SİTEM

Yaşam Bilimleri - SERPİL ARI YILMAZ

SİTEM
Tahta Kapı gürültü ile açıldı. Ve biranda dört kız kardeşte içeriye güle oynaya bin bir şakraklıkla girdiler. En büyük kızları Ayşe doğmadan önce erkek torun gelecek sevinciyle, dedesi tarafından yapılan ve o gün bu gündür de içi hiç boş kalmayan, tahtadan yapılmış ve zamanla kuruyup eğrilmiş, sallanırken ileri ileri yürüyen beşiğe doğru koştular. Hepsinde ayrı bir sevinç, hepsinde ayrı bir çoşku vardı. Bir bebekleri daha olmuştu. Kız yada erkek fark etmezdi kardeşlere, onlar cinsiyetsizce bebeğe odaklanmışlardı sadece...

Beşiğin başına üşüşüp aval aval bakmaya başladılar. Uyuyordu bebek, hayata az önce merhaba diyen ve doğduğu an anası tarafından itilen bebek!

Ebe kadın, Hicran’ın gönlüne bırakmamış, zorla da olsa bebeğin karnını doyurturup, bir suçluyu bağlar gibi sıkı sıkı bağlayıp kundaklamış, beşiğine yatırmıştı bebeği.

Kız kardeşlerin bebeğe baktıkça gözlerinin içi parlıyor, kıkır kıkır birbirlerine bakıp gülüyorlardı. En büyük abla Ayşe daha fazla dayanamayıp konuştu hemen,:
- Bakın demiştim size bana benzeyecek diye! Tıpkı ben işte bana benziyor, gördünüz mü?

Derken en küçükleri Songül ağlamaklı bir sesle :
'-Hayır ben' dedi.

Derken diğeri ben, diğeri hayır bana benziyor derken bir gürültüdür aldı başını gitti.

Ebe kadını nihayet öfkelendirdiler.

-Susun artık susun! Sizi suratsızlar siziii
Attırmayın tepemi zorla uyudu zaten!

Uyandıracaksınız şimdi!

Hadi çıkın dışarıya, hem size kim içeri girme müsaadesi verdi ki daldınız içeriye.

Çabuk kaybolun almayayım elime şimdi sizi haspamlar!, diye bağırdı hepsine.

Birden ses kesildi. Ortalığı bir suçluluk duygusu kapladı. Biraz da korkmuştular suratı fiziki haritaya benzeyen bu yaşlı kadından.

Evin ikinci çocuğu olan abla Hasret Annesine benzerdi. Haksızlığa bu yaşta başkoyan bir karektere sahipti. İyi kötü ne yapsa annesine benzetirdi herkes onu. Hasret annesinden almıştı bütün özelliklerini o sebeple o da yükseltti sesini ebeye.:

-Nettik ki kızıyorsun ebe ana

Kardeşimizi de mi sevmeyelim!

Ebe:

-Bak hele şu bacağı kısaya bana cevap da veriyor bu yaşta!, diye bas bas bağırmaya başladı.

Kızlar korkutular Ebe kadından,

Ayşe ağlamak üzere olan Songül’ü kucağına aldığı gibi dönüp anasına çevirdi başını...

Anneleri Hicran, hiç konuşmadan öylece tavana boş boş bakıyordu eski yüzlü biraz da nem kokan yatağında.

Yada dışardan görenler öyle olduğunu düşünüyorlardı ki aslında değildi.

İlk kızı Ayşe’yi doğurduğu gün aklına gelmişti. On beş yaşında doğurmuştu ilk çocuğunu, daha çocukken çocuk sahibi olmuştu, Anadolu’da ki bir çok kız çocuğu gibi. Doğum anında ki çektiği acıların beşinci tekrarıydı şuan çektiği acı. Yine bir kız doğurması da fiziksel ağrıdan çok ruhunu ağrıtıyordu Hicran’ın bu duyguların birebir aynısını Ayşe’yi doğurduğu gün de hissetmişti.

En büyük kızı Ayşe şu an 10 yaşındaydı peş peşe doğurmuştu Hicran, erkek çocuk, aşkıyla!

Ayşe ile Hicran arasında bir yaş bir ay diğer ikisi arasında da ikişer yaş vardı. Kaynana ve Kayınbabanın baskılarıyla vakit kaybetmeden 2. çocuğuna da hamile kalmıştı Hicran daha 17'sinde iki çocuk annesi olarak ortada dönüp durmuştu. Ardından gelen iki küçükle beraber. Evde aslında bebek doğmadan önce de kendisiyle beraber beş kız çocuğu yaşayıp gidiyorlardı. Çocuklardan birisi de kendisiydi çünkü! Çocukluğunu hiç yaşayamayan Hicran!

Çocuk yaşta anne olmanın verdiği ağır sorumlulukların altından kalkmaya uğraşıyordu Hicran.

Yılan soğukluğundaki gözlere sahip olan üvey anası kendinden 25 yaş küçük Hicran’ı eve adım atar atmaz bir rakip olarak görmüş. Küçücük dünyasını karartmayı kendisine görev bilmişti. Neler çekmişti Hicran, annesinin ölümden sonra.

Üvey annenin işe koyulduğu ilk görev Hicranın saçlarıydı...

Saçlarından intikam almıştı üvey anne güzel hicranın...

Kıskanmıştı o güzelim ipek saçlarını, onaltı yaşında ki kızı kendine kuma bilmişti...

Eve geldiği ilk haftaydı daha üvey annenin, çiçeği burnunda evde kalmış sözde gelinin!!!

Annesinin seve seve taradığı saçlarını kesivermişti kökünden.

Bahanesi de hazırdı hemen bitlenmişti yavrucuklar bakamamışlardı saçlarına anneleri ölünce. Halbuki Hicran severdi saçlarını, yaşı küçük olmasına rağmen yıkar tarardı saçlarını ama kötülüğün mertebesi yoktu işte! Bir kötü kalbe sahip olmak yeterliydi bütün vicdansızlıklar için.

Dünya güzel bir mekandı aslında, dağlarıyla, tepeleriyle, denizleriyle, ağaçlarıyla, kuşlarıyla, yağmuru çamuru, çiçeği böceğiyle... Ama içindeki mahluklar Dünya’yı da çoluk çocuk demeden kirletmişlerdi işte.

Bu kirliliğe en büyük katkıyı da o sevimsizlikten ibaret suratıyla Hicran’ın üvey annesi sağlıyordu.

Ne kötü bir gündü hicranın saçlarını kestiği gün... Hafızasında canlandırmak bile canını yakıyordu hala...Düşüncelerinin en uzağına attı hemen o günü...

Yattığı yatakta çocukluğu ile çocuk gelinliği arasında yaşadığı travmaları hatırlayıp duruyordu hicran.

Bir yandan da ağrılarının acısını çekiyordu kolay değil bağıra bağıra bir saat önce canından bir can çıkarmıştı bu gri odada bulanık dünyasına...

Kafasını çevirdi sonra, Kızı Ayşe ile göz göze geldiler. Bir Ayşe’ye bir Ayşe’nin kucağında kendine bakan Songül’e baktı. Derken gözlerinden yanağına doğru ağır ağır ama içinde seller barındıran bir damla gözyaşı süzüldü Hicranın...

Ardından bir tane daha, bir tane, bir tane daha derken yüzü gözyaşlarıyla sırılsıklam oldu.

-Ana ağlama ana. dedi Ayşe!

Biz sana bakarız, bebeğe de bakarız.

Ağlama ana, ne olur ağlama diye diyerek o da başlamıştı ağlamaya.

Ayşe evin en büyüğü olmanın bilinciyle anasının aslında neye ağladığını çok iyi biliyordu. Evde konuşulan en çok konu bir erkek çocuktu ama olmamıştı işte, yine olmamıştı...

Derken diğer kızlarla da başlamışlardı ağlamaya çünkü bir kız çoçuğunun en çok canını yakan ve en kolay ağlatan annelerinin karşılarında ağlamasıdır. Dayanamaz kız evlat annelerinin gözyaşlarına yüreği darmadağın olur annesi ağlayan bir kız evladın...

Ve durum tam da bu olmuştu. Hepsi hep bir ağızdan annelerini teselliye tutuşmuş ve gözlerinden sicim gibi dökmeye başlamışlardı. İçerden gelen sesler bir anda feryada dönüşmüştü.

Dışarıda bekleyen baba kız olduğu haberinin ilk andaki şokunu atlatmış, kabullenmeye çalışmış bunu ne kadar başarmıştı kendisi de bilemese de...

İçerden gelen seslere daha fazla dayanamamış ve kapıyı bir hışımla açıp içeri dalmıştı.

Gördüğü manzara içler acısıydı. Çok sevdiği Karısı yattığı yatakta,çok sevdiği kızları odanın içerisinde durmadan ağlıyorlardı.

Bütün bu feryadın tek nedeni bir Erkek çocuğun doğmamış olmasıydı...

Bu ne akılsızlıktı, bu ne büyük haksızlıktı, bu ne aymazlıktı...

Erkek olunca ne oluyordu sanki.

Kendisi erkekti işte ne geçmişti erkek olduğu için eline.

Neyini düzeltmeye gücü yetmişti çivisi çıkmış dünyanın.

- Noluyor! dedi kükreyen bir eda ile
- Bu ne hal, bu ne vaziyet susun bakalım kesin artık ağlamayı!

Hicran biran kocasına kaydırmıştı bakışlarını, sararmış ve ıslak yüzünde sadece suçluluk duygusu vardı.

Affet beni bir erkek çocuk doğurmayı başaramadım demenin sessiz sesiydi bu bakış.

Adam, içeriye girdiği andan itibaren bebeğin beşiğinin olduğu tarafa bakmamıştı. Ama Hicranı böyle görünce onu daha fazla üzmemek adına bebeğin yamuk beşiğine bakışlarını çevirdi.

Ebe Kadın durumu anladığı anda hemen ondan önce davranıp bebeği tutuğu gibi kucağına verdi babanın.

-Ay parçası mübarek bu ne güzel bir bebek hele bir baksana., deyip çekildi kenara.

Baba, bir çocuğu daha olduğu için çok heyecanlıydı. Ama kız çocuğu olduğu için heyecan korkuya dönüşüyor. Yine elalemler, konu komşular, akrabalar, ananeler beyninde uçuşuyordu.

Sevmeye cesaret edemedi ama yüzüne derin derin baktı.

Bir isim koymak lazım bu bebeğe dedi.

Erkek olacak diye hiç kız ismi düşünmemişti. Erkek olsa ismi de belliydi zaten, kırk kuşak değişmeyen babadan toruna geçen yani bir gelenek haline gelen babasının adını koyacaktı oğluna. İlk çocuğu Ayşe de zaten anasının adıydı. Bu gelenek yüzyıllardır değişmedi Anadolu’da karnında dokuz ay taşıyanın, binbir sancı çekip bas bas bağıranın, doğuranın...

Yani ananın isim koyma hakkı yoktu. Erkek olursa kocanın babasının adı

Kız olursa kocanın anasının adı koyulurdu bebeklere.

Bazen fena isim olmasa da kaynana kayınbaba adları bir çok kez anlamsız isimlerle kaç kuşak heba olmuştu aslında...

Kucağında bebek öylece düşünüyordu adam. İsmi ne olsun diye!

Derken bir ses yükseldi. Hicran'ın sesiydi bu,
-Bu defa ismini ben koyacağım! dedi.

Sen de dahil kimse karışmayacak! Diye yarı öfkeli yarı üzgün bir sesle konuştu.

İsyan vardı sesinde,

Başkaldırma!

Var olan haksız düzeni yıkmaya çalışma!

Kadere kafa tutma! .

Bahtına lanet okuma!

Saçma sapan adetlerle gençliğini elinden alanlara içinde kocaman biriktirdiği bir sitem vardı....

- Sitem. dedi birden
- Bebeğin Adı “Sitem” olacak!

Tanrı’ya sitemdi bu.

Bu coğrafyada dünyaya gelmemin sitemiydi.

Yaşadıklarının kısa tanımının kader denip geçilmesinin sitemiydi.

Acıların dışa vurumunun sitemiydi.

Doğduğundan beri çektiği çilelere bir sitemdi.

Yaşadığı topluma...

Ardından konuşanlara...

örf, adet, törelere ve yediği köteklere

İnce bir sitemdi bu...

Hicran yeniledi sözlerini tekrar

Bu bebeğin adı SİTEM...

16 Ocak 2021

Şehitkamil/ Gaziantep