanın en önemli göstergesi artık teorik bilgileri numerik verilere uygulayıp (veri analizleri gerçekleştirip) bu verilerden geleceğe yönelik trendleri ortaya çıkartma kabiliyeti olacaktır. Öğrencilerin büyük veri konusunda yoğun olarak eğitilmeleri ve analiz kabiliyetlerinin geliştirilmiş olması gerekecektir.
7. Sınav şekilleri de tamamı ile değişecektir. Soru ve cevap uygulamasından vazgeçilecektir. Öğrenciler konuları en sonuna kadar ezberleyip sınavdan sonraki gün unutmaktan kurtulacaklardır. Öğrenme süreci boyunca bilgileri ölçülecek ve bilgileri, sahada uygulama kabiliyetleri, çalıştıkları projelerin performansı ile test edilecektir. Kısacası sınav yerine durum değerlendirme kavramı gündemde olacaktır.
8. Öğrenciler ders içeriklerini oluşturma konusuna her geçen gün daha fazla dahil olacaklardır. Öğrenciler ve öğretmenlerin birlikte hazırladıkları içerikler ile güncel, modern ve gerçekçi içeriklere ulaşılabilecektir. Öğrenim programlarının en önemli girdisi öğrencilerin içerikler ile ilgili kritikleri olacaktır.
9. Mentor kullanma her geçen gün daha önemli olacaktır. Öğrencilerin öğrenme süreçleri daha bağımsız olacak o nedenle mentor kullanma öğrencinin başarısında önemli bir katkı üretecektir. Eğitim uzaktan gerçekleştirileceğinden öğretmen ve eğitim kurumları akademik performans için daha önemli olacaktır. Eğitim 4.0 dünyasında sanal mentorlar aktif olarak kullanılacaktır.
10. Internet üzerinden tüm kurslara ve derslere erişim söz konusu olabilecektir. Öğrencilerin en uygun şekilde öğrenmeleri için web arayüzleri ve erişim sistemleri gerçekleştirilecektir.
11. Tüm zamanların teknolojilerini etkileyecek yeni teknolojiler gelişmektedir. Bu teknolojilerin eğitim sistemlerinin de bir parçası olması söz konusu olacaktır. Eğitim 4.0 bu teknolojileri hem eğitim sistemlerinin ve araçlarının oluşturulmasında kullanacak hem de öğrencilerin öğrenmesi için eğitim programının bir parçası yapacaktır.
Bu anlatılanlardan hareketle üniversitelerin de eğitim/öğretim stratejilerinde değişiklikler olacaktır. Bunlar arasında aşağıdakileri saymak mümkündür:
Dijital Kültürün yaygınlaştığı eğitim ortamlarına dönüşümün sağlanması,
Inovasyon güdümlü eğitim programlarının yaşama alınması,
Yeni iş modelleri ve çok disiplinli eğitim programlarının uygulanması (fakültelerin yapılanmasının buna göre gerçekleştirilmesi),
Akreditasyon süreçlerindeki değişime ayak uydurmak, sabit eğitim programlarından vazgeçmek, inovasyon döngüsüne dayanan eğitim programları,
Yeni eğitim teknolojileri ve yaklaşımlarının kullanılması sanal simülasyon sistemleri (Artırılmış gerçeklik ile gerçek dünyanın entegrasyonu) ile zenginleştirilmiş eğitim programları gibi),
Uzaktan eğitim teknolojileri ve bilgisayar tabanlı yeni öğrenme süreçlerinin uygulanması,
Kişiselleştirilmiş eğitim ortamlarının devreye alınması.
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan 2023 Eğitim Vizyonunda da aşağıdaki bilgilere yer verilmiştir:
Dijital öğrenme materyalleri geliştiren lider öğretmenler desteklenerek teşvik edilecektir. Öğrenmede dijital ortam ve materyallerin kullanım yaygınlığına bağlı olarak, bu ortamlardaki öğrenmeyi ölçmek ve değerlendirmek üzere araçlar geliştirilecektir. Dijital içerikler; pedagojik yaklaşımı kuvvetli, kavramsal derinliği önde tutan, konu bütünlüğü taşıyan, yüksek etkileşimli materyallerdir. Gerçek yaşamla bağlantılı bu içerikler; fiziksel ortamda gerçekleştirilmesi zor olan interaktif deneyler, soyut kavramların görselleştirildiği canlandırmalar, simülasyonlar, çoklu disiplinlerin harmanlanmasını gerektiren büyük projeler içeren oyunlar, tüm bunların değerlendirme amacıyla kullanıldığı yeni nesil ölçme materyalleridir. Bu içeriklerin kullanımıyla, öğrencilerin ihtiyaç hissederek bilgi ve beceriye ulaşması, öğrenme motivasyonlarının artırılması ve ölçme değerlendirmenin çoktan seçmeli testler yerine, öğrenim sürecinde ortaya konulan günlük yaşam deneyimleri üzerinden yapılması hedeflenmektedir. Burada amaçlanan, Türkiye’nin her yerinde yaşayan öğrenci ve öğretmenlerin eşit öğrenme ve öğretme fırsatlarına kavuşması ve öğrenmenin sınıf duvarlarını aşmasıdır. Önümüzdeki 3 yıllık dönemde ilkokul, ortaokul ve lise seviyelerinde, okulda ve okul dışında öğrenciye, öğretmene, eğitim yöneticilerine, kamuya, müfredata, eğitsel içeriğe vb. yönelik yapılacak çalışmalarla kodlama, 3D tasarım, elektronik tasarım benzeri bilişimle üretim becerilerinin öğrenme süreçlerine entegrasyonu sağlanacaktır (2023 Eğitim Vizyonu, 2018, s. 73-75).
Dijital materyaller ile basılı materyaller ilişkilendirilecek, öğretmenlere bunların etkin kullanımıyla ilgili destek materyaller sunulacak, dijital materyallerin ana öğretim materyali olarak kullanılması yaygınlaştırılacaktır.
İçerik çeşitliliğini desteklemek için ülke çapında içerik geliştirme ekosistemi oluşturulacaktır.
Dijital içerikleri etkin olarak kullanma ve geliştirme kültürü edinmiş lider öğretmenler yetiştirilerek, bu kültürün okullarda yaygınlaşması sağlanacaktır.
Öğrencilerin PISA gibi uluslararası sınavlarda arzu edilen sonuçları alabilmeleri için üst bilişsel becerileri destekleyen yeni nesil dijital ölçme materyalleri geliştirilecektir.
Sınıf öğretmenlerinin bilgisayarsız ortamda algoritmik düşünce öğretimine yönelik, yüz yüze hizmet içi eğitimler düzenlenecektir.
Öğretmenlerimizin dijital eğitim konusunda kendilerini geliştirmelerine yönelik olarak, istedikleri zaman faydalanabilecekleri içerik videoları geliştirilecek ve çevrimiçi atölyeler düzenlenecektir.
Matematik, fen bilimleri, fizik, kimya, biyoloji, Türkçe, sosyal bilgiler, coğrafya gibi derslerin öğretmenlerine, disiplinler arası proje yapımı, 3D tasarım ve akıllı cihaz gibi alanlarda yüz yüze atölye eğitimleri verilecektir.
Soru 2: Yaşadığımız bu dönemde, okul yöneticilerinin, okulun yönetimine ilişkin süreçlerde toplumsal katılıma ilişkin tutumları nasıl etkilenmektedir?
Okul-Toplum İlişkisi Eğitimin ve eğitim süreçlerinin örgün ve planlı bir biçimde yürütüldüğü okulun üç temel işlevinden söz edilmektedir (Akyıldız,1992). Bunlar, kültür aktarımı, meslek edindirme ve bireysel gelişmeyi sağlamaktır. Okul kurumu tüm bu işlevleriyle toplumsal beklentileri karşılamayı amaçlar (Brubacher, 1978).
Bir kamu hizmeti olarak okul kurumunun kendinden beklenen işlevleri yerine getirebilmesi onun yakın çevresiyle sıkı bir ilişki içinde bulunması ile mümkündür. Okul, çevresiyle ilişki içinde yönetildiğinde amaçlarını daha kolay gerçekleştirecek ve daha esnek bir hizmet sunma imkânına kavuşacaktır (Demirbulak, 1997; Schaffer, 1994). Okul-çevre ilişkisi dört başlık altında toplanabilir (Pehlivan, 2000, 108): a) Çevre kalkınmasına okulun katkıda bulunması, b) Okul-aile iş birliği ve aile katılımının sağlanması, c) Baskı grupları, gönüllü kişi ya da gruplarla ilişkiler, d) Çevrenin eğitime desteğinin sağlanması ve halkla ilişkiler. Okul çevre ilişkilerinin bir boyutu da okulun yönetim süreçlerine toplumsal katılımı sağlamaktır. “Yönetişim” olarak da ifade edilen yönetime toplumsal katılımın sağlanmasını Margolis ve Tewel dört düzeyde ele almıştır: (a) Düşünsel katılım, (b) malî katılım, (c) görevsel katılım ve (d) yönetsel katılım (aktaran: Yılmaz, 1993, s. 19).
Okul-toplum ilişkilerini sivil toplum kuruluşları ile işbirliği süreçleri açısından inceleyen Bray ise (2000) okul ile toplum arasındaki işbirliğinin sağlayacağı faydaları şöyle sıralamaktadır: (1) Deneyim ve uzmanlık paylaşımı, (2) dayanışma, (3) iş bölümü, (4) kaynak sağlama, (5) sahiplenme duygusu, (6) daha geniş alana ulaşma, (7) etkililikte artış, (8) izleme ve değerlendirme.
Batı’da yaygın olarak kabul gören okul yöneticiliği standartlarından biri toplum liderliğidir. Ayrıca okul yöneticisinin politik liderlik becerisine de sahip olması gerekir. Toplum liderliği, okul dışı toplumu da yönetme yeterliliği olarak tanımlanabilir. Politik liderlik ise okul yöneticisinin içinde bulunduğu toplumun genel siyasi, ekonomik, yasal ve kültürel koşullarını anlaması, bunlara uyması ve gerektiğinde etkilemesi olarak tanımlanmaktadır (Gümüşeli, 2001).
1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 5. maddesinde yer verilen “Ferdin toplumun ihtiyaçları” başlıklı ikinci ilke “Milli eğitim hizmeti, Türk vatandaşlarının istek ve kabiliyetleri ile Türk toplumunun ihtiyaçlarına göre düzenlenir.” şeklinde açıklanmıştır. Aynı Kanunun 16. maddesinde “Eğitim kampüsleri ve okul ile ailenin işbirliği” başlıklı 13. ilkede de “Eğitim kurumlarının amaçlarının gerçekleştirilmesine katkıda bulunmak için okul ile aile arasında işbirliği sağlanır.” denilmektedir (Milli Eğitim Bakanlığı (MEB, 2009).
Okul-toplum ve okul-çevre ilişkisi eğitim ile ilgili mevzuatta da önemli bir yer tutmaktadır. Okul Aile Birlikleri Yönetmeliği (MEB, 2005b), Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği (MEB, 2004), İlköğretim Kurumları Yönetmeliği (MEB, 2003), Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumları Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği 08/6/2017 tarihli ve 30090 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir (Değişiklik, 12/9/2019 tarih ve 30886 sayılı Resmi Gazete). Okul-çevre, okul toplum ilişkilerine açık bir şekilde vurgu yapmaktadırlar. Diğer taraftan 18. Milli Eğitim Şurası’nda okullara yerel yönetimlerin ve toplumun katkılarının artırılması kararı alınmıştır (MEB, 2010).
Soru 3: Makro eğitim politikalarından etkilenen okul yönetimleri, okulun işleyiş ve değerlerine zarar vermemesi için okulların nelere sahip olması gerekir? Bu süreçte ek olarak neler yapılmalıdır?
Yönetsel bakımdan okul yöneticisinin yönetsel davranışları, karar alma, planlama yapma, örgütleme, iletişim kurma, eğitim çalışanlarını amaçlar doğrultusunda etkileme ve değerlendirme yapmaktır. Okulun kendisinden beklenen toplumsal rolü etkili şekilde oynayabilmesinin belirleyici unsurlarından birisi de okul yöneticisinin, yönetsel süreçler konusunda sahip olduğu yetkinliktir. Okul yöneticisinin sahip olması gereken yönetsel yetkinlikler içerisinde, yönetime ilişkin bilgi ve beceri ile birlikte deneyim önemli bir yer tutmaktadır. Okulun toplumsal işlevlerinden birisi de, toplumsal kültürün korunması, geliştirilmesi ve yeniden üretilmesidir. Bu nedenle, okul yöneticisinin öncelikli görevi okulu, mevzuatın kendisine tanıdığı yetki çerçevesinde yönetmek ve yaşatmak olduğu kadar, okulun toplumsal ve kültürel işlevlerini yerine getirmesine katkı sunmaktır. Bu bağlamda okul yöneticisinden okulun içerisinde yer aldığı toplumsal kültürü ve bu kültüre özgü değerleri içselleştirmiş olması beklenmektedir. Okul yöneticisinin bu bağlamda yerel değerlere bağlı olmasının dışında, davranışlarında evrensel etik ilkelerine de sadık kalması ve uyması beklenmektedir.
Etik, en yalın şekilde insana, ne yapması ya da ne yapmamasını öneren bir dizi değerler bütünü olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda okul yöneticisinin örgütsel ve mesleki etik değerlerini kendi kişiliğinin bir parçası haline getirmesi ve etik değerleri günlük eylemlerine yansıtması gerekmektedir. Okul yöneticisinin etik değerlere sadık kalması onun üstlendiği mesleki rolün de önemli bir yönünü oluşturmaktadır. Dolayısıyla okul yöneticisinin, mevzuata olduğu kadar etik ilke ve değerlere de uyması genel bir toplumsal beklentidir.
Ahlak kavramını, en yalın haliyle toplumu oluşturan kişi ya da kişilerin doğru ya da yanlış davranışlar arasında bir ayrıma gidebilme yetkinliğine sahip olması şeklinde ele almak mümkündür. Bu bağlamda etik, ahlaktan farklı olarak ahlaka konu olan davranışları felsefi olarak inceleme, açıklama ve nihayet değerlendirme çabası olarak da ele alınabilmektedir (Arslan, 1994, s. 119). Bu genel çerçeveye bağlı olarak etiğin, kişi ya da kişilere ne yapması ya da ne yapmamasını öneren değerleri de içerdiği söylenebilir. Söz konusu değerler içerisinde, toplumsal çıkarlar, faziletler, ilkeler ve ödev yer almaktadır (Svara, 2007, s. 10).
Toplumsal çıkar (kamu yararı) ile kastedilen, toplumun genel menfaatleridir. Başka bir deyişle tüm toplumu ilgilendiren ve toplumun genel yararını kapsayan her türlü eylemdir. Toplumsal çıkarın eğitimsel karşılığı, toplumu oluşturan tüm bireylerin eşit imkânlarda ve adil bir şekilde eğitime erişimi ve eğitimsel imkânlardan yararlanabilmesidir.
Diğer yandan, bir başka değer olarak tanımlanan fazilet ise iyi insanın nasıl olduğunu betimleyen tüm özelliklerdir. Fazilet sahibi bir insan kültürden kültüre değişmekle birlikte, iyiliksever, dürüst, merhametli, bağışlayıcı ve benzeri özellikleri kişiliğinin bir parçası yapmış ve günlük her türlü eylemini bu gibi değerler üzerine oturtmuş kişilerdir. Yoksul bir bölgede yer alan bir okulun yöneticisi, muhtaç öğrencilere imkânlar dâhilinde maddi ya da ayni yardımları koordine etmesi ve bunları hiçbir ayrım gözetmeksizin ihtiyacı olan öğrencilere ulaştırması bir fazilet örneğidir.
Diğer yandan etiğe konu olan bir diğer değer ise kişi ya da kişilerin sahip oldukları ilkelerdir. İlke, en genel haliyle insan eylemlerini biçimlendiren temel doğrular şeklinde tanımlanabilir. Gözlenen davranışların ardında her insanın sahip olduğu ilkeler yer almaktadır. Yalan söylememek, doğru bildiğini ne pahasına olursa olsun hiç kimseden çekinmeden söylemek, sahip olduğu maddi varlıkları koşulsuz bir şekilde başka insanlarla paylaşmak, birer ilkesel davranış olarak örneklendirilebilir. Bir okul yöneticisinin, okula ait araç ya da gereçleri kişisel işleri için kullanmaması, onun ilkesel bir davranışıdır. Bir öğretmenin, dersine vaktinde girmesi ve vaktinde çıkması onun işine gösterdiği saygının bir dışa vurumu olduğu kadar, onun sahip olduğu mesleki ilkelerin bir yansıması olarak da ele alınabilir.
Etik alanının bir diğer değeri ise ödevdir. Ödev ise en sade haliyle kişinin icra ettiği mesleki rolden ya da örgütsel pozisyondan beklenen rol davranışlarıdır. Bir ayakkabı imalatçısından sağlam ve dayanıklı ayakkabı imal etmesi beklenir. Bu onun ödevidir. Nitekim kültürümüzde “pabucu dama atılmak” deyimi, Ahilik geleneğinde meslek etiğine uymayan zanaat erbabının halka teşhir edilmesinin güzel bir örneğidir. Geleneksel Osmanlı toplumunda, kamu adına denetim yapan görevliler meslek standartlarının gereği olan nitelikte ayakkabı (eski dilde çarık) üretmeyen esnafın ürettiği defolu ayakkabıyı, imalathanenin çatısına (eski dilde dama) atar ve böylece müşterilere, söz konusu imalatçının bozuk üretim yaptığını ilan ederlerdi. Benzer durumun örneklerini okul ortamı için de vermek mümkündür. Bir öğretmenden öğretim yöntem ve tekniklerini etkili şekilde kullanarak öğrencileri en iyi şekilde yetiştirmesi beklenir. Dolayısıyla öğretmenin etkili ders anlatımı bilgisine sahip olması, bunu sınıf etkin şekilde hayata geçirmesi ve öğrencilerini en verimli şekilde yetiştirmesi onun mesleki bir ödevi olarak ele alınabilir.
Okullarda yöneticilerin davranışlarını resmi kural ve prosedürlere dayalı olarak gerçekleştirmesinin dışında, toplumsal ve kişisel ahlaki değerleri de temel arak sergilemesi de önem taşımaktadır. Yöneticinin eylemini sergilerken, toplumsal ve kişisel değerleri referans alarak gerçekleştirmesinde onun ahlaki gelişmişlik seviyesi son derece belirleyici bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır (Maesschalcs, 2004). Bu bağlamda bir etik sıra dizininden söz etmek gerekmektedir. Etik sıra dizinin basamakları arasında bireysel ahlâk, meslek etiği, örgütsel etik ve toplumsal etik bulunmaktadır (Shafritz ve Russell, 2005). Sıra dizinin ilk evresinde okul yöneticisinin sahip olduğu bireysel ahlâk düzeyi yer almaktadır. Yöneticinin sahip olduğu bu bireysel ahlâk çoğu durumda yöneticinin içerisinde doğup büyüdüğü çevrenin kültürü tarafından şekillendirilir. Bu yönüyle bireysel ahlâk daha çok yerel özellikler içerir. Bu kapsamda yöneticinin içerisinde yetiştiği toplumun inanç tarzı, ailenin sosyo-kültürel özellikleri, kültürel ve toplumsal değerlerin tümü, yöneticinin okullarda sergileyeceği davranışların nasıl olacağına ilişkin ipuçları verebilmektedir. Bununla birlikte etik hiyerarşisinin ikinci basamağında meslek etiği yer almaktadır. Meslek etiğini, kamusal görev üstlenen kişilerin görevlerini önceden belirlenmiş meslek kurallarına dayalı gerçekleştirmesi şeklinde betimlemek mümkündür. Okul yöneticisinin sahip olması gereken meslek etiği, onun okul yöneticiliğine özgü mesleki rolden sapma göstermeksizin içselleştirerek davranışa dönüştürmesidir.
Etik sıra dizininin üçüncü basamağında ise örgütsel etik yer almaktadır. Örgütsel etik ise okul yöneticisinin okulun sahip olduğu örgütsel amaçların başarılması yönünde saptanmış kuralara dayalı eylemde bulunması anlamı taşımaktadır. Okulun örgütsel amacı, eğitimsel hedeflerin gerçekleştirilmesidir.
Nihayet etik hiyerarşisinin üst basamağında toplumsal etik bulunmaktadır. Toplumsal düzeyde yer alan etik, yöneticinin daha çok toplumun genel menfaatini düşünmesi ve eylemlerini buna dayalı olarak sergilemesi anlamı taşımaktadır. Toplumun eğitimden beklentisi, yetişen kuşakların toplumsal rollere en iyi şekilde hazırlanması ve böylece toplumsal yeniden üretiminin sağlanmasıdır. Bireyin toplumla bütünleştirilmesi, toplumsal ahengin ve bütünlüğün bir koşuludur.
Soru 4: Makro politikalardan etkilenen ülkemizin, sahip olduğu genç nüfusun potansiyelini ortaya çıkarmak için eğitimde inovasyon çabalarını nasıl ortaya çıkarmalıdır?
Son yıllarda işletmelerde sıkça duyulan, inovasyon kavramının Türkçe karşılığı, yenilenme, yenilik veya yenilikçilik sözcükleriyle ifade edilmektedir. Drucker, inovasyonu, yeni fikirlerin, süreçlerin, ürünlerin ve hizmetlerin üretilmesi, kabul görmesi ve uygulamaya alınması olarak tanımlamaktadır. Birch ve Clegg, inovasyonun iş hayatında, sadece değişim amaçlı yaklaşım olmadığını, işinizi ve ürünlerinizi rakiplerinizden ayırt ederek farklılaştırmaya veya geçmişten bu güne uzanan belli başlı yolları takip etmekle çözülemeyen problemleri çözmeye yarayan araç olduğunu belirtmiştir. Buradan hareketle bir inovasyon tanımı yapılacak olursa; inovasyon, yeni bir fikir ve ürünün ortaya çıkarılması işlemi olmakla birlikte daha önce var olan ürün ve uygulamaların güncellenmesi, geliştirilmesi ve iyileştirilmesidir.
Yöneticilerin, kişisel özellikleri ve daha sonradan elde ettikleri kazanımlar (deneyimler) yönetim tarzlarını belirlemektedir. Sahip olunan bu yönetim tarzlarının, inovasyon sürecini etkileyen en önemli bireysel etkenlerden biri olduğu tartışılmaktadır. Yöneticilerin inovasyon sürecini daha etkili bir şekilde yönetmeleri için yönetim tarzlarını şekillendiren liderlik özellikleri, uzmanlık bilgisi ve becerilerini etkin bir şekilde kullanması gerekmektedir. İnovasyonun, yönetiminin profesyonelleşmesi ve inovasyon performansının artırılmasının böylece mümkün olacağı düşünülmektedir.
Yönetme tarzlarıyla ilgili birçok araştırmacı dönüşümcü yönetim tarzının yenilikle ilişkili olduğunu savunmaktadır. Elkins ve Keller, AR-GE faaliyetlerinde dönüşümcü yönetme tarzının önemini vurgulamaktadır. Elenkov ve Manev, dönüşümcü yönetim tarzı üzerinde durmuş ve bu yönetim tarzının yeniliklere büyük etkisinin olduğunu savunmuşlardır. Bu yöneticilerin, rekabet ortamını fırsata çevirmek istemesi, entelektüel uyarıma sahip olması, ilham verici motivasyonunun bulunması ve çalışanlarla iletişim düzeyinin yüksek olması nedeniyle fikir üretimi aşamasını başlatması, ileri aşamalara kadar sürdürmesi beklenmektedir. Çalışanlarının fikirlerine önem vermesi ve yeni fikirlerini desteklemesi süreç için itici bir güç olması beklenmektedir. Ayrıca vizyoner olmaları, işletmeye büyük ve gerçekleştirilmesi zor hedefler belirlemeleri üretilen fikirlerin, ticari faaliyet haline getirilmesi için çaba göstermelerini sağlayabilecektir.
Krause (2004), ise yenilikçi davranışları ölçtüğü araştırmasında, dönüşümcü ve karizmatik yönetme tarzlarını ön plana çıkarmaktadır. Bozkurt ve Göral (2013), yönetim tarzları ve yenilik stratejileri ile ilgili araştırmalarında, dönüşümcü ve karizmatik tarzda yönetmenin etkililiğine değinmektedirler. Karizmatik yönetim, kriz ortamlarında ortaya çıkan, kurtarıcı ve sıra dışı niteliklere sahip, güçlü kişilik özelliklerini barındıran kişilerle gerçekleştirilebilir33. Karizmatik yöneticiler, sergiledikleri davranışlar ve özellikleriyle, takipçilerini (çalışanlarını) geliştirmeye açık olmalarıyla, çevresel konulara önem vermeleriyle inovatif faaliyetlere oldukça açık yöneticiler olarak düşünülebilir. Bu çerçevede inovasyon sürecini yönetme bakımından değerlendirilecek olursa, karizmatik yönetim tarzında yöneticilerin, fikir üretimine önem vermesi, yeni fikirlerin ortaya çıkmasını fark ederek, etkili iletişimiyle ve hedefe sürükleyebilme yetenekleriyle fikirleri geliştirmeleri beklenmektedir
Uğurluoğlu ve Çelik (2009), stratejik yönetim tarzının örgütler için önemini vurgulamış ve yenilikçi özelliklerini ifade etmişlerdir. Yazarlar stratejik tarzda yönetmenin üç temel karakteristiğe sahip olduğunu ifade etmektedir. İlki örgüt için üstün bir amaç belirleme, ikinci özelliği rol model olma ve üçüncü özelliği ise yüksek performans standartları ortaya koymadır. Davies ve Davies 40’e göre stratejik tarzda yönetenler; organizasyona stratejik olarak yön verebilme, stratejiyi faaliyete çevirebilme, etkili stratejik dönüm noktalarını belirleyebilme, stratejik becerileri geliştirebilme yeteneklerine ve doyumsuzluk, durmak bilmezlik, taşıyabilme, uyum sağlama ve bilgelik gibi özelliklere sahiptirler. Bütün bu yetenek ve özellikler göz önüne alındığında, stratejik tarzda yöneten yöneticilerin yenilik faaliyetlerini desteklemesi ve değişim taraftarı olmaları düşünülmektedir.
Hizmetkâr tarzda yönetim yenilikçilik/İnovasyon sürecini yönetme bakımından değerlendirilecek olursa, hizmetkâr tarzda yöneten yöneticiler, topluma ve çalışanlarına kıymet veren ve hizmet etme arzusu güçlü olan kişiler olmaları nedeniyle topluma fayda sağlayacak yenilikleri hayata geçirme konusunda oldukça istekli ve gayretli olabileceklerdir. Çalışanlarına güler yüzlü olması, onları kollayıcı ve cesaretlendirici davranışlar sergilemesi, fikir üretimi aşamasını kolaylaştıracaktır. Çalışan performansının yükselmesini arzulaması, yeni ve farklı fikirler bulmak için çaba sarf eden çalışanlarına destek vermesi beklenmektedir.
Gençleri “yetiştirmek” ve “geliştirmek” gayretinde olan kurumlar kendi yaklaşımları çerçevesinde gençliği farklı yaş grupları içerinde ele almaktadır. Söz gelimi, 12-24 yaş aralığı en çok kabul görme eğiliminde olmakla beraber, Gençlik ve Spor Bakanlığı Ulusal Gençlik ve Spor Politikaları Belgesinde gençliği 14-29 yaş olarak belirlemiştir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın gençliğe dair tanımı; “büluğ çağına erme nedeni ile biyopsikolojik bakımdan çocukluğun sonu ile toplum hayatında sorumluluk alma dönemi olan çocukluk ile genç yetişkinlik arasında kalan, 12-24 yaşları arasındaki grup” şeklindedir.
Diğer yandan Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) 2008 yılında hazırladığı insani gelişme raporunda gençlik 15-24 yaş aralığı olarak ifade edilmiştir. Demografik tasnife göre Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) , gençlik yaşını 15-25 nüfus yaşı olarak kabul etmektedir. UNESCO’nun gençlik tanımı ise “Genç öğrenim yapan, hayatını kazanmak için çalışmayan, kendine ait konutu bulunmayan kişi” şeklindedir. Gençlik yaşı kimi araştırma ve resmi belgelerde çeşitlilik arz etmekle beraber genel kabul 25 yaş üst olarak tayin edilmiştir. Ayrıca bazı araştırmalarda 25 yaş altındaki tüm nüfusun gençlik ya da “Genç nüfus” olarak tanımlandığı görülmektedir. Türkiye’nin şartları göz önüne alındığında gençlik politikalarının hedef grubu 14-29 yaş aralığında bulunan bireyler olduğu kabul görmektedir.
İnsanlık bugüne kadar üç endüstriyel devrim yaşamıştır ve şu an dördüncü devriminin içinde bulunmaktadır. 2020’li yıllarda toplumlar yeni bir teknolojik, ekonomik ve sosyal dönüşümün eşiğindedir. Bilişim teknolojilerini ve endüstriyi bir araya getirmeyi amaçlayan dördüncü sanayi devriminin endüstriyel strateji planı, 2011 yılında Almanya’da gündeme gelmiştir (Wikipedia, 2016).
Dünya Ekonomik Forumu’na göre (World Economic Forum, 2016) 2020 yılında dördüncü sanayi devriminin gerçekleşmesi ile en önemli on becerinin şu şekilde değişmesi öngörülmektedir.
2015 ve 2020 Yıllarında En Önemli On Beceri Listesi
2015 Yılında 2020 Yılında
1. Karmaşık Problemleri Çözebilme 1. Karmaşık Problemleri Çözebilme
2. İşbirliği 2. Eleştirel Düşünme
3. İnsan Yönetimi 3. Yaratıcılık
4. Eleştirel Düşünme 4. İnsan Yönetimi
5. Münazara 5. İşbirliği
6. Kalite Kontrol 6. Duygusal Zeka
7. Hizmet Odaklılık 7. Değerlendirme ve Karar Verme
8. Değerlendirme ve Karar Verme 8. Hizmet Odaklılık
9. Aktif Dinleme 9. Münazara
10. Yaratıcılık 10. Bilişsel Esneklik
(2015 ve 2020 yıllarında en önemli on beceri listesi. https://www.weforum.org/agenda).

21. yüzyılda yaşayan bireylerin kazanması beklenen bu beceriler bazı alanlarda “21. yüzyıl becerileri” olarak adlandırılmaktadır. Ancak bu beceriler çok geniş bilgi ve farklı alt becerileri kapsadığı için alan uzmanlarının üstünde uzlaşabildikleri bir liste bulunmamaktadır. Bu becerileri tanımlamak ve kategorileştirmek çok kolay bir iş değildir. Bu nedenle bu becerilerin tanımlanması okuldan okula, kişiden kişiye farklılık göstermektedir (P21, 2016).
21. yüzyıl becerilerini üç ana başlık altında 13 beceri olarak almışlardır (Partnership For 21st Century Skills, akt. Eryılmaz ve Uluyol (2015).
21. Yüzyıl Becerileri
Beceri Alt Beceri
Öğrenme ve Yenilikçilik Becerileri Yaratıcı Düşünme, Eleştirel Düşünme, Problem Çözme İletişim, İşbirliği
Bilgi, Medya ve Teknoloji Becerileri Bilgi Okuryazarlığı, Bilgi ve İletişim Teknolojileri (BİT) Okuryazarlığı, Medya Okuryazarlığı
Yaşam ve Kariyer Becerileri Esneklik ve Uyum, Kendini Yönetme, Sosyal Beceriler, Üretkenlik ve Hesap Verebilirlik, Liderlik

Wagner (2008); eleştirel düşünme ve problem çözme, işbirliği ve liderlik, esneklik ve uyum, girişimcilik, etkili sözel ve yazılı iletişim, bilgiye erişme ve analiz edebilme ile merak ve hayalgücü becerilerinin öğrencilerin gereksinim duydukları önemli beceriler olduğunu ifade etmektedir. Bu becerilerin son dönemde ortaya çıkmadığı yıllardır eğitim sistemlerinin bireylere kazandırmayı amaçladığı beceriler arasında yer aldığı söylenebilir.
Atc21s (21. yüzyıl becerileri öğretimi ve değerlendirilmesi), 21. yüzyıl becerilerini dört kategori altında toplamaktadır. Düşünme yolları kategorisinde; yaratıcılık ve inovasyon, eleştirel düşünme, problem çözme, karar verme; öğrenmeyi öğrenme/üst biliş becerilerine yer vermiştir. Günümüzde yaratıcılık, medeniyetin gelişmesini sağlayan itici bir güç olması nedeniyle eğitim sistemleri tarafından geliştirilmesi gereken yaşamsal öneme sahip becerilerden biri olarak değerlendirilmektedir (Craft, 2007); çünkü ekonomik, sosyal, politik birçok soruna çözüm bulma potansiyelini barındırmaktadır (Aish, 2014; Burnard & White, 2008; Kampylis, 2010).
Yaratıcı düşünmenin yanı sıra ön plana çıkan diğer bir kavram ise inovasyondur. Schumpeter inovasyonu dar anlamda, yeni bir üretim fonksiyonu geliştirmek olarak tanımlamıştır. Geniş anlamda ise inovasyon; yeni bir ürün icat etmek, yeni bir üretim yöntemi geliştirmek, yeni bir pazar kurmak, hammadde temini için yeni kaynaklar geliştirmek ve yeni bir organizasyon oluşturmak gibi faaliyetleri kapsamaktadır (Schumpeter’den aktaran Işık & Kılınç, 2012). Eğitim sisteminde politika müdahalelerinin etki analizine yönelik çalışmalar, erken yaşta yapılan müdahalelerin çok daha etkili olduğunu ortaya koymaktadır (Eğitim Sisteminde Kalitenin Artırılması Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 2018):
Bu nedenle son dönemdeki eğitim reformu tartışmaları öğrencilere meslek bazlı yetenekleri öğretmek yerine, temel öğrenme yeteneklerini ve öğrenmeyi sürdürülebilir kılacak araçları öğretmeye doğru değişmiştir.
Bilişsel/analitik yetenekler: Bu yetenekler aslında herhangi bir konuyu önceliklendirme, anlama, planlama, karşılaştırma, bağlantılar kurma ve sorun çözme gibi yetenekleri içinde barındıran bir araç kitidir. Geleneksel eğitim sistemleri içinde bu yetenek kiti doğrudan öğretilmemekte, ancak matematik ve fen bilgisi gibi sayısal dersler içinde gizli olarak bulunmaktadır. Günümüzde ise birçok ülkede doğrudan düşünme algoritmasına yönelik eğitim sağlayan politika müdahalelerinin yanı sıra, bir konu etrafında bu yetenekleri geliştiren programlar da bulunmaktadır.
Öğrenmeyi destekleyici sosyal yetenekler: Bu tip yetenekler, çalışkanlık, sorumluluk, azim ve kararlılık gibi öğrenmeyi hızlandırıcı ve sürekli hale gelmesini sağlayıcı araçlardır. Öğrenmeyi destekleyici sosyal-duygusal yeteneklerin önemi daha çok son yıllarda yapılan çalışmalarda ortaya çıkmıştır: Çocukların sosyalduygusal yetenek düzeylerini iş hayatına girmeden önce ölçerek yetişkinlik döneminde iş hayatındaki başarısı ve ücret seviyesi ile ilişkilendiren çalışmalar, bilişsel yetenekler ile sosyal-duygusal yeteneklerin hemen hemen aynı oranda etkili olduğunu ortaya koymaktadır (Heckman ve Kautz, 2012).
İletişim yetenekleri: Bu yetenekler çocukların bilgileri etkin bir biçimde aktarabilmelerini ve tartışabilmelerini sağlamaktadır. - İletişim yetenekleri açısından etkin iletişim kurabilme, dışadönük tavır gibi sosyal-duygusal yetenekler öne çıkmaktadır. - Bu gruptaki en önemli yeteneklerden biri yabancı dilde iletişim kurabilmeye ilişkindir. İngilizce yazılı ve sözlü iletişim becerisi, yeniliklerden anında haberdar olabilmek için son derece önemlidir. Avrupa Birliği, bilgi toplumunda sekiz anahtar yeterliğin esas olduğunu kabul etmekte ve üye ülkelerin söz konusu yeterlilikleri geliştirmek üzere hayat boyu öğrenme politikaları uygulamalarını önermektedir. Bu yeterlilikler;
- Anadilde iletişim,
- Yabancı dilde iletişim,
- Matematik, fen ve teknolojide temel yeterlik,
- Dijital yeterlik,
- Öğrenmeyi öğrenme,
- Sosyal ve vatandaşlık yeterlikleri,
- Kişisel teşebbüs ve girişimcilik,
- Kültürel farkındalık ve ifade yeterliği.
Dünya Bankası (2017) çalışmasına göre, öğrenmenin gerçekleşmesi, dört ana faktöre bağlıdır ve üç ana politika aracı ile öğrenmenin etkinliği sağlamlaştırılabilir (Şekil 2). Öğrenmenin etkinliğini belirleyen dört faktör, öğretmenler, öğrenciler, okul girdileri ve okul yönetimidir. Bu faktörlerin etkinliğini belirleyen ise birbirini tamamlayan üç politika aracı olarak ortaya konulmuştur:
• Öğrenmenin ölçülmesinin önemli bir hedef haline getirilmesi,
• Veriye dayalı politika geliştirilerek okulların tüm öğrenciler için işe yarar hale getirilmesi,
• Aktörlerin birlikte çalışması sağlanarak tüm sistemin öğrenciler için işe yarar hale getirilmesi (Eğitim Sisteminde Kalitenin Artırılması Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 2018, s. 5-6).
Millî Eğitim Bakanlığı da yenilikçi uygulamalar kapsamında sürekli öğretim programlarını Güncellemektedir:
Bakanlığımızın eğitim politikaları ve öncelikleri; öğrencilerin millî, manevi, evrensel değerlere sahip; hem akademik hem de sosyal anlamda başarılı olabilen; teknolojik gelişmelere uyum sağlayabilen; kendisine, toplumuna ve farklı kültürlere karşı yüksek düzeyde farkındalıkla saygı duymayı başarabilen hayata hazır, mutlu ve sağlıklı bireyler olarak yetişmelerini sağlamak yönündedir. Bunu başarabilmenin yolu ise eğitim sisteminin temel unsurlarından olan okullarımızdaki derslerin, etkili ve verimli bir şekilde işlenmesinden geçmektedir. Bu bağlamda öğretim programlarımıza yönelik güncelleme çalışmaları da bir zorunluluk hâline gelmiştir. Son yıllarda dünyadaki bilimsel ve teknolojik gelişmeler, öğrencilerin sadece okul ortamlarında değil, gelecekte toplumda üretken birer birey olarak sahip olmaları gereken becerileri de farklılaştırmıştır. Bilgi çağı olarak adlandırılan günümüzde öğrencilerin sadece temel becerileri edinmeleri değil, bu becerileri uygulayabilecekleri ve geliştirebilecekleri ortam ve durumların oluşturulmasına imkân sağlayan öğretim programlarının hazırlanması ya da mevcut programların bu becerileri yansıtacak şekilde yeniden gözden geçirilmesi önemlidir.
Günümüz dünyası, bireylerden üretici olmasını beklemektedir. Bireylerin üretkenliklerini ortaya koyabilmesi için ise yenilikçi düşünme, eleştirel düşünme, problem çözme, iletişim, işbirliği, bilgi okuryazarlığı, medya okur-yazarlığı, bilgi ve iletişim teknolojileri (ICT) okur-yazarlığı, girişimcilik, üretkenlik, sorumluluk gibi 21. yüzyıl becerileri diye adlandırılan öz yeterlilik ve becerilerin geliştirilmesi hedeflenmektedir. Bu anlamda inovasyon yapabilme seviyesine ulaşmış yeterlilikleri olan, inovatif düşünce kültürüne sahip bireylerin yetişmesinin yolu açılarak güçlü bir ekonomi ve yaşam seviyesi yüksek bir toplum oluşturmak, bilgiyi üretmenin yanı sıra, üretilen bilginin insanın yararına yönelik kullanılması gerektiğinin bilinç ve şuuruna ulaşmış nesiller yetiştirmek güncellenen programlarımızın temel amaçlarından birisidir.
Bu anlamda revize edilen programlarla; yetişecek neslin, toplumumuzun millî, manevi ve kültürel değerlerini özümsemiş, evrensel değerlere duyarlı ve saygılı bireyler olarak yetişmesi amaçlanırken ayrıca yukarıda bahsedilen yeterlilikler de temel hedeflerden olarak belirlenmiştir. Öğretim programlarında, vatan sevgisi, nezaket ve görgü kuralları, sabır, adil olma, aile birliğine önem verme, bağımsızlık ve özgür düşünebilme, dürüstlük, misafirperverlik, saygı, sevgi, sorumluluk, temizlik, vatanseverlik gibi birçok değerin işlenmesi ile birlikte sınıf ortamında uygulamalarla hayata geçirilmesi ve davranışa dönüştürülmesi hedeflenmektedir.
İnovasyon kavramının ilk olarak iktisat alanında tanımlanması ve “değer taşıyan yenilik” olarak algılanması nedeniyle eğitim alanında üzerine çalışılan bir kavram olarak görülmemekte ya da yalnızca “yenilik” olarak algılanması nedeniyle kullanılmamaktadır. Oysaki eğitim programlarının geliştirilmesi, öğretmenlere yönelik hizmet içi eğitimler, yeni öğretim yöntem ve tekniklerinin öğrenci başarısı üzerinde etkisinin ölçülmesi, okul binalarının, sınıfl arının öğrencilerin psikolojik özelliklerine göre düzenlenmesi vb. birçok çalışma aslında eğitimde inovasyona yönelik örneklerdir.
Yaratıcılık tanımı ve çalışmaları ile tanınan Amabile (1997) yaratıcılığın inovasyona giden ilk adım olduğunu ve inovasyonun, yaratıcı fikirlerin başarılı bir biçimde uygulanması olduğunu ifade etmektedir. Yaratıcılık bireysel, inovasyon ise bir takım çalışmasıdır. İnovasyon süreci yaratıcı bir fi kre dayanan bir gereksinim ile başlar (Tanner, 1994). Yaratıcılık bilişsel bir süreç iken inovasyon sosyal bir süreçtir (Rank vd, 2004). İnovasyon sözcüğü son günlerde önem kazanmış olmasına rağmen sözcüğün geçmişi 16. yüzyıl İngiltere’sine dayanmaktadır (Zeren, 2010). İnovasyon kavramı kökü Latince olan ve yeni bir fi kir, tasarım, ürün vb. ya da yeni bir ürünün, tasarımın ya da fi krin geliştirilmesi anlamına gelmektedir (Cambridge, 2016). Kavram, Türk Dil Kurumu (TDK) tarafından Türkçe ’ye “yenileşim” olarak tercüme edilmiştir (TDK, 2015). TDK ‘nın yapmış olduğu tanımlamanın çok kısıtlı ve yetersiz kaldığı iddia edilmektedir (Elçi, 2009).
Dördüncü sanayi devrimi ülkeler arasındaki ekonomik rekabeti farklı bir boyuta taşımıştır. Ülkeler ekonomilerini, inovasyona dayalı ekonomiler haline getirmek zorunda kalmaktadır. İnovasyona dayalı ekonomiler özellikle yaratıcılık, yaratıcı düşünme gibi özellikleri gelişmiş bireylere gereksinim duymaktadır. Bu gereksinimin karşılanması ise öncelikle eğitim sistemlerinin görevleridir. Eğitim sistemleri inovatif düşünen bireyleri yetiştirmeyi amaçlarken hem ekonomik hem de teknolojik alandaki gelişmelerden de doğrudan etkilenmektedir. Bu etkilenme eğitim sisteminin kendi içinde inovasyonlar yapmalarını zorunlu kılmaktadır. Ancak inovasyon kavramının yanlış algılanması yanlış uygulamaların yaşama geçirilmesine neden olmaktadır. İnovasyon olduğu düşünülen yenilikler herhangi bir değer taşımamakta hatta gelişmeden çok geri götürmektedir. Örneğin; Herhangi bir pilot uygulama yapılmadan, gerekli alt yapı hazırlıkları gerçekleştirilmeden 2012 yılında kabul edilen 4+4+4 kademeli eğitim sistemi ve 60 aylık çocukların eğitim sürecine alınmaları bir yenilik olmasına rağmen eğitim sisteminde olumsuz etkilere neden olmuştur.
Girişimcilik eğitimiyle birlikte yenilikçi, risk alma eğilimi, kendine güven, başarı ihtiyacı, belirsizliğe karşı tolerans, kontrol odağı gibi kişilik özellikleri öğretilerek bu yönde öğrencilerde var olan girişimcilik potansiyelinin ortaya çıkarılması yenilikçi uygulamaların önünü açacaktır. Girişimcilik faaliyetinde başarı elde edebilmek için toplum içerisinde konuşabilen, özgüveni yüksek, başkalarına fikirlerini kolayca aktarabilen ve özgün düşünce yapısına sahip öğrencilerin yetişmesi önemli görülmektedir. Bu durumun gerçekleşebilmesi ise verilen eğitimin niteliğine bağlıdır. Girişimcilik alanında bu tür çalışmalar yapılırken aynı zamanda düşük girişimcilik düzeyinde yer alan öğrencilerin de eğitim çalışmalarına katılmaları sağlanabilir (Demir ve Demiryürek, 2018).