Prof. Dr. TUNCAY AKÇADAĞ ile “UZAKTAN EĞİTİME DAİR”

Yaşam Bilimleri - Hülya Kandemir Yavuz

Prof. Dr. TUNCAY AKÇADAĞ ile “UZAKTAN EĞİTİME DAİR”

Hülya Kandemir Yavuz: Hocam öncelikle “Uzaktan Eğitime Dair ”söyleşimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz.
Hülya Kandemir Yavuz: Pandemi sürecinde eğitimde tüm kademelerde uzaktan eğitime zorunlu olarak geçiş yapıldı. Çevrim içi eğitime hazırlıksız olarak başladık. Bu süreç eğitimde bir dönüşüm yaratmaya başladı mı sizce?
Prof. Dr. Tuncay Akçadağ: Öncelikle çok teşekkür ederim. Değer verip görüşlerimize başvurduğunuz için. Pandemi süreci ile başlayan uygulama bir kriz yönetimi uygulamasıdır. Sadece eğitimde değil diğer sektörlerde de acil durum yönetimi gerektirmiştir. Olması gereken tüm sektörlerin acil durumlarda nasıl davranmaları gerektiğine dair bir programlarının-planlarının olması idi. Herhangi bir kriz ile karşılaşma durumunda profesyonelce durumu ele almak gerekir. Öncelikle sağlık sektöründe bu durumun nasıl yönetildiğini izledik. Malum, kısmi bir başarı söz konusu var denebilir. İkinci olarak eğitim sektöründe durumu izliyoruz. Merkezden gelen emirleri öğretmenler hazır veya değil yapmak durumunda kalıyorlar. İlk olarak onların bu durumu ne kadar iyi anlayıp gerçekleştirdiklerine bakmak gerekir. İkinci olarak öğrenciler nasıl uyum gösteriyorlar? Fırsat eşitsizliği değişik biçimlerde kendini yine gösterdi. Kimi öğrenciler her türlü konforu bularak derslere dahil oldu. Kimileri dağ başlarında internetin çekeceği yerlere yürüdüler. Üçüncü olarak ailelerin bu sürece ne kadar hazırlıklı olduğu ve uyum gösterdiğine bakmak gerekir. Onlara da bu süreçte neler yapmaları gerektiğine dair doğru dürüst bir yönlendirme yapılmadı. Kısaca sürece dahil olan tüm ilgililer deneme-yanılma ile yol bulmaya çalıştılar ve hala çalışıyorlar. Bu deneme-yanılma ile öğrenme, ilgili herkesi daha ne yapabiliriz arayışına götürüyor ister istemez. Gelinen noktada görülüyor ki bu sistemle bilgi aktarıcılığı yapılabiliniyor. Şunu da fark ettik ki sadece bilgi aktarıcılığının bir önemi yokmuş. Herkesçe okul denilen kurumun önemi iş başa düşünce anlaşıldı. Hatta şöyle düşünüyorum; bilgi aktarıcılığını okuldan çıkarın. Geriye elinizde ne kalıyorsa gerçek okul odur. Eğer hiçbir şey kalmıyorsa zaten okul denilen bir yer yokmuş. Ancak biliyoruz ki çocukların arkadaşlığı, kısıtlı zamanlarda oyun oynama ortamları, sosyalleşme gibi çok da önemsemediğimiz ama bu süreçte ne kadar da önemli olduğu anlaşılan özellikler varmış. Bu süreç eğitimde bir dönüşüm yaratalım mesajını veriyor zaten. Asıl önemli olan bu mesajın kodlarını doğru okumak ve problemi fırsata çevirmek. Olması gereken durum ya da dönüşüm şöyle olmalı: okulda bilgi aktarma işinden vazgeçtiğimizi düşünelim. Yani okulda ders anlatmayacağımızı varsayalım. Öyleyse okulda ne yapacağız sorusuna vereceğimiz cevap bu dönüşümün kendisi olacaktır. Dersleri uzaktan anlatalım, nasılsa bunu yapabilmenin yolları ve olanakları var. İyi ele alındığında başarılı da olunabiliyor. Tekrar vurguluyorum, okulda bilgi aktarıcılığından vaz geçecek olursak geriye ne yapmak kalıyor? Bana göre sorunun cevabı, okuldaki sınıflarımızı uygulama atölyelerine çevirelim. Uzaktan anlatılan derslerin okulda uygulaması yapılsın. Benim deyimimle “öğrettiklerimizi yaşatalım” Bir başka açıdan okulda oyun alanları oluşturalım. Çocuklar okula sosyalleşmeye ve çocukluklarını yaşamaya gelsinler. Öğretmenlerimiz değerleri modelleyen onlarla yan yana olmayı beceren uygulayıcılar olsun. Sanırım problem ve onun fırsatının ne olabileceğini özetleyebildim. Konuyu detaylandırıp çok uzatmak mümkün görünüyor. Kısaca bu süreç tüm eğitim paydaşlarına yeniden bir yapılanma fırsatı veriyor. O da okulları gerçek anlamlarına kavuşturma fırsatıdır.
Hülya Kandemir Yavuz: Türkiye'de Internet erişimi, yapılan istatistiklere göre %40 olarak belirlenmiş. Eğitimde fırsat eşitliğini sağlayabilmek için bu durum nasıl çözümlenebilir?
Prof. Dr. Tuncay Akçadağ: Yukarıda biraz değinmeye çalıştım. Fırsat eşitliğinin sağlayıcısı sosyal devlettir. Neo liberal uygulamalar ne yazık ki fırsat eşitliğini ortadan kaldırıcı bir özelliğe sahip. Okumak zorunlu diyorsanız toplumun bunu nasıl yapacağını belirlemek, olmasını istediğiniz duruma ilişkin olanakları da sunmak zorundasınız. Bunu yapamıyorsanız bir şey istemeye de hakkınız olmaz. Devletin güdümünde internet sağlayıcı kurumu var. Türkcell den bahsediyorum. Üstelik sosyal sorumluluk adına bu kurumun bir yılda ayırdığı miktar gelirine göre oldukça düşük. İstenirse bir talimata bakar ve bu sorun kısa zamanda çözülür. Hatta diğer iletişim firmalarına da belli zorunluluklar getirilebilir. Dolayısıyla imkân bulamayan her çocuk için imkân oluşturulabilir. Bundan önce Milli eğitimin ve devleti yönetiminin bunu hedef haline getirmesi ve planlaması gerekir.
Hülya Kandemir Yavuz: Çevrim içi derslerin öğretmen ve öğrenci açısından karşılaşılan güçlükleri neler olabilir?
Prof. Dr. Tuncay Akçadağ: Gördüğüm kadarıyla öğretmen açısından güçlükleri, teknolojiyi kullanma sorunları oluyor. Daha doğrusu çevrim içi ders tasarlama konusunda yardıma ihtiyaçları var. Bana yansıyan geri bildirimler böyle. Özellikle derslerde öğrencilere teknolojik etkinlikleri hazırlayıp sunmalarını öğrenmeleri gerekiyor. Bana komik gelen bir şey de şu? Çocukları ekranın başından almaya çalışırken şimdi de ekranın başına oturtmaya çalışıyoruz. Ekranın başı çocuklar için eğlenceli, hoşça vakit geçirilen bir yer konumunda iken şimdi onlar için bir an önce kaçılacak bir yere dönüşebiliyor. Aslında çocuklara ekran hiç de yabancı değil. Onlara derslerin etrafında eğlenecek ortamlar sunmak gerekiyor. Bu nedenle öğretmenlerimizin derslerini eğlenceye dönüştürecek formülleri bulmaları, yapılacakları öğrenmeleri ve uygulamaları gerekiyor. Çocukların zorlanmaları da biraz bu ders tasarımlarının onlara keyifli gelmemesi ile ilgili. Onlara ne verirseniz onlar da karşılığını size ona göre yansıtıyorlar.
Hülya Kandemir Yavuz: Çevrim içi, zorunlu eğitim ve üniversite eğitiminde hangi kademeler için daha uygun olabilir ve çevrim içi eğitimde hangi derslerde daha çok başarı sağlanabileceğini düşünüyorsunuz?
Prof. Dr. Tuncay Akçadağ: Yukarıda da değindim. Bilgi aktarıcılığı yaptığımız derslerde pekâlâ çevirim içi olarak sorunu çözüyoruz. Okul öncesi ve ilkokulun ilk sınıfları zaten yukarıda bahsini yaptığımız okulun uygulamalı olarak işlenmesi gereken yerinde duruyor. Onlar için oynayarak öğrenme esas olmalı. Bunların dışında kalan tüm kademeler için öğrenmede bilgi aktarma çevrim içi düşünülebilir. Böylece okulu, uygulama alanı olarak kullanmak veya yeniden tasarlamak gerekiyor.
Hülya Kandemir Yavuz: Çevrim içi eğitimde ders süreleri ve ders saatleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Çevrim içi eğitimde derslerde alınan devamsızlık konusunda ne düşünüyorsunuz?
Prof. Dr. Tuncay Akçadağ: Senge’nin sistem yasaları geldi aklıma. Yasalardan birini hatırlatayım: “Ne kadar hızlı o kadar yavaştır.” Bu yasayı duruma uyarlarsak, öğretmenler müfredat yetiştirmeden vazgeçip gerçekten öğretmeye yönelmelidirler. Müfredat yetiştiği halde gerekli öğrenme durumları oluşmamış ise yeniden başlanılan noktaya dönme riski oluşur. Hızlı yol almış olacağız ama bir o kadar da yavaşlamış olma hali ile karşı karşıyayız. Peki gerçek öğrenmelerin oluştuğu çevri içi dersler yapılabilir mi? Önerim şöyle: çevrim içi ders içerikleri ile ilgili dönemlik hazırlıklar planlanmalı ve dersten önce sisteme yüklenmelidir. Yani her dersin içeriği dersten önce sisteme yüklenerek çocukların erişimine açılmalıdır. Bu içerik onların keyifle izleyebileceği ve sıkılmayacağı biçimde düzenlenmelidir. Öğretmenler bu konuda mutlak hizmet içi eğitimlerle hazır hale getirilmelidir. Dersten önce çocuklar dersi izleyebilir ve derste ne yapacaklarından haberdar hale gelirlerse o zaman dersin süresini 20 ya da 25 dakika ile sınırlayabiliriz. Eğer öğrenciler önceden dersin içeriği ile ilgili kayıtları inceler, evde bir öğrenme yaşantısı oluşturabilirlerse çevrim içi ders saatinde öğrenci o dersten ne anladığını ve neler öğrendiğini anlatır; bir biçimde derse katılır, öğretmen ise süreci değerlendirerek dersin kazanımları için yol gösterici olur. Derse katılım ise bu biçimde zaten yeterince olur düşüncesindeyim. Öte yandan yoklama almak zaten bilgisayarlı öğretim modeli için anlamlı değildir. Bu modelin temel sayıltısı öğrenenin kendi hızına, öğrenme zamanına ve tarzına göre öğrenebilmesine olanak sağlamaktır. Böylece uygulanacak olan modelin en önemli ayaklarından biri değerlendirmedir. Bu nedenle öğretmen hemen her ders sonunda sınama durumları oluşturmalı ve öğrencinin o ders ile ilgili durumunu zamanında geri bildirmelidir. Öğrenci bir biçimde eksiğini tamamlayarak bir sonraki derse hazır gelmelidir. Devamsızlık kontrolü yerine öğrencinin ürettiklerini izlemek, değerlendirmek ve kanaat oluşturmak daha anlamlıdır. Öğrenci anlamadığı yerleri tekrar tekrar izleme şansına sahip olmalıdır. Milli Eğitim bu yapılanmayı mutlaka gerçekleştirmelidir.
Hülya Kandemir Yavuz: Çevrim içi eğitimde disiplin sağlamak amacıyla uygulanan kamera ve mikrofonların kapalı ve eğitimcinin denetiminde olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Çevrim içi eğitim öğrenci için bir öz disiplin zorunlu kılıyor mu?
Prof. Dr. Tuncay Akçadağ: Eğer ders kayıt altına alınıyor ve sonradan izleme durumu oluşuyorsa kameraların açık olmasının sanırım yasal olarak da bazı sakıncaları var. Buradaki durum biraz da sınıfta kural oluşturma ve uygulama adımları ile benzer. Her dersin özelliğine göre öğretmen dersin nasıl işleneceğini ve bunun için uyulması gereken kuralları öğrencileriyle birlikte oluşturur, öğretir ve uygularsa bazı oyalayıcı veya zaman alıcı durumların önüne geçilebilir. Öğretmen-öğrenci ve eğitim ortamının oluştuğu her durumda disiplin gereklidir.
Hülya Kandemir Yavuz: Çevrim içi eğitimde ölçme ve değerlendirme nasıl olabilir?
Prof. Dr. Tuncay Akçadağ: Formal eğitimden söz ediyorsak mutlaka ölçmeli ve değerlendirmeliyiz. Ölçme araçları dersin kazanımlarına ve işlenişine göre değişir. Genellikle kullanılan çoktan seçmeli, yazılı veya sözlü soru cevap, ödev verme gibi ölçme araçları her durumda çözüm olmayabilir. Alternatif ölçme araçlarını öğretmenlerin çok iyi öğrenmesi, nerede nasıl kullanacaklarını anlaması gerekmektedir. Bunların arasında, proje, öz değerlendirme, akran değerlendirme, portfolyo, grup değerlendirme gibi araçlar sıralanabilir. Amaç öğrenmelerin ne düzeyde oluştuğunu anlamak ve önlem almaktır. Süreç bu biçimde ele alınmıyor, sadece sınav olması gerektiği için yapılıyorsa, çevrim içi veya yüz yüze eğitim fark etmez, yanlış yapılıyor demektir.
Hülya Kandemir Yavuz: Son sorum, eğitimin sorunu sınıf mevcutlarının 40 ve üzerinde olması idi. Çevrim içi eğitimde bu sorun olmaktan çıktı mı sizce, yani çevrim içi eğitimde verimli bir ders için sınıf mevcudu kaç olmalı?
Prof. Dr. Tuncay Akçadağ: Yukarıda çizdiğimiz tablo 20-25’in üzerindeki sınıflar için zorlayıcıdır. Bu durumda farklı düzenlemeler yapılabilir sanırım. Öğretmen 40- 50 kişilik sınıfları ikiye bölerek çalışmalar yapabilir. Tabi ki buna göre ders saatinin karşılığı oluşturmalıdır. Yığınların karşısında konuşma yapmanın adına eğitim veya öğretim denemez. Bir içeriği derse dönüştürmenin kuralları ve yöntemi vardır. Kalabalık sınıflar ile ilgili sorunların çözümü olsun, etkili ders tasarlama ve uygulama olsun, öğretmenlerin yapacakları olsun okulları kendi çözümlerini yaratabilmeleri için serbest bırakmaktan yanayım. Bakanlık tarafından oluşturulan bir yöntemli çözümlerle tüm farklı durumlara yanıt oluşturmak durumsallık yaklaşımı gereği; her durumun kendi içerisinde bir çözüm farklılığı oluşturabileceği gerçeği açısından, oldukça zordur. Bu serbestliğin kontrollü olması açısından Bakanlığın yapması gereken en önemli iş denetimdir. Okulları bu konuda serbest bırakıp etkililiklerini denetleyerek eksiklikler için yollar göstermek oldukça işlevsel olabilir. Yine Senge’nin bir sistem yasasını hatırlayarak bitirelim; “bu günkü sorunlarınız dünkü çözümlerinizden kaynaklanır” Kıymet verip dinlediğiniz için ben teşekkür ederim.
Hülya Kandemir Yavuz: Hocam değerli görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için hem Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi ailesi adına hem de okuyucularımız adına çok teşekkür ederiz.